Sahici dünyalardaki içtenliğin ve rengin mekansal boyutundaki dışavurumu
Bu başlık bir yazının ( Meryem Salahi’ nin Resimleri üzerine ) başlığıdır. Bir romanın, bir filmin de başlığı olabililrdi kuşkusuz. Yalnız, belli bir ayrıma sahip olarak, belirli özgün bir çizgisel ve renksel yaratının üzerine yazılan bir yazının başlığıdır. Bir başka deyişle, resim denilen romanın bir kesitini dile getirmektedir. Resim ve roman. Bağdaşan ve karışan ya da bağdaşmayan ve uzaklaşan iki aynı, ya da ayrı şey. Her ikisi de, insanın varolma ve varolarak biçimlendirme serüveninden birisi. Bu yeni ve heyecanlı serüvene henüz yeni çıkmış o. Resimleri de içi gibi kıpır kıpır. Resimlerinde; sanatın üzerimize doğacak olan anlatım ve etkileme izlerini aktarmaya çabalamış. Sahici, savunduğu pek çok argümanı bir bir ve yüksek sesle tekrarlayarak. Farklı coğrafyanın farklı ( aslında farklıymış gibi gelen ) kültürlerini bir arada yoğurarak ve hep bir an önce tümünü paylaşmak istemenin telaşıyla…
Aradaki dağları ( ki dağ onun hep içinde yer almış) yaygın renk lekelerine çevirerek, küçük odaklanmış renk beneklerini ve onların da figürlere dönüşümünü aktarmış. Bu algılama ile birlikte, tek boyutta, resimlerin genel boyutunda iki ayrı, ama birleşen, birleşirken de iki ayrı görsel ve biçimsel işlevi yüklenen boyamada dışavurumcu teknik sunmuş. Bu teknikte, salt ve yalın bir anlatım, resimsel dile getiriş biçemi doğurmuş. Bu salt ve yalın oluş ise, somutsal görüntülerde, soyut bir belirlemeye uzatmış. Dolayısıyla; hem dışavurumcu, hem soyut, hem de duygusal naiflik ( kendi dağından hem uzak – hem yakın olmak ) bileşkesinde renklere, onların getirmiş oldukları, mekansal olmayan mekansal boyuttaki figürlere dökülmüşler. Bu çözümleme, o ( bu ) ülkenin yerel kültürünün verileriyle donatılınca, sanki bir tür gerçek-üstü bir resmedişle, basiti gerçeğin ötesine ulaştırmayı amaçlamış olmakta.
Yaptığı resimlere kadın ruhunu yansıtması Ruhundaki güzellikleri çarpıcı renklerle kulnamaını bilen bizden bir santçı olması hepimizin kadınlık gururunu okşamıştır. Tanımaktan mutlu oldum.Kendisi kadar güzel resimleri ve duygularnı bizlerle paylaştıgı için teşekkürler. Meryem (Dağ ile ruhumuzu güzelleştirdin :) )
Jean-Paul Sartre diyor ki; " O kitabı masanın üzerine bırakmakta sonuna kadar özgürsün. Ama kitabı açacak olursan, bunun sorumluluğunu da yükleniyorsun demektir."
Ben açtım bile..Hayatın başladığı yere.
Tanrıların iki eli varmış. Biri hep vermiş, diğeri amansız bir hırsızmış.
En güzel günlerimiz: Henüz yaşamadıklarımız.
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey. Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir ( Atatürk )
TÜRKLER BELGESELİ Yazan-Yorumlayan : Mehmet Atay / Müzik: Can Atilla / Yönetmen: Semih Taytak
dört koldan oynanıp biten domino taşları gibidir arasta
Ustam: Ocağı söndür dedi. ( A. Çuhacı )
son ocak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
3. Ankara Film Festivali Kısa Film ( 16 mm. ) Büyük Ödülü
Hadi kapını kilitledin.Bir sokağı, bir kenti kilitle de görelim bakalım...
2. Ulusal Kısa Film Yarışması ( 16 mm.) Büyük Ödülü
Sivil toplumun bütün unsurlarını gerçekleşmesi zorunluluğunu ve bunun önemli bir boyutu olarak Belgesel Sinema’ nın önemini ve vazgeçilmezliğini özveriyle savunur..
Toplumsal bellek boşluklarının doldurulmasını, kültürel sürekliliğin sağlanmasını ve doğaya sahip çıkılmasını varoluşun temel gerekçelerinden sayar.
...
Tüm zamanlara tanıklığın, yaşama bilgi ve yaratıcılıkla müdahale etmenin beraberinde geleceğin tasarımını oluşturacağına, bunun da Belgesel Sinema’nın kurumsallaşmasıyla ivme kazanacağına inanır.
...
İnsan ve yaşama özne olarak bakar, bütün evrensel değerlerin, insanlığın ortak mirası olduğunu kabul eder ve bu mirasa sahip olmanın toplumların iç hesaplaşmalarıyla kendilerini tanımalarından geçtiğini ileri sürerek Belgesel Sinema’nın ayrıcalığını savunur.
...
Her alanda önce estetik kaygısını güderek, bütün yüzleri ile gerçeği tanımlamayı ve yine de düş kurmaktan korkmamayı, düş dünyasını olabildiğince ve alabildiğince büyük tutmayı önerir.
...
Toplumsal kimlik ve gelişmişlik adına kendi etiğini yaşamanın önemine inanan, kendi özgürlük alanını tanımlamış; düşünme, yaratma, ifade etme ve özünde üretme gibi kavramlara sahip çıkan, yaşamı kendi sözcükleriyle açıklamaya çalışan yürekli beyinlerin önleri açıldıkça, dünyanın daha yaşanılır olacağını bilir.<
Yunus gibi de olmuyor ! Budha gibi de olmuyor ! Sokrates gibi de olmuyor ! Robenson gibi de olmuyor ! ... Yaptıklarımı topluyorum hiç çıkıyor Yapamadıklarımı topluyorum çok çıkıyor. ... Diyelim, kaçıyorum kendimden Gölgem bırakmıyor. ... Ayna da, cam da kumdan yapılır Ayna, bencildir, kendini gösterir Cam, kendinden başka herkesi gösterir. ... Ne çok yırttım Ne çok yapıştırdım seni - Acıdı mı bir yerlerin ?
(“Üç Renk: Mavi” hakkında) “Aslında sevgi ve özgürlük birbirine aykırı anlamlar içeriyor. Eğer birisi severse, birinin özgürlüğünü kısıtlar. Bir kadını severseniz, hayatınızı yaşar ve bilmediğiniz yönlerinizi sevdiğiniz kadının gözünden öğrenirsiniz. Özgürlüğü kısıtlayan birçok örnek var: bir köpek, bir araba, bir televizyon… filozofi yapmak istemiyorum ancak bu örneklerle insanlar özgürlük fikrini düşünmeye başlayabilirler. İşte bizim yapmak istediğimiz şeyin hikayesi de bu.”
“Sinema hiçbir şeyi değiştiremez; ama insanların birçok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.”
Yaptığı resimlere kadın ruhunu yansıtması Ruhundaki güzellikleri çarpıcı renklerle kulnamaını bilen bizden bir santçı olması hepimizin kadınlık gururunu okşamıştır. Tanımaktan mutlu oldum.Kendisi kadar güzel resimleri ve duygularnı bizlerle paylaştıgı için teşekkürler. Meryem (Dağ ile ruhumuzu güzelleştirdin :) )
YanıtlaSil