21 Nisan 2010 Çarşamba

S e s s i z / S a k i n

Zamanın beyazı, yeşillerde parlayan acı sarıya kayar ve beyazın hükümranlığı derinlerde açar. Bahçelerin sabah rengi sarıdan beyaza… Acı..acı… Ve susturulamayan çığlığı anın. Beyaz.

Kapı kapalı. Zaman beyaz. Nadir sayılmaz ama gören de az. Bak, bir bahçenin yeşilinde beyazın hükmü çiçek açar. Her kim ki ben rengim dese ve bunu denese, dese ki ben pembeyim yahut sarı… Bir bahçede parlayan ne renkse hani işte o, acıya açan tokat misali bir mor süsen, yani mor yanım, süsler akşamı. Söner sonrası…
Bahçelerin sabahı da solmak bir nevi. Zaman beyazı, yaşam pembesi, ölüm sarısı. Ayrılık mavilerde özlemek belki de kim bilir yeşilin solmasını. Kapı hâlâ kapalı.
Ezberi kaçan, tayfı şaşan bozuk ayarlar ve detone aryalar şatosunda bir bahçe bul ve beni oraya göm, hafif sola doğru: Altında yüreğim seni bekler.Zamanın beyazı sarardı. Şefkatle, hasretle ellerim, kollarım dahi bedenim olsaydın sarardım. Kapıyı kim açtı. Sokulan bu çomak değil, çekilen bu taş temelimden, değil bir rengin anası. Bahçeler, bahçeler dolusu saf ve engin ve derin ve şu bildiğimizi sandığımız su. Sel. Sus. Ko - nuş-ma-mak çok acı. Kanım zehir, aklım sonun harcı. İlacı bir kapıdan geçmekse bir kapıdan geçerim. Dar bir, alçak bir, imkansız bir değil, binlercesinden: Senden değil. Bu bahçe seninle güzel, bu beyazın çığlığı, akşamın çağrısı, bu sarı sen, bu yeşil, bu mavi sen, bu ten, bu ben, mor süsen!

Kapıyı açan da kapatan da, bunu bilen de biziz. Zaman beyaz.

20 Nisan 2010 Salı

h i ç

Ben sana pervaneyim, aynadan baktığında göremediğin tek göz benim. Ayın etrafında döndüğü dünya, dünyanın etrafında döndüğü güneş benim. Yuvarlağın hiç ulaşamadığı merkez noktası merkezde sonsuz sayıda kesişerek yuvarlağı oluşturan her çap benim.
Pi sayısı kadarım, sınırsızım hiçim. Pervaneye yaklaştıkça kopan kelebek ışığa yaklaştıkça yanan böcek, güneşe yaklaştıkça balmumundan kanatları eriyen bir denek.
Etrafında dönüp dolaşmak benim harcım, ulaşamamak yapı iskeletim. İhtirasım tuğlalarım, sevincim kiremitim. Minik kırıntılarını yollara döktüklerim. Dönüp arkama bakmadan yürüdüklerim.


Ben o motosiklet üstüvanesi'ndeki yüzüne bayrak kapatarak her gösteride alkış alan adamım.
Peki ya sen kimsin?

Hiç mi - Hiç

Neden güllerin sıradışı olmasını ister insan? Ya da günlerin? 'Her günüm ıstırap , her günüm keder' şarkısının nesi var? Beğenmiyorsan dinlemezsin. İpod 'da bir sonraki şarkıya geçmek o kadar kolay ki artık. Hayatımı ipod da shuffle(!) yapmak istedim birden. Olaylar sıra-dışı olsun ki ben de beğeneyim, sırasıyla olunca çok sıkıcı oluyor.( dedi )

Ben de;
- Pencereyi aç, ya da ipi çek .. (dedim)

18 Nisan 2010 Pazar

Hiç

Bana bunu neden yaptın? Neden kendi kendime yetmemi sağladın? Önce senin onayından geçmeliydim.. Heyecanla beklemeliydim..Gözümden yaş gelene kadar baktım sana bugün.. Gözümde seni gördüm.. ağlıyordun..
Telefonun sesiyle uyandım.

16 Nisan 2010 Cuma

Bahar İsyancıymış - Doğru


Şöyle oldu:
Hangi aleti denediysem nafile olmadı, olmuyor işte. Bir türlü hatırlayamıyorum. İlk ben mi istemiştim baştan çıkarılmayı, yoksa o mu istemişti baştan çıkarılmama izin vermemi? İzin vermiştim çünkü istemiştim beni baştan çıkarmasını. Demek ki sormamız gereken soru bu değil. Olmuyorsa da olacak. Yarayacak. Uyacak. Bir alet bulunacak tutup çıkarmaya belleğimden bu toplu iğne başı büyüklüğünde detayı. Ucu da bir o kadar sivri olmalı batıp durduğuna göre şu nöron yumağına arsızca ve ısrarla, bu çelik misali beter anıyı. Peki ama neden? Beni tedirgin eden bir şeyin olmaması lazımken-ki bu kuşku, bu duman. Bir türlü gerekli çekici bulup gömemiyorum şu kahrolası iğneyi daha derinlere, vurup vurup vurup da tepesine. Ne de olsa uygun bir alet de üretilmeyecek uzun bir süre. Belki de hiç. Kim bilir bu kimlerin işine gelmenin bedeli olacak? Bırakalım da çelik misali beter anılar kendi mikrobuyla ölüp çürüsün –hazmedilen anılar da bok misali kuburu boylar elbet. Kalan sağlar bizimdir.

Kuş sesleriyle uyandım.

15 Nisan 2010 Perşembe

Zonguldak Balkaya'ya / 1




Fotoğraflar: Birol Üzmez

Kapkara bir yerden dönmüş gibiyim. Üstümde kömür parçaları, ıslaklık. Dokununca acıyan izler bulacağım. Sanki; düşüncenin bir yerine tutunsam, devam edebilsem, bu derin ve kaygan hikayenin hatırasına varacağım. Siyah- Beyaz rüya diyalogları, bazen hayatı açıklığa kavuşturmazlar mı? Kimdi oradakiler , neden bitkinim?
Keşke çekseymişim, keşke. Çok pişmanım. Beni affedin.
1990-2010
Balkayası: Bir zamanlar Zonguldak Lauvarından çıkan kömür atıklarının döküldüğü bölge.

9 Nisan 2010 Cuma

Kortejo' ya

Fotoğraf: Birol Üzmez
...haklısın, hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse. Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım. İstikamet kargaşa. ...böyleyken böyle. Bazen sadece memnun olmak lazım. Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım. Sen sakın bırakma.
Arzederim.

6 Nisan 2010 Salı

Sessiz

Şöyle oldu:
“Bindiğim taksinin şoförü elinde yakılmamış bir sigara tutuyordu. ‘Tiryakiyim.’ dedi. ‘Öyleyse neden yakmıyorsunuz sigaranızı?’ diye sordum. ‘Yakarsam biter’ dedi.” Yakarsa biter. Yakmazsa, zevki hayalinde saklı, büyümeye devam eder. Tiryakisi olduğu tat, onu tüketirken alabileceğinden kat be kat, derinleşip budaklanır. Peki ya tam o sırada, bitmesin diye tutuşturmaya kıyamadığı tek ve son sigara, bir rüzgar eser de parmaklarının arasından uçarsa? O zaman ne olur tiryakiye acaba?
İnternette uzun zaman önce kendi kendime baktığım tarot “gemi batıyor, artık terk etmelisin.” demişti, göründüğünden daha ciddiydi. ben de terk etmiştim, gemiyi, denizi, tarotu, interneti… Gemiye ne oldu, kalsam kurtulma ihtimalimiz olur muydu, bunu bilmediğime memnunum.

Bir ilişki ne zaman tükenir? Son sigaranın neresine geldiğimizi biliriz ama sarmallar halinde ilerleyen şu hayatta, bir ilişkinin neresine geldiğimizi nasıl tayin ederiz? Gemiyi kurtarmakla canımızı kurtarmak arasındaki geri dönüşsüz sınırdan nasıl geçeriz? Sigarasını yakmaya kıyamayan tiryaki nasıl kaldırıma çömelip izmarit aramaya başlar? İstatistikler %50 şans veriyor, bu durumda ömür miâd olarak geçerli bir süre midir? Ne feci bir oran, oran bile değil, trenin durmadığı, kimsenin inmediği ama gene de toplamı sayıya bölünce beliren farazi kasaba olmalı burası. Yoksa, bir tarafa düşmeden durulabilir mi %50’de, pür dikkat hiç kımıldamasan bile?
Bunlar, cevaplarını bilmediğim sorular. Kötü bir kaptan, iyi bir tiryakiyim. sigara içmiyorum ama annem “bu siyah paltonu artık atalım” deyip duruyor. Üstünde yanık izleri var.

/ Telefonda sesini duymak güzeldi, iyi geldi. Adı gibi sesi de sessiz ve sakindi. Ama o kayıkta ben kıyıda.../