30 Aralık 2011 Cuma

' o n i k i y e ' o n k a l a




Haklısın / haklıyım / haklılar... Hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.
Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yıla / yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
...böyleyken böyle. Bazen sadece memnun olmak lazım. Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım. Sen sakın bırakma.Ben; biriken harflerimi uçan balona doldurup Keşan semalarına yolladım. 'Noel Şahsı'ndan ne dilek dileyeceğimi biliyorum artık.


Arzederim.

S.T.





j e n e r a s y o n



Düş görüyorum ve kendimi kaybediyorum. Ağır bir yorgunluk ve beni yutan kara bir ateş...

Bana baskı yapan sahte yaşam, hareketsiz devasa bir endişe...
Düş-lerini düş-lemezsem; düş-ersin, düş-erim.
(...)

29 Aralık 2011 Perşembe

k e r e m p e

fotograf: paradiso

Orada uzanmak ve hiç açmamak göz kapaklarımı; denizin tuzu, taşların arasından eserken ıslık çalan rüzgâr, adına gece dediğimiz yapış yapış bu vaktin kadim adı karanlık. Orada uzanmak ve beklemek; kabul görmenin göz yaşartan iyiliği; mutluluktan uzak, huzursuzluğa yakın. Orada uzanmak, bir resme konu olmak; romanlarda hiç geçmemiş bir kapanış cümlesinin özlemiyle başlangıcı unutmak.

28 Aralık 2011 Çarşamba

1 1 0

fotograf: umayumay

En son kalbimin ucu yandı tutuştu, bir sigara kağıdı edasıyla hiç sönmeyen retinamın en kuytularıydı yanan...

yanan bir ipte yürümek değil miydi yaşamak,
en son kalbimin ucu biliyorum yanacak.
(...)

% 1 0 0



Aynalarla dolu bir oda. Öyle ki; artık odayı aynadan, aynayı suretten, sureti özneden, özneyi arzudan ayırt etmeyi beceremezsin. O orada, kedi orada,
kendi yok.
(...)

26 Aralık 2011 Pazartesi

a n a t o m i



Gel ve dinle; her gördüğünden, bir portrenin/öykünün izini sürmeye hevesli acemi sanatkar:
…bir plazma beden olarak, var edildiğinden beri bekleyen vaatlerin, çiçeğini unutmuş, kabuğunu kurutmuş, ısırığını özlemiş bir meyvenin, davetkâr ve fakat unutkan efendinin o bildik izini sürdüm; eti toprağa çürüyen, suyu havaya buhar, bir hayalden ibaret yaşam medresesi; şehvetin neticesi, aşkların binicisi, arzunun eğitmen bedenini gördüm; damarlarından bu kocamış ağacın, bu körpe dallarına, köhne köklerden emip de zorla, isimlerini verip, cisimlerini bildirdim tek tek; bu bir mevsimlik geleceğin kozasını daracık dehlizlerden, geçmişten, esrik eziyetlerle taşıyıp, önüme yığan zamanın ruhu; yazıklanma, sen de dene, en karanlık gecelerde, kayıp ormanların kuytusunun birinde, anlam yüklü ağulu çiçeklerin bir anlığına açıverip sana göz kırpıvermesinin bir gün şahidi olabilmek için, bir belkinin peşinden gitmeye değer; değer bir günlük kelebeklerin kölesi olmaya; o vadi var olduğundan beri seni ister; bak, mavinin neşesi, alevin efendisi, örümceğin emeceği ilk kanla çökecek uykunun beklentisinden yükselen özlemin titrettiği aşk evinin ateşi, sayıklamaların terli gecesi, böceğin zehiri, umudun yangını doğuracak yarınları; yumurta, kozalak, yumru ve tohum; solgun, kuru ve suyu kaçmış, dolaşımları karışmış ilişkilerin şişmiş uru, şaşkın plasentası; ne zaman ki iki mumun aşkına bir üçüncü izin verir, onlar erir; aşk, maddenin beşinci hali…

25 Aralık 2011 Pazar

m a j i s k ü l



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 209198 no'lu oda
---------------------------------------------------------------

(not defterime)
" Poligamik aşısı vurulmuşken kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa, hatta bazen kısık da olmuyor ateş, kavruluyorsun...bu döner sahne ikimize yeter mi acaba, yoksa dar mi gelir bize... sen öğrenebildin mi kadın beyninin kasada saklı şifresini, gizemli suların en derine akması için gerekli kombinasyonlar elinde mi...Vasatlığa katlanmak zor. Çok kesin, miniskül ayrıntılar. Dışarıdan ya çok besleniyorum ya da tamamen aç kalıyorum....renkler, dokuklar, kokular, sesler, sözler ve bütün bunların binlerce kombinasyonla bir araya gelişi. Geri dönüşü yok. Buna mecburum. Sadece ucu kımızıya boyanan harfler değil, bir de senin onlardan birini okumuş olma ihtimalin var. Bu yüzden tek tek anlattırmak isterdim kaç kere...gözlerinle görebilmek isterdim., Hepsini ayrı ayrı olabilecek bütün ihtimalleriyle canlandırdım, tekrar tekrar, defalarca. Gereksiz bilgi, hayal gücünün mamüllerine nazaran hafif, ama gene de gereksiz, boşveer.
Dedim ya benimki karmaşık kombinasyonlarla ilgili. Bu yüzden o kadar güzeldi ki çok şey. Kal ! "
(yazmıştım)
....
Yazdıklarımı okuduktan sonra panikleyen hastabakıcı acil servis butonuna bastı!. Oda; konsültasyon ekibiyle doldu.

.

23 Aralık 2011 Cuma

r a m p a

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 39014 no'lu oda
----------------------------------------------------------------
" Biliyorum uyanığım, ve hala uyuduğumu da. Yaşamanın bitkinliğiyle hurdahaş olmuş eskil gövdem, vaktin hala çok erken olduğunu anlatıyor bana. Kendimi bastırıyorum. Bilmiyorum niye...
Boğucu biçimde tinsel, şeffaf bir tembellik içinde, uyku ile uyanıklık arasında, bir düşün yalnızca gölgesi olan bir düşün içinde sönüyorum. Algılarım iki dünya arasında sallanıyor ve bir göğün enginliğiyle aynı anda bir okyanusun enginliğini körlemeden görüyor; o derinlikler içiçe geçiyor, karışıyor ve artık ne kim olduğumu ne de ne düşlediğimi bilmiyorum.
Gölgelerden gebe bir rüzgar, cansız tasarılarımın külünü uyanık tarafımın üstüne savuruyor. Meçhul gökkubbeden aşağı, bunaltıdan ılınmış bir çiy düşüyor. Süreduran yoğun bir endişe içerden ruhumu yönetiyor ve rüzgarın, ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, şaşırtıcı biçimde beni değiştiriyor.
Hastalıklı ve ılık odamda, dışarıdaki göndoğumunun müjdecisi yarı aydınlık ve yarı karanlık titerişyor. Baştan aşağı durgun şaşkınlığım. Gün neden doğmalı? Günün doğacağını bilmek bana acı veriyor, ağarmak için benim çabalamam gerekecekmiş sanki.
Şaşkın bir yavaşlıkla kendimi yatıştırıyorum. Havada süzülüyorum, yarı uyanık, yarı uykulu, ve içimin ortasında bir başka gerçeklik cisimleşiyor, hiçbir yerden dışarı fırlıyor...
Geliyor -ama en yakındakini, o ılık odayı kaldırmadan- geliyor, o tuhaf orman. Algılarımın, dikkatimin açıldığı durumda, iki gerçeklik aynı anda oluşuyor, birbirine karşan iki duman sorgucu.."
.......
BuS gibi ürpererek uyandım. Pikseli yüksek telefonumun sms marifetini kullandım: Bak (dedim), derinlik beni başka derinliklerle yüzleştirir, pencerem açılır; uçsuz bucaksız ürperirirm. Birden o an, herşey hız alır: imgelem, bellek makaraları vs..
Saat kaç / masın ?

.

m ü b a l a ğ a

fol / 90x90 / tuval üzerine akrilik / s.t. / 2010


Yoktu. Yalnız kayıptı, yalnız kalmamıştı, tezgahta tedavülden kalktı dediler, uyan/a/maz artık (dedi) uzaktan bir ses.. artık aydınlık 'yalnız' dediler… Karanlığa ne olmuştu peki? Cesareti eline geçirip esareti yenmiş ve zafer naralarıyla beslenen bir nefes mi oluvermişti ? … Sezgilerimi yokladım. Onlar da; yalnızlığı-n, yalnız olduğunu ama yok olduğunu fısıldadılar. Kayıptı, aramak gereksizdi..
'Resimli' ilan vermeliydi; 'yalnızlığımı kaybettim'... bulan ?

21 Aralık 2011 Çarşamba

m ü n a z a r a

tuval üzerine akrilik / 30x30 cm. / 2010 / s.t.
http://www.sanatgezgini.com/artistdetay-1322311279-semihtaytak-1.html


Diyorum ki, böyle kalsak. Tuvaldeki gibi. Kucakkucağa, yüzyüze, kaburgakaburgaya, kenetlenmiş…

İki parçalı ve sadece ikisi böyle birleştiklerinde ifade bulan puzzle olarak.

Türkçesi yap-boz. Biz bozmasak; bulunmuş bir bulmaca olsak, böyle kalsak?

(...)

20 Aralık 2011 Salı

p u d r a



Ne zaman, nereye açılacağı belirsiz derinliğinden gelen ışığı takip eder miyim ben? Ona yetişsem ve hatta dokunsam döner… teslim olur mu? Teslim olabilir mi-yim? Hikayeler hangi koşullar altında devam eder, ne zaman biterler? Bu görüntüyü dondurabilir, saatlerce bakıp kendimi kaybedebilirim. Ama dokunulmazdır. İçeri girer. An gider.
Arzu gerçeklikte bir yara ve nasıl arzu edeceğimizi fena halde öğrendik (ya) filmlerden. Şimdi ne olacak dersin? şimdi sus lütfen.

19 Aralık 2011 Pazartesi

b i l d i r - i






Bildir-me:

Ergen için beden, en tanıdık olan yabancıdır. (…) Emin bir yuva mıdır beden? Güvenilir midir? Farklı birtakım bağlılıkları var mıdır bedenin? Neleri vaat eder ve neden bazı şeyleri reddeder?


Bildir-meme:
O halde bir beden; içine kapatılmış, hapsedilmiş gibi duran bir mahremiyetin belirtisi ise, bu bedenin ten olmasındadır (…) Ten, ağırlık taşımaktan ve kımıldatmaktan başka, bir şeyler anlatır, “ anlatım “ dır.

18 Aralık 2011 Pazar

i z



Bazen bir köşede, siyah beyaz bir fotoğraf bulursun.
Bir saniye bakarsın, otuz yıl geçer. Zaten otuz yıl, bir saniyede geçmiştir.

(...)

17 Aralık 2011 Cumartesi

k o z



Söylesene; nasıl böyle his felci olduk biz?. Eskiden kalbini teslim edenin bu 'yarışta galip geldiğini', zaten yolda düşüp kalacak olsak bile başka türlüsünün mümkün olmadığını biliyorduk.

Kördük de gözlerimiz mi açıldı dersin, yoksa kalben emekli mi olduk?.

(...)

16 Aralık 2011 Cuma

r u t i n

fotograf: iv


...kapılar, bacakların gibi ardına kadar açıktılar... kuytu bir köşedeki bir mağaranın hazırlıksız ev sahipliği, yosun tutmuş, nemli duvarları ve eşiğinden, bir adım gerisinde davetsiz bir misafir...
posta kutusu bile olmayan bu mabetin önünde, uzun uzun içeriden gelen buğulu kokusunda durup bekledim...
koyu bir muhabbete iştahın olmadığından...kaybettiğin mektuplarını bırakıp gittim…

r e p l i k a

fotograf: antoni georgiev

Psikiyatri Kliniği / Gce / Gündüz / İç / 890897 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------------
Bir kurbağa mıyım (yoksa) diye sordum/soruyordum kendime.
Aslında kurbağayım. Kabul ettim on-lar-dan ayrılıp kendimle bir süre baş başa kalıp hesaplaştıktan sonra. Evet ben 'vırak vırak' bir kurbağayım. Bataklıkta çamurda yaşarım. Sinek yer siğil atarım. Vıcık vıcıkım. Bunca öpülmüş olmasaydım prens düşlerimi sürdürebilirdim. Ama, öpüldüm öpüldüm hala kurbağa kaldım. Demek ki ben gerçekten, su götürmez bir şekilde kurbağayım. Bir ara birileri prens sandı ama çabuk aydı. Çünkü iki oda bir salon, penceresi göğe değil, tıpkısının aynısı başka saraylara açılan sarayımıza vardığımızda, beyaz atımdan inip, tahtıma kuruldum ama birden vırakladım. Bu bir kereye mahsus olsa neyse. Epeyce sürdü böyle. Ben her seferinde bataklığıma fırlatılıp atıldım. Sonra birileri yine geldi. Yine öptü. Yine sandı. Yine saraylara varıldı. Yine vırakladım. Bir değil, on değil. Ehh ömrüde yarıladım artık. Sağolsun 'duygu hazretleri'. Yoksa insan olduğuma dair bir yanılsama içinde ömrümün diğer yarısını da niye anlaşılamıyorum diye kaygılı ve kırgın denemelerle, ve her seferinde daha gür vıraklamalarla harcayacaktım.
........
Su içinde uyandım. Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım başucumda: - Anlaşılan uzun bir süre daha burdasınız (dedi).
Vırak!! (dedim içimden)

.

15 Aralık 2011 Perşembe

p a r a n t e z



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 674563 no'lu oda
---------------------------------------------------------------
Şöyle/mi - oldu/mu:
Zayıf düşmüştüm. Güçsüz. Sence sevilmek, bence zedelenmekten. Parçalarımın kime faydası dokunabilir? Kendimden başka şey olmak zorunda bırakmayan kuvvetli birinin yanından ayrıldığımda, yığılmak üzere olduğumu fark ediyordum. Oksijeni kısıtlı herkes gibi, asgari nefes ve hareketle yapabileceğimin en fazlası, hayatta kalmaktı. Halbuki pek çok ihtimal bana hazırdı: her şeyi yerli yerinde bir yaşam, bonus olarak sevilmelerden hangisini seçersem o, istersem üçü bir arada. Ne istediğini bilen biri, daha ne isteyebilir? Tek yapmam gereken ayakta kalmak, bir tebessüm ‘evet’ manasında, yumruğumu sıkmayı bırakmak, hepsi bu kadarcık. Ben kendi zorluğuma dayanamazken, ‘bak zorluğu sevenler de varmış’ diye gülümsüyordu güçlü-kuvvetli insanlar. Bu çılgın kalabalıkta, bu oburlukta. Bak herkes nasıl paralıyor kendilerini, böyle sabırla bakılmak inan ki ikramiyedir. Ama ben yığılmak üzereydim.

Gözlerimi yumdum ama uyumadım. Sabaha karşı çiyle kaplanmıştı üzerim, üşüyordum. Nasıl düştüysem öyle, ama bir şey değişmişti sanki. Yüz kaplan gücündeyim. İstesem uçabilirim. hızla, çok yükseklere. Yapraklar ve omuzlar ve gece ışıklarına bu mucizeyi söyler, herkesi iyileştiririm. Bütün ihtimaller geride kaldı. Etrafta ne görüyorsan bunun için oldular. İçimden ılık bir şey akıyor. Yeryüzü ve gökyüzü anlatın: insanlar mucizeye inansınlar. Islak, serin, uzak ve hüzünbaz bir deniz fenerinde kımıltısızım.
.........
Çok parlağım, çok açığım, müteşekkirim (dedim ).
- Şaraptandır (dedi)

- (...)

.

12 Aralık 2011 Pazartesi

3 . 1 4

mihrimah / 90x90 / tuval üzerine akrilik / 2010 / s.t.

Ben sana pervaneyim. Aynadan baktığında göremediğin tek göz benim.

Ayın etrafında döndüğü dünya, dünyanın etrafında döndüğü güneş benim.

Yuvarlağın hiç ulaşamadığı merkez noktası, merkezde sonsuz sayıda kesişerek yuvarlağı oluşturan her çap benim.

Pi sayısı kadarım. Sınırsızım, hiçim. İhtirasım, tuğlalarım.

Sevincim, kiremitim.

Hiçbir zamam bitiril-e-memiş 'r e s i m l e r'deki siyahlar, ya da renklerim.

.

10 Aralık 2011 Cumartesi

p u s u



Ey, tenin yenilgilerinden esas çıkar sağlayan 'ruh'. Tenin sırtından zenginleşen de, teni talan eden de, acılarına sevinen de, haydutlukla geçinen de sensin. Hiçbir dilde 'sen'den daha müstehcen kelime yok-tur.

Geldiysen üç defa kapıya vur!

(...)

9 Aralık 2011 Cuma

p e n t i m e n to







Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 895643 no'lu oda


---------------------------------------------------------------


Uzun süredir uykuda olan piksel zengini telefonumun ekranına, bilinmeyen bir numaradan bilinmeyen bir not düştü.
' bana aşkı tek kelimede anlat..'. Haydaaa! kaba kaçacağını düşünerek haydiii! demişim farkında olmadan.' Cezmi (Ersöz) dururken neden ben..' diyecek oldum ikinci mesaj düştü ekrana. '..lütfen sevgili başak'.... Yanlış numaraya yönderilmişsiniz diye yanıtlamaya hazırlanırken 'başak' karakter özellikleri hareket geçti. Görev, sorumluluk, yardımlaşma, nezaket dosyaları birbiri ardına açıldı. İçimdeki kullanılmayan masaüstü ögeleri tazelendi, küsmüş geri dönüşüm kutusunun gönlü alındı. Eh.. ben de nereye gideceği belli günahı da göndererek parmaklarımı hareketlendirdim, o bilinmeyen numaranın eşgaline; önce ' aşk bir ruh disiplini ' diyecek oldum, kekremsi geldi. ' Hummalı hissi aşkının sönmedi, silinmedi. Sadece; katı, köşeli durumlara dayanamayan kalbim, yuvarlak bir yalnızlığa bürüdü beni. Yoo yakınmıyorum artık. İçimde kuş ve çırpıntıdan çok, gökyüzü ve toprağı barındıran sonsuz bir ağaç var çünkü' diye yazmaya karar verdim, içimdeki huysuz adam itiraz ett. ' Şöyle yaz !' diye buyurdu. İtirazsız kabul ettim.:
" Neredeyse ufuk çizgisine koşut tırmanan, gittikçe incelerek silikleşen, bir türlü tepeye varamayan, etrafını kuru otlar bürümüş, hiç yolcusu olmayan, yer yer de kesişen patikalara bakıp aşk’ı düşündüm bu sabah, tuhaf…"

..........

Başucumdaki lambayı söndürdüm sönmedi. Tuhaf.

.

5 Aralık 2011 Pazartesi

c. v.



Özgeçmişimi yazmak istedim.

Geçmişim izin vermedi; 'geçmemiş olmasını dilerim' dedi.

(...)

3 Aralık 2011 Cumartesi

. . d i .



..eskiden hepsi başkaydı. Sadece kendimizden ibarettik, sadece bulunduğumuz yerdeydik.Paralel evrenlerin olmadığı; yekzamanlı, yekkimlikli, yekmeşgaleli, yekaşklı bir zamandan bahsediyorum. Biri telefon ettiğinde erişilebilmenin tek yolu evde oturmaktı. bazen sırf eve dönüp de “beni arayan oldu mu?” sorusunun cevabını dinlemeninki akşam çıkmayıp, çıkmamanın esas nedeninin beklenen telefon olduğu bilgisiyle boş boş durmanın azabını aştığı için evde oturur ve gene de telefona yetişemezdim. Zaten iki türlü de pek bir şey fark etmezdi, evde kalmışsam daima başkaları arardı, inatla dışarı çıktıysam telesekreterde 5 tane sessiz mesaj bulur, ya da evdekiler ismi yanlış hatırlardı, bazen de ben yanlış hatırlardım. Telefonlarda “meşgul” ya da “sessiz” tuşu yoktu. alternatif sayısı daima olması gerektiği gibiydi: 2. kimin aradığını gördükten sonra karar alma kaypaklığına alan yoktu, telefonu açar mertçe sesini duyurur ya da açmaz ve açmadığın telefonun kimden geldiğini asla bilmezdin. Bir randevu verdin mi mutlaka giderdin ve mutlaka vaktinde giderdin çünkü yoldan iptal edip, gecikeceğini söyleyip sıyrıldığına inanma şansın yoktu. bu yüzden onu orda gördüğünde gerçekten sevinirdin. İlişkiler kesin ve netti, çünkü çok efor gerektirirdi. Şimdi kaypak bir çağdayız, bu yüzden elediğim una, astığım eleğe bakıp ekmek yapma makinesinin düğmesine basıyorum.
Çünkü inanmıyorum. kopya çekmenin, saklanmanın, ifşa etmenin, kaşarlığın, sahteciliğin bu kadar kolay olduğu bir zamanın insanlarına ve davranışlarına hiç inanmıyorum. artık benim için sözlerin ve davranışların anlamı yok. ben artık sadece imal edileni ve feda edileni önemsiyorum. benim için hala sadece 2 alternatif var, tam olması gerektiği gibi. ya herru, ya merru… yoksa bu arafta, bu B planlı dünyada nefes almayı dahi beceremem.

.

1 Aralık 2011 Perşembe

f a s i l i t e



Psikiyatri Kliniği / Gece / 1678345 no'lu oda
-------------------------------------------------------------
Akşam kızıllığının odama kazandırdığı bu beklenmedik görünüm ve çağrıştırabileceklerinini peşine belki de bu yüzden takılıyorum... açık görünüşüm ve bunun yarattığı spekülatif karakter tahlilleri, gizli yeteneklerim ve bariz yeteneksizliklerim ve bunun yarattığı 10 üzerinden notlanma zinciri, bütün hepsi, salak bir dünyanın eski moda kapanları! Peynir yemeyen bir fare olacaktım ben, labirentin dışına doğru koşacaktım. Ne hakla; beni değerlendirmeye kalkan konsültasyon ekibinin (!) hayatlarını zindan ederken tereddüt etmeyecek, şişesi önümde açılmayan su içmeyecektim.
Güzellikle savaşım böyle başladı.

Sondan başlangıça herşey anlamsız... Giderken başlangıca doğru deli dana misali bilinçsizlikte, geçici hevesler geçici nefisler geçici yalanlar ne çabukta zamanı harcadılar.
........
Ben bir kez bir Aziz yitirdim, o günden beri hep Aziz kazandım. Bol bol yaşıyorum. Ne yapayım?
.

30 Kasım 2011 Çarşamba

m e n ü



Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 9356721 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------

Bugün tatsız bir konuşma yapmam gerekiyordu. Hastabakıcım “sen bir aynaya bak yeter.” dedi. Bakmam artık, hafifliği öğrenmeme müsaade edin. Yavaş yavaş azın tadına varmayı anlıyorum ben, bain-marie usulüne geçtim, yanmadan erimeyi, 170 derecede, uzun sürede pişmeyi deniyorum. Zamanla yarışım yok, kazanmakla ilişkim yok, ısınıyorum, ısındıkça başka bir şeye dönüştüğünü görüyorum tek başlarına anlamsız içeriğimin: kalbin mucizevi simyası. Fırından çıkıyorum sonra, gözeneklerimi itaatle açıyorum. Sıcak, ıslak, arttıran bir his bu. Kimsenin ilk 10'u arasına girmeyecek iddiasız bir tarif: hoşlanmak. Hüneri sükûn. İçime akanı emdikçe yumuşayıp, lezzetleniyorum. Koyu bir vişne yerleşiyor dudaklarıma, sessizce soluyorum rayihamı. Güzel bir kek oldu sırrım.
( .....)

.

29 Kasım 2011 Salı

t o p i k



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 8345621 no'lu oda
-----------------------------------------------------------------
Ne A, ne Ş, ne de K; poligamik aşısı vurulmuşken kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa, hatta bazen kısık da olmuyor ateş kavruluyorsun...bu döner sahne ikimize yeter mi acaba, yoksa dar mi gelir bize...sen öğrenebildin mi kadın beyninin kasada saklı şifresini, gizemli suların en derine akması için gerekli kombinasyonlar elinde mi...Vasatlığa katlanmak zor. Çok kesin, miniskül ayrıntılar. Dışarıdan ya çok besleniyorum ya da tamamen aç kalıyorum....renkler, dokuklar, kokular, sesler, sözler ve bütün bunların binlerce kombinasyonla bir araya gelişi. Geri dönüşü yok. Buna mecburum. Sadece ucu kımızıya boyanan harfler değil, bir de senin onlardan birini okumuş olma ihtimalin var. Bu yüzden tek tek anlattırmak isterdim kaç kere...gözlerinle görebilmek isterdim., Hepsini ayrı ayrı olabilecek bütün ihtimalleriyle canlandırdım, tekrar tekrar, defalarca. Gereksiz bilgi, hayal gücünün mamüllerine nazaran hafif, ama gene de gereksiz, boşveer.
Dedim ya benimki karmaşık kombinasyonlarla ilgili. Bu yüzden o kadar güzeldi ki
çok şey.
.........
Odam, bu tuhaf tazeliğin tebessümüyle aydınlandı.
.

27 Kasım 2011 Pazar

s e k a n s



Dış / Yol / Gece
----------------------
Annie: Beni izledin! İnanamıyorum!
Alvy: Seni izlemedim!
Annie: Beni izledin!
Alvy: Neden? Yani...senden yirmi adım geriden yürüyüp gözlerimi senden ayırmayınca seni izlemiş mi oluyorum?
Annie: Senin izleme tanımın bu demek.
Alvy: İzlemek başkadır. Beni gözetliyordun.
Annie: Ne kadar paranoid olduğunun farkında mısın?
Alvy: Paranoid mi? Sana bakıyorum ve ne göreyim, kollarını başka bir herifin kollarına dolamışssın bile!
Annie: İşte, bu da paranoidin son durağı!
Alvy: Evet..şey..bu gözetleme işini ben başlatmadım. yani önce hedefim gözetlemek değildi. Senin okuldan sonra birden karşılarsam sürpriz olur diye düşündüm.
Annie: Öyle mi? İlişkimizin özgürce olması senin fikrindi bir de! değil mi?
Alvy: Hadi canım sen de! sen de düpediz kırıştırıyordun o kurs öğretmeniyle! Şu..şu " Batı İnsanının Modern Bunalımları" dersini veren hıyarla!
Annie: O değil,"Rus Edebiyatında Varoluşçu Motifler" dersinin hocası. Ne yaklaştın ya!
Alvy: Ne farkeder! Hepsi sonuçta zihinsel mastürbasyon değil mi?
Annie: Haa, şimdi senin uzmanlık alanına girmiş olduk!
(yürür)
Alvy: (ona yetişir) Heyy, mastürbasyonu küçümseme! Hiç olmazsa sevdiğin biriyle sevişmek demektir!
Annie:....


(annie hall)

24 Kasım 2011 Perşembe

y i r m i d ö r t k a s ı m



70’ li yılların sonları. Küçük ve sakin bir kıyı kasabasında görev yapan genç bir edebiyat öğretmeni. İstanbul’da yaşayan ailesiyle konuşmak üzere düzenli olarak her hafta sonu şehirlerarası telefon kaydı veriyor. Özellikle tarife daha ucuza gelsin diye de geceyi tercih ediyor. İki odalı mütevazı öğretmen odasındaki tek konforu küçük transistörlü pilli radyosu ve telefonu. Kayıt verdikten saatlerce sonra telefon bağlanıyor. 4 yıl bu böylece sürüp gidiyor. Tüm kayıtları alan da, telefonu bağlayan da hep aynı ses. Yıllarla birlikte her ikisinin de yüzlerini hiç görmedikleri ama seslerini duydukları tek ortak şey telefon ahizeleri.
....
Günlerden bir gün, öğretmenin tayini çıkıyor kendi memleketi İstanbul’a. Yine arıyor şehirlerarası bilmem kaçı.
Karşısında yine aynı operatör sesi:

- Aynı numara kaydı değil mi efendim ( diyor ).

Bizim ki:

- Hayır ( diyor ) bu kez telefon bağlatmak için kayıt vermeyeceğim.

- Nasıl yani ? ( diyor operatör )

- Ben yarın sabah ayrılıyorum buradan....teşekkür etmek için aradım sadece. Bugüne kadar tüm telefonlarımı siz bağlamıştınız. Sesinizi tanıyorum, sanırım sizden başka da nöbetçi yoktu ?

- ...Evet, yıllardır nöbetçi hep ben kaldım. Özellikle ve isteyerek… Hem geceleri de…

- Her neyse, tekrar teşekkürler, hoşçakalın.

- (...) Sahiden gidiyor musunuz?

- Elbette..

- ………………… ! ( kesik hat sesi ).

.

.

(eğiten ve öğretenlere)

22 Kasım 2011 Salı

b u r g a ç



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 79878 no' lu oda
--------------------------------------------------------------
Çok haklısın (haklıyım-haklılar), hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.
(...)
Haklısın(yine); para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
Açıl susam açıl!!!
......
Pikseli zengin telefon ekranıma düşen esemes uyarısıyla uyarıldım.
- Arkandayız! (Kırk Haramiler)

.

21 Kasım 2011 Pazartesi

r e p e r t u a r



Psikiyatri Kliniği / Gece / Gündüz / 3568234 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------------
Piksel zengini telefon ekranıma bir not düştü. " Unutulduk mu? "... Nasıl unuturum. Aniden bastıran sitem yağmurlarından korunmak için şemsiyemi de alıp koşarak gittim. Güneş tepede, tepe içimde. Çınarın altındayım gel (dedim). Yaprak düşer kafamıza orada (dedi). Olsun, bende şemsiye var diyecektim ki yaprak ağırlığında bir yaprak düştü kafama, haklıymış. Koca çınarla selamlaştık. 'Mutluluğa hep geç kalırım, hep erken giderim mutsuzluluğa' derdim, bu kez öyle olmadı; mutlu oldum. Gece geçen gemiler bile gündüz geçti önümden. Renklerini farkettim. Yeşildi.

Onlar da; huzursuz ayak sendromuna tutulmuş sallanan sandalları farkettii. Kırmızıydı.

Yolcu ederken seslendi: Kendimden kaçmak için yolun karşısına geçsem işe yarar mı?.
Geçmedi.
......
Ter içinde uyandım. Başucumda fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım bana bir not getirdiğini söyledi. Merakla açıp okudum.
(....)
Bir kusur işlediysek biz gölgeler. Şöyle düşünün, herşey yoluna girer. Diyelim uyukluyordunuz koltuğunuzda, bu hayaller görünürken huzurunuzda. Bayanlar, baylar, çılgın oyunumuzu (ki yalnız bir düşdü onun konusu) yermeyin çok.
Bizi bağışlarsınız, gelecek sefere daha iyisini yaparız.
(William Shakespeare)
(....)

.

19 Kasım 2011 Cumartesi

s o l o

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 553334 no'lu oda

---------------------------------------------------------------

Orada geçmesini bilmeyen bir zaman içinde yaşadık, ölçülebilme olasılığı olmayan bir uzamda. Zaman'ın dışında bir geçitte, uzamdaki gerçeklik tarzlarını yadsıyan bir esnemede...Kaç saat, sıkıntımın beyhude esşlikçisi, mutlu huzursuzluğun kaç saati kendilerininin taklidini sundu bize...Ruhun küllerinin saatleri, uzamsal özlem günleri, dış manzaranın iç yüzyılları..Ve hiçbir zaman kendimize kütüphanelerde sesli kokuların orkestralarında yinenenleri sormadık...Yeşil şehvetleri, çağrıldıkları yola gölge ve dinginlik getiren ağaçlar..Adı, sanki onların etlerini dişlemiş gibi olan meyveler...Bir zamanlar mutlu olanlardan geriye kalan gölgeler...Yanıbaşınızda esneyen kırlığın en içten gülümseyişi olan açıklıklar, bütünüyle açık olan açıklıklar...Ah çok renkli saatler...An-çiçekleri, dakika-ağaçları, ah uzayda sabitleşmiş zaman.
.......
Uyanıyorum. Yüzüm gözyaşlarıyla ıslanmış. Yanaklarımdan aşağıya, dudaklarıma kadar akmışlar ve ilk hisstetiğim şey tuzun tadı olmuş; o tuz ki, az önce bu şevkatin, hüznün ve denizin umarsız bileşimini yaratmış olmalıydı.

.

16 Kasım 2011 Çarşamba

e s r i k



Psikiyatri Kliniği / Gece / Gündüz / 553334 no'lu oda
------------------------------------------------------------------------
Pencereden bakınca;

dışarıda, şafak çok uzakta! Ve deniz/orman öylesine yakın, öteki gözlerimin altında!
Yaşama düşümüz önümüz sıra yürüdü ve onun için ona özdeş yabancı gülüşümüz vardı, birbirimize bakmaksızın ikiz ruhlarımızda doğan, ötekimiz hakkında ikimiz de hiçbir şey bilmeksizin, ötekinin koluna yaslanmış kolu hissetmekten yoksun olan.

Pencereden bakınca;
yaşamımızın içi yoktu. Dışardaydık ve ötekiydik. Birbirimizi tanımıyorduk, düşler boyunca yapılan bir yolculuğun sonunda ruhlarımıza görünmüş gibiydik.
Zamanı unutmuştuk, sonsuz uzam zihinlerimizde küçülmüştü. Ya kırdaki ağaçların ötesinde, uzaktaki pencere kafeslerinin ötesinde, varolan şeylere yöneltilen o büyümüş-gözlü bakışı hakeden, gerçek herhangi bir şey var mıydı...?
Eksikliğimizin cıva saatinde düzenli ararlarla düşen su damlaları gerçekdışı saatlerimizin sınırlarını çiziyordu...Hiçbir şey kayda değmez, uzak aşkım benim, hiçbir şeyin kayda değmediğini bilmenin ne kadar hoş olduğunu bilmekten başka...
.....
Pencereden bakınca;
ah ezilmiş mutluluk..Ah sürekli kavşaklarda olma hali! Düş görüyorum ve bilincimin arkasında bir şey benimle birlikte düş görüyor...Varolmayan bu başka birinin düşü değil miyim belki de ben...

15 Kasım 2011 Salı

t e a s e r



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 77856 no'lu oda
--------------------------------------------------------------
" Gece yarısından sonra; sinir uçlarımda, uykularımdan dört gözkapağı önce enjektelenmiş hayli asetonlu şuh bir kahkaha duydum koridordan... Sonra birden kesildi.

Z raporunu alıp - ışıkları kapatıp kepenkleri indirdikten sonra - sana hissettiklerim bana ötekinin (sen) hissettiklerini gösteriyor - bu da aksak da olsa bir adaletin olduğuna inanmak için belki bir neden - az - diyorum - ancak bu kadar hissediyor(sun) - vah vah (sana ve bana) - ne yapalım - herkesin bir aşık olma metodolojisi var - herkes bir şekilde kendini ergolatmaya çalışıp - sırf bu sebepten dolayı faka basıyor - peki - sonunda ne oluyor?
- kör."
......
Bu berrak ve bir o denli berbat elektrikli halüsinasyon; aklımdaki atlıkarınca fabrikasından karaborsalanmış ve değeri ancak sahte bir çarşaf yanığı akşamdan kalma karşılıksız bir panayır bileti gibi geçti.
Kal.

.

14 Kasım 2011 Pazartesi

k a v a k a v a



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 578030 no'lu oda
---------------------------------------------------------------
O düş sessizliğindeki delice hayaller!

Yaşamımız yaşamın tümüydü...Aşkımız aşkın kokusuydu.. Kendimiz olmakla dolu imkansız saatler yaşadık. Çünkü, bütün varlığımızla, bunun eski gerçeklik olmayacağını biliyorduk.

Kişiliksizdik, kendimizin dışıydık, başka bir şeydik...Kendi bilinci içinde sızan o kırlıktık.. Ve ikinin birlikte olması gibi -gerçeklik, aynı zamanda yanılsama -biz de anlaşılmaz biçimde ikiydik, ikimizden hiçbiri, belirsiz olan öteki canlıysa, ötekinin kendisi olup olmadığını kesin olarak bilmiyordu.

Göllerin dinginliği önünde aniden belirdiğimizde, ağlamak istedik...O manzaranın yaşla dolu gözleri vardı, varlığın adsız bunaltısıyla doymuştu, ve bu bunaltı kendi sesini göllerin suskun sürgününde bulmuştu. Bilmeden ya da umursamadan, yürümeyi sürdürdük, yine de o göllerin kıyısında oyalanıyor gibiydik. Birçoğumuz onların içinde kaldı, oraya yerleşti onlar tarafından sembolize edildi ve derine çekildi.
........
Garip, korkunç bir rüya. Hem ürktüm, hem sevindim; dehşetli sahneler gözümün önünde, çırpınmada kalbim.

.

r o s e b u d



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 45634452 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------
Yine yazdı yazacağını, sordu soracağını. İndirdi duvardan.
" Tanıştırmak için ayna gerekli, diğerleri teferruat, sebep değil. Aynayı kırmak gerekli. Beni görmen için, seni görmem için. Aramızdaki ayna bizi birbirimize körleştirir. Onu çek aramızdan, aynayı soyun beni giyin. Benimle yüzleş - yüzümü al - açlığımı al - kalbimi al - aklımı al. Oradan başlanabilir. Hiçbir şeyi olmayan birinin soracağı tek bir soru var yine de, hiçbir şeye değil de tek bir cevaba sahip olmanın zenginliğini istiyorum: benden ne istersen eğer, onu gerçekten benden istemiş olursun? Benden ne istersen eğer, senden hiçbir şey istemem (iki soru, ama tek cevabı var?)."
.....
Ah anya, o pürüzsüz sırtını kaplamış kara sır, kumsallarını kokundan tanıyan bir cam ustasının ölümsüz aşkıdır.. ah anya, üzme kendini, o kadar yakınsınız ki; ne sen onu görebilirsin, ne de o seni.
.

12 Kasım 2011 Cumartesi

a m o r s

fotograf: almanah


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 4587865 no'lu oda
-----------------------------------------------------------------
Gün aşırı uygulanan 'uzak' enjektabl'ından sonra bir de; gelememenin, gitmemenin acısı.

Gelirsen, gidersen varlığınla acıtacağını bildiğin kalbi, gitmeyerek, gelmeyerek acıtmanın kalıcı acısı. Ne yaparsan yap varlığınla acıtıyorsan onu, dönüp bakmaya başlıyorsun, kim avlayacak beni? Nerede o mahir avcılar? İşte uzandım yatıyorum ormanda. Besleyici bir hikayem var. Hadi almıyor musunuz kanımın kokusunu?

Şimdi buradayım. burası neresi? orman. Burada olmanın anlamı burada değilken ben buradayım. Gidemiyorum da. Ayaklarımı fotoğraf makinesiyle benden koparıp buraya koydular. İyi niyetliydi bunu yapanlar, kuşkum yok. Kovabilirsiniz beni ; sürünerek gitmem için tekmeleyebilirsiniz, ama sürünürken acıyan canımla sizi de acıtabilirim. Biraz daha zaman verin, birkaç asır, çok sürmez bu sefer gelecek avcılar.

........
Ter içinde kavrıyorum, ben: iki uyumsuz aşığın bırakamadıkları iz... hiç kimseye bahşedilmeyen bir şey.
Işığı kapattım, gece geçen gemiler'in sessiz/ sesiyle doldurdum çubuklu pijamamın ceplerini.
.

10 Kasım 2011 Perşembe

Curriculum Vitae

fotograf: Birol Üzmez
Özgeçmişimi yazmak istedim.
Geçmişim izin vermedi.
Geçmemiş olmasını dilerim
(dedi).
...

4 Kasım 2011 Cuma

t r i p o d



Buluşacaklar. Bir türlü gelmiyor, gelemiyor. Mesaj gönderiyor “ hadi artık !” diye. Cevap yok. Masada iki dilim peynir, birkaç yaprak roka ve rakı var. Rakıdan birkaç yudum alıyor, peynirden de bir parça. İki dilim peynirden birini o'na bırakıyor. Ama tabaktaki duruşunu beğenmiyor. Çatal, bıçağıyla düzeltmeye çalışırken üçgen kesilmiş peynir diliminin ucu kırılıyor ve dilimden ayrılıyor. Canı sıkılıyor adamın. Yese olmaz, yemese ayrık duruyor tabakta, ayrıca o parça heyecanla beklediğinin. Bir süre bakınıyor tabağa, peynire, kopan parçaya… Karton ya da kağıt olsa yapıştıracak özenle ilk halini alması için, ama yok!. O bir beyaz peynir dilimi. Sert ve yağlı, hatta orta sert, gözenekleri büyük. Ama kopan ve ayrık duran o parça bütün resmi bozuyor tabakta. Alıyor eline çatal ve bıçağı; bir heykeltıraş estetiği, bir plastik ve rekonstrüktif cerrah ciddiyetiyle, (yan masadan sarkan meraklı bir çift göze aldırmadan) kopan peynir parçasını tamlıyor küçük parçayı ana parçaya. Roka yapraklarına hiç dokunmuyor bile. Üzerine de birkaç küçük rötüş atıyor bıçağın yan yüzeyiyle, hünerli parmaklarını kullanarak. Peynir dilimi ilk kesilmiş görünümünü alıyor. Bir önceki halini ondan başkasının farketmesi olanaksız. Peki 'o' anlayacak mı peynir diliminin koptuğunu, onu tekrar üçgen haline getirmek için adamın sabırla çaba gösterdiğini? Anlaması da gerekmez ya?

Merak edilen aslında şu; adam tabaktaki peynirin hangi parçası?.

- Üçgen dilimin büyük parçası mı?

- Kopan küçük parçası mı?

- Parçalanmadan önceki bütün üçgen parçası mı?

- Parçalandıktan sonra, önceki haline getirdiği şimdiki peynir parçası mı?

Kimbilir?..

.

29 Ekim 2011 Cumartesi

k o n t r e n d i k a s y o n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 078312563 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------
Orada hiç kimsenin olmaması ne de yeni ve dehşetli bir mutluluktu! Oraya doğru yürüyen biz bile orada değildik...Çünkü biz kendimiz hiç kimseydik. Biz bütünüyle hiçtik. Öylesine seyrelmiş ve cisimsizleşmiştik ki, varoluşun soluğu bizi boşluğumuza terketmişti ve zaman, bizi terkedip gitmişti.

Ne çağımız, ne amacımız vardı. Bütün şeylerin ve varlıkların sonluluğu, yokluk cennetinin eşiğinde kaldı. Onları hissettiğimizi hissetmek için kendilerini hareketsizleştirdiler; ağaç gövdelerinin pürüzlü ruhu, yaprakların yayvan ruhu, çiçeklerin gelinlik çağı ruhu, meyvelerin eğik ruhu. Kendimizi öyle kaptırmıştık ki, her birimizin ötekinin yanılsaması olduğu, her birimizin kendi içinde, kendi varlığının basit bir yankısı olduğu, tek bir kendilik olduğumuzu görmedik.
.....
Tuhaf...
Bir giysi, bir örtü giydirilmesi gibi…
Kurallar, çıplaklığın çirkinliğini mi örtmek istemekte…? çıplaklık neye göre çirkin-di ki…!
Kuralsızlık özgürlük getirir, çıplaklık utancı bitirir… mukayesesiz yaşam kabul getirir…tekliğin gereği fotokopiyi siler…özgünlük yaratıyı geliştirir.
Aynanın işi bu.. bizi bize gösterir…
Önemli olan nedir ki ?
Bu sonsuz oyunda.. son yokken.
.....

Uyanarak uykuya daldım ve çekilmez bir düşten yumuşak bir gerçekliğe kaçtım.

.

28 Ekim 2011 Cuma

s u a r e

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 35673233 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------
İçiçe giren filmlerin içine giren karakter; dışarı çıkmak için hikayenin dışına çıkabilir mi? Çıkış yok. Kaçış yok. Tüm gerçeklerin dahil olduğu hikaye var. Bir de; sadece gerçeklerin dışarı da bırakılmasıyla anlatılabilen hikaye. Şimdi ikisi burada, yan yana.

" Dışarı da”, dışarıda kalmamış; yanlışın içindeki doğruyu da, doğrunun içindeki yanlışı da dışarıda bırakmadan; insan, okuduğu metnin ilerisine gittikçe, ilerledikçe, duyduğu gerçeğe biraz daha yaklaştıkça, daha da, daha da ilerledikçe, sonunda hikayenin bittiğini görecek. Hikaye ondan sonra başlayacak. Peruklar, kostümler, mekanlar, dekorlar yıkıldığında, tüm yalanları gerçek kılan o her neyse apaçık ortaya serildiğinde; makara boşalıp da film bittiğinde, ışıklar yanacak: “dünya varmış” sözünün kullanıldığı durumlara yeniden, yeniden bakılabilecek.

Gündelik gerçeklerin dışında sadece tek bir gün için geçerli olan gerçekler var. Meraklanıyorum. Neden aynı sahnede ısrar ediyor izleyici? Bir gün, sadece bugün yaşanan bir gerçek, gündelik gerçeklerin çok dışında; gerçekliği korumak için gerçeklere ihtiyaç var mı? .

Tekrar izlenen bir sahne diğerinin aynısı mı - değil mi?..
Aklımdan; kurtulmak isteyen gölgeler, ayırt etmekte zorlandığım nüanslar, üzgün yüzler geçebilir. Hayır, bilmiyorsunuz sadece varsayıyorsunuz. Acıyı alıyor gibi yapıyor sonra gizlice daha fazlasını baş ucuma bırakıyorsunuz. İşte o anda hayatın sokaklardaki uğultusu susuyor. Hoş bir bağışıklık.

Önemli olan mı ?.. neyin önemi vardı ki kandın…sen aslında asil bir kandın…neden kandırıldığını sandın…oyun oynama.. oyum her an sana…

Zaten; yalnızlık bir diğeri olmadan bilinemezdi ki.

.

27 Ekim 2011 Perşembe

d i s e f a l i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 57845630 no'lu oda

-------------------------------------------------------------------

Yoktu, yalnız, kayıptı, yalnız kalmamıştı, tezgahta tedavülden kalktı dediler, uya/u/nmaz artık (dedi) uzaktan bir ses.. artık aydınlık 'yalnız' dediler… Karanlığa ne olmuştu peki? Cesareti eline geçirip esareti yenmiş ve zafer naralarıyla beslenen bir nefes mi oluvermişti ? … Sezgilerimi yokladım. Onlar da; yalnızlığı, yalnız olduğunu ama yok olduğunu fısıldadılar. Kayıptı, aramak gereksizdi… İlan vermek gerekirdi… Yalnızlığımı kaybettim bulan ?
Cennetteki incir ağacının dibine bırakıversin bir zahmet.. rica minnet.. iyilikle olmazsa, kötülükle dene (dedi) yılanın teki… sürünüyordu hiç tıslamadan …
Yalnızlık iyiydi de; kötülük olan, algılanan neydi yalnızlıkta. Bilmek isteyen var mı (dedi) Muhteşem Süleyman…
Gerildi yay, salındı ok fırladı. 'Tam isabet' diyen bir ses yalnız olan elmayı vurmuş, tam da ortadan bölmüştü ikiye birden bire…biri yerde, biri hedefte….
Yarım elma gönül almak istemiş koyulmuştu yollara, yalnız olmadığını bile bile. Çırpınan bir örümcek sularla boğuşuyordu ağını örmesi gerekse de, kader istese de nafile…ilmikler boğazını tıkıyordu...
.....
Canım sıkıldı, içim daraldı, artık yüzmek istemiyorum…nefesim bana yeter… kıstırsam da bu merdiven altında kendimi… merdivenin merdivenlerini sayarken kayan yıldızlara bakarken; merdivenleri tırmanmaya, yıldızları tutmaya karar verdim …Esnettim kendimi, sıçradım uzaklara, yalnızlıktı karşılıyan. Elinde yarım elma bekliyordu tam karşımda…..
Sarıldım ona içim titreyerek nefesim kilitlendi…örümcek.. İlmikleri çözüverdi ….
Görüşürüz….o yıldızların altında incir ağacında…

.

14 Ekim 2011 Cuma

k e k r e m s i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 673452 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
Bir ilişki ne zaman tükenir? Son sigaranın neresine geldiğimizi biliriz; ama sarmallar halinde ilerleyen şu hayatta, bir ilişkinin neresine geldiğimizi nasıl tayin ederiz? Gemiyi kurtarmakla canımızı kurtarmak arasındaki geri dönüşsüz sınırdan nasıl geçeriz? Sigarasını yakmaya kıyamayan tiryaki nasıl kaldırıma çömelip izmarit aramaya başlar? İstatistikler %50 şans veriyor, bu durumda ömür miâd olarak geçerli bir süre midir? Ne feci bir oran, oran bile değil, trenin durmadığı, kimsenin inmediği ama gene de toplamı sayıya bölünce beliren farazi kasaba olmalı burası. yoksa, bir tarafa düşmeden durulabilir mi %50’de, pür dikkat hiç kımıldamasan bile?
...........
..offf... kıvırtmalardan bıktım. Her gece aynı şiirin son iki dizisine koyuyorum başımı ve bana ne çok yalan söylediler her gece aynı şiirin son iki dizesiyle.
( reset butonuna bastım)
.

13 Ekim 2011 Perşembe

ş i z o i d

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 856675 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
" iki ayrıntılı düş arasında buruşuk bir yatağın çerçevesinde herkes kendi bedbahtlığını yapışkan bir lolipop gibi emerken bir utanç kaplıyor ki amansız - sanki kara çarşaflara kundaklanmışız namussuz bir ahlak duygusuyla - böyle müsrifçe akıtmak yerine keşke nikahlansaydık beyaz tül biçiminde sahip olduğumuz eninde sonunda bu tuhaf beden değil mi kendi tenine hapis - bir de hiçbir yürekten kucaklaşmaya yer bırakmayan uzun bir ıstırap - buna da şükür tüylerimiz var acıyı hafifletmek için - geceyi belli bir ritimle gıdıklayan süpürgede dudağımı dişliyorum soluğum kesik - şimdi hiçbir şeysin- hiçbir şeysin - lağım fareleri gibi önce üfleyip sonra kemiren bu pis gecede zafer benim - daha da diye yükselecek bir ses çıkmıyor ve nedir şimdi bu üstüme yığılı beden (bir cam çatlıyor aramızda) artık giyinmeliyiz - hemen giyinmeliyiz".
..............
Neyse ki; ben uzaktan bakmaya alışığım, bir de kaybetmeye dair tatlı bir zaafım var.
Temsil bitti; çıkar maskeni, sil sahne makyajını.

.

12 Ekim 2011 Çarşamba

o l a s ı l ı k s ı z l ı k l a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 63882 no' lu oda

---------------------------------------------------------------
Birdenbire; “neden böyle üzülüyorsun? söylesene!” diye bağırdım. Anneme cevap verdiğimi duydum rüyamda ağlayarak. Şaşırdım. Konunun bununla hiç alakası yoktu. Ne ayrı, ne barışık, bir tarafta kalabilmek için kafamızı kaç kere duvara çarpmalıydık?... ama konu tabii ki tamamen bununla alakalıydı. Sevgisini esirgeyerek sevebilen birinin sevgisini almaya çabalamakla… bir sabah bütün vücudumu kaplayan kızarıklıklarla uyanınca anladım. Sen anlamadın. Bazıları onlar için ne kadar üzülürsek o kadar sevildiklerini düşünüyorlar. Üzülme kapasitem geniş, üzülüyorum; sabaha varmayan saniyeler, üçyüz yıllık ağacın ağrısı, kolumu yardığımda artık acımayıncaya kadar… çok üzülüyorum. Sevmek öyle güzel ki; severken üzülürüm de ne var? Üzüntü; sabunlar, tazeler bazı zamanlar, insan kendi gücünü anlar. Üzülüyorum ve üzülürken başka üzüntülerin üstesinden de geliyorum.

Üzülmek bireysel bir faaliyet, pet şişede gözyaşına kavramsal sanat diye bile bakmazlar ve nihayetinde de üzüntüyle sevmek arasında bir tahteravalli var. İnsan kıçı kırmamak için tam ineceği anı nasıl biliyorsa, öyle hassas ve hayati bir nokta, tepede kalmış üşümüş sıkılmış, “aman be üzüntü be, uzattın” diyor kalp.

Kendi ruhum ve tenimle sınırlı olduğumun bilinci: “ memeden ayrılma vakti yavrum, bak artık büyüdün sen, üzüntü büyüttü seni…”

Hadi. Hava kararıyor, oyun bitti.
............
Başucumdaki pilli radyoda çalan arya bitti. Hastabakıcıma, bitti (dedim). Dinlediğiniz için bitti (dedi) anlamsızca. Haklı; dinlemesem bitmez/di.

.

11 Ekim 2011 Salı

m e r i d y e n



fotograf: umayumay

Psikiyatri kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
" Gitmeyin" diye buyurur çağdaş bilgelik, çünkü herşey görülmüş, herşey boşunadır. " Kaçış korkakçadır " der ahlakçılar, insan sorumluluklarını yüklenmelidir." Kaçış yararsızdır " der çağdaş ruhbilim, insanın gölgesi, nevrozu, sıkıntısı yakalar onu her zaman. "Ben" bir hapishane, dünya da onun uyanık gardiyanı. Öyle olsun. Yine de dünya bize onu adımlama isteği verecek, kendimizi onun yorulmak bilmez, tükenmez çeşitliliğinin tadına varmaktan başka bir doğrulamamız olmaksızın onun kollarına bırakmanızı sağlayacak kadar zengin, kendi içinde çekici.
.......
Gün gelir dünyanın bir yerinde, yıllarca haberin olmadan yaşamış birine bütün hayatını anlatmak istersin ya?
Ben başladım: Bir kılavuz olsaydım, diyor yolcu, bir yolcum olsaydı.

.

10 Ekim 2011 Pazartesi

b e n i s e v e n ö l S e n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 778890 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
“.... sevilmeyi sevmiyorum. sevilince omuzum ağrıyor - sevmeyi sevmiyorum - sevince midem ağrıyor. Aşkın kendisini diminütif buluyorum. Ortalığa dökülmesinden, ‘aşığım’ diye böğürülmesinden ....niyorum. Her nevi sevgiyi ticari buluyorum. Annemin sevgisi beni paralıyor, babamın ki özletiyor, onun ki yıpratıyor, bunun ki doyurmuyor. Sevildiğimi anladığım an; sevilmeye hiç uygun olmayan biri olan kendimi sevdirerek birini kandırmış olduğum için kendimden nefret ediyorum. Kimi sevsem, kime kendimi sevdirsem mutlaka birilerine haksızlık, erdemsizlik yaptığımı farkedip utanç duyuyorum. Mümkünse kendi kendime sevilip sevsem ben. Uzaktan sevsem de kimseyi yormasam, hayatlarına karışmasam, sevildiğimi bilmesem de; beklenti, özlem, güçle sınanmasam. Aramadığım sevgiyi onda buldum biliyor musun? tıpkı seni bulduğum gibi tesadüfen. Sevdiğinin ve sevildiğinin farkında değil, başka türlüsünü bilmiyor. Geçmişi sorgulamaya, gelecekten endişelenmeye gerek duymuyor. Hafızası oluşana kadar sürecek bu... sonra: “beni yeterince sevmedin. hayır, çok üstüme düştün. sevginle boğdun.” diye bilmeden kaçırdığım ayarların acısını başkalarından çıkarmaya girişecek."
.........
Yüzümdeki kızarıklıkları sordum, fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcıma. Dün yaptığımız poligami aşısının allerjik reaksiyonudur, birkaç güne kalmaz geçer (dedi).
Artık yapmayın (dedim).
Burada kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa.

.

4 Ekim 2011 Salı

f a c t i c i u s

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------

Ziyaretime gelmeyen ziyaretçimle gece yarısı esemes diyaloglarından;


- Kapıyı açtı kapı açıldı.

- Karşısında karşısı vardı

- Kapıyı kapattı kapı kapanmadı.

- Kaldı...

- Kapıyı açmak, beklemenin kesin bir işareti mi?

- Kapıyı açmamak, beklemiyor olmanın kesin bir işareti mi?

- Hiçbir yere evrimleşmeyen zaman, zihinlerden silinip gidecek mi?

- Kalp temizliği; sonbahar'ı sevmeye başlamakla aynı şey/mi ?

- Her şeyi süpürebilirsin, ama sonbaharı asla!
........
Gece'den düştüm. Düşlerim ovuldu.

.

3 Ekim 2011 Pazartesi

t r o y k a


fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no'lu oda
-----------------------------------------------------------
Gece yarısı fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım bir mektup uzattı, bu size geldi az önce (dedi).

“…Vazgeçilecek, terk edilecek bir şey yoktur. Edinmeyi durdurmanız yeter. Vermek için sizde olması lazım; sizde olması için almanız gerek. İyisi mi, almayın… Huzursuzluk sizi hiçbir yere götürmez. Sizin hiçbir şeye ihtiyacınız olmadığını görmenizi bir şey engelliyor. Bu, sanki bir zehir yutup da dinmek bilmeyen bir susuzluk çekmeye benziyor. Ölçüsüzce su içeceğinize, neden zehiri çıkarıp atmıyor ve bu yakıcı susuzluktan kurtulmuyorsunuz…”
.........

Daha ne olduğunu algılayamadan, ikinci mektubu uzattı.

“…Alabildiğine berrak ve açık bir şekilde görebiliyorum ki siz şimdi ve burada, mükemmelliğin tamamı olduğunuz gerçeğine ve sizi bu mirasınızdan, aslında olduğunuz halinizden hiçbir şeyin mahrum edemeyeceği gerçeğine asla yabancılaşmış olmadınız, değilsiniz ve olmayacaksınız. Siz, hiçbir suretle benden farklı değilsiniz, sadece bunu bilmiyorsunuz. Ne olduğunuzu bilmiyorsunuz ve bu yüzden kendinizi olmadığınız şey olarak imgeliyorsunuz. Bu yüzdendir arzular ve korkular ve başa çıkılmaz çaresizlik duygusu; ve bu yüzdendir kaçmak için anlamsız uğraşlar…”
........
Üşüdüm... zaten anladığım kadarıyla karlar kraliçesinin de dilek gerçekleştirme gibi bir hizmeti yok. Benim gibi tekamül etmemiş ruhlara da, böyle bok yemek düşüyor işte.

Ona pencereyi kapatmasını söyledim.

.

2 Ekim 2011 Pazar

l u l i b e r i n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 1989 no'lu oda
--------------------------------------------------------------
Ağaçların durağan devinimi; pınarların huzursuz dinginliği; bitki özlerinin mahrem ritminin tanımlanamaz soluğu; bütünüyle tinsel bir anlaşmayla, çok uzak, ama ruha çok yakın kedere, gökyüzünün derinliklerindeki sessizliğe, onların içlerinden geliyormuş ve elini uzatmak istiyormuş gibi görünen şeylerin yavaş gecikmişliği; yaprakların, yalnızlığı düşlemenin damlacıklarının, uyumlu, beyhude dökülüşlerinde bütün kırlık gözlerimizi doldurmaya geliyor ve ötekinin anısı gibi içimizde kadere dönüşüyor -bütün bunlar, belli belirsiz bizi bağlayan gevşek bir kemer.

Orada geçmesini bilmeyen bir zaman içinde yaşadık, ölçülebilme olasılığı olmayan bir uzamda. Zaman'ın dışında bir geçitte, uzamdaki gerçeklik tarzlarını yadsıyan bir esnemede...Kaç saat, sıkıntımın beyhude esşlikçisi, mutlu huzursuzluğun kaç saati kendilerininin taklidini sundu bize...Ruhun küllerinin saatleri, uzamsal özlem günleri, dış manzaranın iç yüzyılları..Ve hiçbir zaman kendimize kütüphanelerde sesli kokuların orkestralarında yinenenleri sormadık...Yeşil şehvetleri, çağrıldıkları yola gölge ve dinginlik getiren ağaçlar..Adı, sanki onların etlerini dişlemiş gibi olan meyveler...Bir zamanlar mutlu olanlardan geriye kalan gölgeler...Yanıbaşınızda esneyen kırlığın en içten gülümseyişi olan açıklıklar, bütünüyle açık olan açıklıklar...Ah çok renkli saatler...An-çiçekleri, dakika-ağaçları, ah uzayda sabitleşmiş zaman...!
.......
Uyanıyorum. Yüzüm gözyaşlarıyla ıslanmış. Yanaklarımdan aşağıya, dudaklarıma kadar akmışlar ve ilk hissettiğim şey tuzun tadı olmuş; o tuz ki, otuz dakika önce yoktu.

.

30 Eylül 2011 Cuma

i n c r e d i b i l i s

mihrimah/ tual üzerine akrilik / 90x90 cm./ 2010 / s.t.


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
Ziyaretçime; nefesini tutup bir defada okumalısın (dedim). Denerim (dedi).
..........

" ...bir geceyi neyle ölçeriz uzunluğuyla mı derinliğiyle mi feda ettirdikleriyle mi kazandırdıklarıyla mı unutturduklarıyla mı hatırlattırdıklarıyla mı yarattıklarıyla mı yok ettikleriyle mi ya aşkı aşk kara bir delik ölçü aletlerinin sapıttığı içerek yazarak ıslanarak sevişerek saklanarak ve kanatarak ölçenleri duyardım ama ben işim gereği bekleyerek ölçerdim geceyi sadece bekleyerek ölçerdim çünkü eskidendi bekleyişi gecelerle ölçen o kapkaraydı uyandırmadan önceydi gecemi saftı sahiciydi kesindi gece olmalıyım ama olamazmışım uyku olmalıymışım önce uyku nasıl olunur yapılırsa kaç kişiyle yapılır kapalı bir kutu mudur derinliğiyle mi ölçülür rüyasıyla mı yoksa upuzun saçlarıyla mı düşünmek istemiyorum beklemek istemiyorum gece olmak için saf sahici kesin karalarla dolu kara geceler içinde renk üstüvanesinde dönen renklere tutunarak ama kırmızıya kırmızı demeden önce siyaha merhaba diyerek karşılamak gece gibi hayatın başladığı yerde çırılçıplak.."
........
puuhhhhhhhhh....

.

29 Eylül 2011 Perşembe

d o z

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 1989 no' lu oda
---------------------------------------------------------------
Alkolümüzü, fizik, kimya ve matematiğimizi, kolesterolümüzü, açlık kan şekerimizi, zekamızı ölçme ve değerlendirmeye tabi tutabilirsiniz. Seçme ve seçilme sonuçlarımızı, daha tüm sandıkların açılması bitmeden yüzde doksan dokuz doğrulukla bildirebilirsiniz.

Nasıl kurbağa deneyimlemeyi size bıraktıksa, siz de; sevme ve sevilme sonuçlarını bize bırakınız.. ama biliyoruz ki ne söylesek dinlemeyeceksiniz!..
............
Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım, elinde kocaman bir şırıngayla odama girdi.
Profilaktik Poligami Endikasyonları için enjektabl uygulaması saatiymiş.

.