27 Mart 2010 Cumartesi

LaF - FaL

Dedi ki:
Varlığıma karşı geliştirdiğim—sahte—alerjiye karşı bir savunmaydı ağlamalarım…Gözyaşlarımı silme bahanesiyle lavaboda yüzüme bir iki su vurduğum o toy anlar…Hemen önümdeki aynadan kendime yönelttiğim kaçak, savunmasız bakışlarım…Ey, her gördüğünden, bir portrenin/öykünün izini sürmeye hevesli acemi sanatkar…
—İyi kotarılmış allak bullak bir bakış, öfke baharatıyla hafifçe tatlandırılmış ayva pembesi göz akları… Nesnesini yitirmiş aşık…
- Laf! (dedim)

24 Mart 2010 Çarşamba

Kekremsi

Dedi ki ( yazıyla ):

Yasak arzu doğurur. Ben dönene kadar da sana b u r a s ı yasak olsun.Mesafe dediğin nedir ki? Hiçkimse arzudan hızlı koşamaz, daha uzağa gidemez nasılsa…

Ben de ( demedim ):
Ümidi kestim. Yırtılmış yerden nasıl kayar makas, öyle, kolayca. Ümit bitti ama hayaller bitmez..
Herkese tavsiye ederim: ümidi keserek dikiliyor güzel elbiseler. Ümidi kesmekle önleniyor israf. Agresif bir yan yok bunda. Açık bırakılan kapı, kapalısından çok daha tedirginlik verici. İkea'dan aldığım kapı desteğini kaldırdım, pat! diye çarparken içim hoplamayacak, hatta belki fark etmem bile.Geride kalanları yoklamanın bir değeri yok. Hepsini ona bıraktım. Zaman nasılsa çarelerine bakar.
Ümit biraz zavallı bir hismiş, amipimsi. Muhtaç olmayı sevmem. Artık kendim dahil kimsenin mutluluğundan sorumlu değilim.
Kalp temizliği ( kuru temizlemeye benzemez ). İlkbaharı , daha doğrusu yeni mevsimleri sevmeye başlamakla aynı şey.
Kapatmalıyım ( hasta bakıcı geldi).


23 Mart 2010 Salı

Başlıksız / lık

..bugün gönlüm yine hüznün orospuluklarında gezdi.Telefonumdaki serbest anyonik maddeler geldi katyonuma yapıştı. Hortlamışlar gibi dursalar da hayvan mezarlığına onları gömen benim. Gönülsüz bir gösterişle gökyüzünden yağan damlaları gözümle takip edip; kışın artık bitmiş olması gerekliliğini, yerleri ve gökleri yaratana onu pek de kızdırmadan kaş göz işaretleriyle anlatmaya çalışıyorum.Takmıyor.
Ringin iki çapraz köşesinde iki namağlup karşı karşıyayız. Onun atacağı havlu pembe. Resmi internet sitelerinin kurumsal butonlarından hiçbirşey elde edilmiyor. Rresmi olmayanlar ise neyi resmediyor bilemiyoruz?
Bir sözlükte kendi sayfamı inşa ettim. Bütün kelimeler oklarını bana fırlattılar. B'ye bastım bir boka yaramayanlar düştü sözlükten.
Heykelimi dik. Tapın bana . Kitap yazacağım, her dile çevirt ve herkese okut anlamasalar da ( demişim ).
Ruhum/n için bu şart. Baktım olmuyor, akrilik renklerle seviştim bütün gece.


SUlar içinde uyandım…Islaktı sabah.



Gece

G.: Öyle sanıyorum ki, birbirimize söyleyecek şeylerimiz daha bitmedi.
V. : Tabii, ama…Aşk bazı engeller koyuyor insanın önüne. Çevresinde bir boşluk yaratıyor.
G.: Ama içinde değil. Romanlara bile yeni girdi bu duygululuk.
V. : Şimdi anladım. Yeni bir şeyler yazıyorsun bu gece.
G.: Bundan böyle tek satır yazabilecek miyim, onu bile bilmiyorum şimdi. Ne yazacağımı bilmiyor değilim, nasıl yazacağımı bilmiyorum. “ Bunalım “ dedikleri bu olsa gerek. Günümüzde herkesin başına gelen bir şey bu. Ama benim içimi gizli gizli kemiriyor, bütün yaşamımı değiştiriyor.
V.: Zayıf bir insansın. Benim gibi. (….) Bunları neden anlatıyorsun bana? Belki de bir şey anlamam dediklerinden. Zaten ben başka şeylerden hoşlanırım..Tenis, dans, otomobiller, eğlenceler…
G.: Yalnız bunlar mı var hayatta?.Başka şeyleri sevmez misin?
V.: Severim. Her şeyi…

TeN içinde uyandım. Siyahtı gece.
/Antoninoni/

17 Mart 2010 Çarşamba

Gece

“ Duru, güzel bir görüntü vardı yüzünün ötesinde; ikimizde, hayatımın bütün yıllarını kaplayan, gelecek yıllarını, hatta sana rastlamadan, kendimi sana rastlamak için hazırladığım yıllarımı kaplayan bir başka boyutla yansımıştık o görüntüye. Yarattığı inanılmaz duygu da buydu zaten: Hep benim olmuştun, bunu ilk anlamamın duygusu. Hiç bitmeyecekti bu gece, hep sürecekti, hep yanımda olacaktın böyle…gövdenin sıcaklığıyla, düşüncelerinle, benim tutkularıma karışmış tutkularınla. O anda seni ne kadar sevdiğimi anladım, gözlerim yaşardı. Böyle sürüp gitmeliydi bu, yaşadığımız sürece böyle kalmalıydık…Sadece birbirimizin yanında değil, birbirimizin olduğunu da duyarak. Bu yaşamayı hiç kimse, hiçbir şey yıkamazdı; tek tehlike senin bana, benim sana alışmamızdı.
( Sessizlik. Lidia’ nın boğazına bir şey tıkanmıştır.) Uyanmaya başladın sonra, uyanırken gülümsedin, kollarını boynuma doladın. Korkacak bir şey olmadığını anladım o anda.; hep böyle kalacaktık birbirimize zamandan daha güçlü, alışkanlıktan daha güçlü bir bağla bağlanmıştık.”
…..
Giovanni: Kim yazdı bu mektubu?
Lidia: Sen.
…..
Lidia: Hayır, hayır! Artık sevmiyorum seni!
Giovanni: Sus. Sus.
Lidia: Söyle…Beni sevmediğini söyle! Niye söylemiyorsun?
Giovanni: ( usulca ) Hayır, söylemeyeceğim.

( Gözlerini kapatıp, eski günlerin bildiği, ama bundan böyle hiç tatmayacağı cinsel bir tutkuya kaptırır kendini. Orkestra, bu yeni günün hüzünlü şafağına uygun bir parça çalmaya başlar.)

Gece / Antonioni

16 Mart 2010 Salı

De / ki / dedim / ki..

“Çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak” . Tam demeye çalıştığım ve alıştığım şey ( dedim ).
Gitmekle ilgili fiilleri tadilata verdim, bir - iki beden küçülttürüceğim ( dedim ).
Ego doğalgaz satılan binanın adıymış, çok şişerse patlar dediler. Ben arabamı uzağa parkedeyim de, ne olur ne olmaz ( dedim ).

Hayat böyle işte, ne yaparın? dediler. Hayatınızdaki korsan yazılımlara dikkat edin, hiç ummadığınız anda su koyveriyorlar ( dedim ).

Siyah doğmuş ve dışını beyazlatmaya çabalayan bir adam öldü dediler. Beyaz doğmuş ve içini karartmakta üstüne olmayan bir kadın yeniden doğdu sanırım ( dedim ).

Olsun, ben yine de seveceğim ( d e d i / m ).

14 Mart 2010 Pazar

Köprüden Sonra

Şöyle oldu:
'Ceplerimi karıştırıyorum sen çıkıyorsun hep’ dedim. Cevap bile vermedi. Oysa eskiden konuşurdu, daha doğrusu fırsat bulduğunda konuşurdu.
‘Erik turşusu geldi aklıma’ dedim. ‘Saçmalama’ dedi. Yolda kalmış bir tren kompartımanında, sabaha karşı plastik bardaklarda iyice sulandırılmış rakı ve naylon bir poşet içersinde yeşil erik turşusu. ‘Hiç denedin mi’ dedim. ‘Ayakkabılarımdan gözünü alamıyorsun bir saattir’ dedi ”parvum pes, barathrum grande”. Cevap veremedim. ‘Takvim yapraklarını gün bitmeden kopartmayalım’ dedim. Yine ‘saçmalama’ dedi. Siyah file çorap diyecektim; beni kışkırtma... dedi.
'Havadandır ' dedim.



11 Mart 2010 Perşembe

Köprüden Önce

Şöyle oldu:
Zayıf düşmüştüm. Güçsüz. Sence sevilmek, bence zedelenmekten. Parçalarımın kime faydası dokunabilir? Kendimden başka şey olmak zorunda bırakmayan kuvvetli birinin yanından ayrıldığımda, yığılmak üzere olduğumu fark ediyordum. Oksijeni kısıtlı herkes gibi, asgari nefes ve hareketle yapabileceğimin en fazlası, hayatta kalmaktı.
Halbuki pek çok ihtimal bana hazırdı: her şeyi yerli yerinde bir yaşam, bonus olarak sevilmelerden hangisini seçersem o, istersem üçü bir arada. Ne istediğini bilen biri, daha ne isteyebilir? Tek yapmam gereken ayakta kalmak, bir tebessüm ‘evet’ manasında, yumruğumu sıkmayı bırakmak, hepsi bu kadarcık. Ben kendi zorluğuma dayanamazken, ‘bak zorluğu sevenler de varmış’ diye gülümsüyordu güçlü-kuvvetli insanlar. Bu çılgın kalabalıkta, bu oburlukta. Bak herkes nasıl paralıyor kendilerini, böyle sabırla bakılmak inan ki ikramiyedir.
Ama ben yığılmak üzereydim.


Düştüm ve düşerken oh dedim, veya ah. Zemin yakaladı sırtımı. Dedim ki: işte buraya kadar. ama biri gelir de elini uzatırsa, yeryüzünden aldığım bu güçle onu gebertirim. Eğer düştüysen düşenin ne beklediğini bilirsin, toprakta, yerdeki küçük otlar, böceklerle yan yana, büyük gökyüzüne karşı. böyle denedim, senin aşk, benim yamyamlık dediğim şeyi. Gözlerimi yumdum. Dizlerimden itibaren hissetmeyerek, ’al’ dedim.
Gözlerimi yumdum ama uyumadım. Sabaha karşı çiğle kaplanmıştı üzerim,üşüyordum. Nasıl düştüysem öyle, ama bir şey değişmişti sanki. Alemin kökünden gelen, çok önemli. Yüz kaplan gücündeyim. Yeryüzü ve gökyüzü dinleyin; istesem uçabilirim. hızla, çok yükseklere. Yapraklar ve omuzlar ve gece ışıklarına bu mucizeyi söyler, herkesi iyileştiririm. Bütün ihtimaller geride kaldı. Etrafta ne görüyorsan bunun için oldular. İçimden ılık bir şey akıyor. Yeryüzü ve gökyüzü anlatın: insanlar mucizeye inansınlar. Islak, serin, korkunç bir deniz fenerinde kımıltısızım. Çok parlağım, çok açığım, müteşekkirim.
Dedi...
Ben de: Şaraptandır (dedim).