30 Eylül 2011 Cuma

i n c r e d i b i l i s

mihrimah/ tual üzerine akrilik / 90x90 cm./ 2010 / s.t.


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
Ziyaretçime; nefesini tutup bir defada okumalısın (dedim). Denerim (dedi).
..........

" ...bir geceyi neyle ölçeriz uzunluğuyla mı derinliğiyle mi feda ettirdikleriyle mi kazandırdıklarıyla mı unutturduklarıyla mı hatırlattırdıklarıyla mı yarattıklarıyla mı yok ettikleriyle mi ya aşkı aşk kara bir delik ölçü aletlerinin sapıttığı içerek yazarak ıslanarak sevişerek saklanarak ve kanatarak ölçenleri duyardım ama ben işim gereği bekleyerek ölçerdim geceyi sadece bekleyerek ölçerdim çünkü eskidendi bekleyişi gecelerle ölçen o kapkaraydı uyandırmadan önceydi gecemi saftı sahiciydi kesindi gece olmalıyım ama olamazmışım uyku olmalıymışım önce uyku nasıl olunur yapılırsa kaç kişiyle yapılır kapalı bir kutu mudur derinliğiyle mi ölçülür rüyasıyla mı yoksa upuzun saçlarıyla mı düşünmek istemiyorum beklemek istemiyorum gece olmak için saf sahici kesin karalarla dolu kara geceler içinde renk üstüvanesinde dönen renklere tutunarak ama kırmızıya kırmızı demeden önce siyaha merhaba diyerek karşılamak gece gibi hayatın başladığı yerde çırılçıplak.."
........
puuhhhhhhhhh....

.

29 Eylül 2011 Perşembe

d o z

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 1989 no' lu oda
---------------------------------------------------------------
Alkolümüzü, fizik, kimya ve matematiğimizi, kolesterolümüzü, açlık kan şekerimizi, zekamızı ölçme ve değerlendirmeye tabi tutabilirsiniz. Seçme ve seçilme sonuçlarımızı, daha tüm sandıkların açılması bitmeden yüzde doksan dokuz doğrulukla bildirebilirsiniz.

Nasıl kurbağa deneyimlemeyi size bıraktıksa, siz de; sevme ve sevilme sonuçlarını bize bırakınız.. ama biliyoruz ki ne söylesek dinlemeyeceksiniz!..
............
Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım, elinde kocaman bir şırıngayla odama girdi.
Profilaktik Poligami Endikasyonları için enjektabl uygulaması saatiymiş.

.

27 Eylül 2011 Salı

a ş i k i o



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no 'lu oda
------------------------------------------------------------
Seviştik... Yarısı insan yarısı at gibi. Bir yanım güney yarı kürede.. yazdı - yandı. Bir yanım kuzey yarım kürede.. buzdu - dondu.

Müziştik... Kırk tas nota ile ruhumuzu kırkladık. Birinci sesten gelen sıcak, ikinci sesten gelen soğukla kurnaları ılıştırdık. Şarkıların göbektaşında aklandık. Yattığımız göbekler taş oldu, kendi kuyruğumuz etrafında dolandık bir süre. Gençliğimizin sıvılarını harcadık gazyağı kuyruklarında. İnsanlığımız atık su vergisi halinde fatura edildi.

Gitarların tınısı yaralarımıza kabuk bağlattı. Acıyan bacak aralarımıza sol anahtarları ile pan-sol-man yaptık. Herkes kendi kuyruğunu kıstırdı bacak aralarına. Kuyu gibi gözler birbiri içinde karanlıkta kayboldu ve kimse kimseyle göz göze gelmedi, ölmek için kuyruğa girdiğimizde.

Boşanma sonrtası flörtü başladı sesler arasında. İkinci ses boynuna doladı kollarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, yatağa itti ikinci sesi. İkinci ses hareketsiz kalamadı. ...maldı.

Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş sancısı (gibi) yardı karnımızı. Ağır bir anestezi altında sezaryenle alındı üstüste boşalmalarımız.

İkinci ses boynuna doladı bacaklarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, kendini itti içeri. İkinci ses inledi, hareketsiz kalamadı. Boşaldı.

Boş bir banyoya koştuğumuzda stereo yıkadık stereo atkı-çözgü işlenmiş bedenlerimizi. O andan itibaren hiç bu kadar temiz olmayacaktık. Döktüğümüz şampuan kezzaplı sudan ibaret alıp götürmüştü derimizi. Üzerinde boş (alınmadık) yer kalmayan derimiz bir müzede sergilenmek üzere yetkililere teslim edildi.

Şarkılar bitti. Acıdan doğduk yeniden; sarmaş dolaş ayrılıklarımız, kan revan içindeki dostluklarımız, yüzümüzdeki uykulu başarısız intihar girişimcileri bakışı.

Gençliğimiz ve insanlığımız gözyaşları içinde geri dönüşümsüz atık su tesislerine aktı gitti.

Artık tüm vergilerden muaftık...
.......
... ve artık esemes de gelmiyordu hiç.

.

26 Eylül 2011 Pazartesi

s t e r e o g a m i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda

-------------------------------------------------------------
Elinde yakılmamış bir sigara tutuyordu ziyaretçim balkonda. " Tiryakiyim" dedi. " Öyleyse neden yakmıyorsun sigaranı?" diye sordum. " Yakarsam biter" dedi.

Yakarsa biter. Yakmazsa; zevki hayalinde saklı ve büyümeye devam eder. Tiryakisi olduğu tat onu tüketirken, alabileceğinden kat be kat, derinleşip budaklanır. Peki ya tam o sırada, bitmesin diye tutuşturmaya kıyamadığı tek ve son sigara, bir rüzgar eser de parmaklarının arasından uçarsa? O zaman ne olur tiryakiye acaba?

Peki sen söyle (dedi).
...........
Sonra yazarım (dedim).
" ... öğrendim - denizyıldızını alıştım varlığa - öğrendim - denizin dibini alıştım yokluğa - bir.. soru sormayı öğrenemedim - ki - kokun sindi - kimliğin cebimde - yaşanmayan şeyler var - olsa da - tiryakinim - uzak - yakın - ... deyip çektiğim - ... deyip pişman olduğum - tiryakinim - alışmış - tım - yüzümdeki çizgiler - acısı geçti - berisi kaldı - ol sun - tiryakinim..."
Yazdım.


Bakalım yakar mı?

.

23 Eylül 2011 Cuma

e x l i b r i s

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 1989 no'lu oda

---------------------------------------------------------------

" Biliyorum uyanığım, ve hala uyuduğumu da. Yaşamanın bitkinliğiyle hurdahaş olmuş eskil gövdem, vaktin hala çok erken olduğunu anlatıyor bana. Kendimi bastırıyorum. Bilmiyorum niye...

Boğucu biçimde tinsel, şeffaf bir tembellik içinde, uyku ile uyanıklık arasında, bir düşün yalnızca gölgesi olan bir düşün içinde sönüyorum. Algılarım iki dünya arasında sallanıyor ve bir göğün enginliğiyle aynı anda bir okyanusun enginliğini körlemeden görüyor; o derinlikler içiçe geçiyor, karışıyor ve artık ne kim olduğumu ne de ne düşlediğimi bilmiyorum.

Gölgelerden gebe bir rüzgar, cansız tasarılarımın külünü uyanık tarafımın üstüne savuruyor. Meçhul gökkubbeden aşağı, bunaltıdan ılınmış bir çiy düşüyor. Süreduran yoğun bir endişe içerden ruhumu yönetiyor ve rüzgarın, ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, şaşırtıcı biçimde beni değiştiriyor.

Hastalıklı ve ılık odamda, dışarıdaki göndoğumunun müjdecisi yarı aydınlık ve yarı karanlık titerişyor. Baştan aşağı durgun şaşkınlığım. Gün neden doğmalı? Günün doğacağını bilmek bana acı veriyor, ağarmak için benim çabalamam gerekecekmiş sanki.

Şaşkın bir yavaşlıkla kendimi yatıştırıyorum. Havada süzülüyorum, yarı uyanık, yarı uykulu, ve içimin ortasında bir başka gerçeklik cisimleşiyor, hiçbir yerden dışarı fırlıyor...

Geliyor-ama en yakındakini, o ılık odayı kaldırmadan- geliyor, o tuhaf orman. Algılarımın, dikkatimin açıldığı durumda, iki gerçeklik aynı anda oluşuyor, birbirine karşan iki duman sorgucu.."
....... ....
Sen gibi ürpererek uyandım. Pikseli yüksek telefonumun sms marifetini kullandım: Bak (dedim), derinlik beni başka derinliklerle yüzleştirir, pencerem açılır; uçsuz bucaksız ürperirirm. Birden o an, herşey hız alır: imgelem, bellek makaraları vs..yetişebilir misin?

Saat: kaç / masın ?.
.

21 Eylül 2011 Çarşamba

f e i t i c i o

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
h a z..

hazan - hüzün - hezeyan- her an haz - an an hezayan - çokça donmuş suyun buz hali - bazen yakartop - azalan bir haz halinin hayali - haz hali - hüzünbaz gözler - ardında ayaz - az az yittiği - yitişi azalan - azaldıkça artan fotoğraf - avaz avaz - denizperisi parola için teşekkürler sana - tanımlanmazlarsa toz olacak, fotoğraflanmazlarsa dağılacak suretler duydunuz mu patlamayı?- alevi yaksın sızlayan etimizi - gülüş ve unutuşun denizi - yut bizi - karnımızdaki kıymetli orkide emm kanımızın hepsini - insan hayatında kaç defa şimdi ölsem gam yemem der? .. ve insan hayatında kaç defa ölebilir ki?
..d a n .
............

Promil ve libido kontrolü yapan 'emnniyet-siz ekipleri' 'kabahat-sizler kanunu'na göre, limitlerin üstünde seyrettiğimi ifade ettilkleri sırada ter içinde uyandım.

.

ş ş ş ş

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no'lu oda
------------------------------------------------------------
s u s ..
.......
Ay ışığında bütün şehir uykudaydı (ben hariç). Ve gülümseme orada elinin üstünde duruyordu. Eksikliğimizin cıva saatinde düzenli ararlarla düşen su damlaları gerçekdışı saatlerimizin sınırlarını çiziyordu...Hiçbir şey kayda değmez, uzak aşkım benim, hiçbir şeyin kayda değmediğini bilmenin ne kadar hoş olduğunu bilmekten başka...

Yaşamımızın içi yoktu. Dışardaydık ve ötekiydik. Birbirimizi tanımıyorduk, düşler boyunca yapılan bir yolculuğun sonunda ruhlarımıza görünmüş gibiydik.

Dışarda, şafak çok uzakta! Ve deniz/orman öylesine yakın, öteki gözlerimin altında!
......

..ama bana susma. Derinlerine gömüldüğün kelimelerin hiç bitmesin bana (yazdı gökyüzü).

Başucu lambamı kapattım. Kapanmadı.

.

17 Eylül 2011 Cumartesi

k a p h a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no'lu oda
------------------------------------------------------------
Mutlaka bir acelesi olmalıydı, yoksa niye bu kadar hızlı çalsındı ki piyanoyu. Mutlaka yetişmesi gereken bir randevusu olmalıydı; mutlaka biliyor olmalıydı onun kimlerce yakalanmaması gerektiğini. Ve mutlaka her sabah unutuyor olmalıydı… Ta ki yatakodası penceresinin önünde derin derin solurken sabahın ilk ışıklarıyla ilham yüklü sabır pırıltılarını çekene dek siyah gözlerinden, burnundan ve kızıl saçlarının uçuşmasıyla ürperen teninden kulaklarının; ta ki pencerenin pervazına tırmanıp oradan yan evin terasına ve oradan da bacaya tutunarak ve uçuyormuşçasına yumuşak adımlarla kırmadan kiremitleri çatının en uç noktasından arka avludaki kurumuş ağacın dallarında terkedilmiş muhtemelen karga yuvasının yeni sahibiyle karşılaşana kadar. Dante’yi en son ne zaman okumuşsa; dersine en son ne zaman girmişse ve piyanosunun başında en son ne zaman uyuya kalmışsa yorgun bir mutluluktan hatırlayacaktı telaşı neden… Ne kaçabiliriz cehennemden ne de yetişebiliriz ona, bu komedi sona ermeden.

............
Liszt' i dinlerken: Après une Lecture de Dante: Fantasia quasi Sonata
.............
Sustum.

.

16 Eylül 2011 Cuma

p i t t a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
Yolculuktan yeni dönmüş bir yolcudan arda kalmış ne varsa oyum işte: Beden, boş bir kılıf. Davranışlarım, edinilmiş alışkanlıklarıma çok yakın olsa da var olan yabancılık tarafımdan bile hissedilemeyecek kadar gri. Bu da bir bilgi artığı, sadece bir tahmin. Sonuçta, bu beden benim olsa gerek, diyebiliyorum bir tek. Bu nefes, parmak uçlarım…

Yola çıkma fikrinden kaçtıkça önümde beliren, olasılık hesaplarını anlamsız kılacak imkanların ve tekliflerin ve fırtanalı bir havada retinanızın zorlukla algılayabildiği, reddi imkansız çalkantılı ıssızlığının ortasında dikilen, direnen son deniz fenerinin o tek çakımlık yön göstermesinden geride kalan geçici körlüğüme sepep, biraz da bu yüzden beni sarhoş eden, gittikçe küçülürken şekil de değiştiren ışık patlaması hâlâ belleğimde bir yanıp bir sönerken, kamaşan ufkumun gizleyemediği tek hedef halindeki kara parçası ufkta er ya da geç belirecekti, bu bilgiye de sahiptim. Karaya vardığımda o deniz fenerinin teatral yıkıntısıyla karşılaşacaktım belki de, ayışığı vuracaktı üzerime ve gölgemle tanışacaktım ilk kez.

Orada uzanmak ve hiç açmamak göz kapaklarımı; denizin tuzu, taşların arasından eserken ıslık çalan rüzgâr, adına gece dediğimiz yapış yapış bu vaktin kadim adı karanlık. Orada uzanmak ve beklemek; kabul görmenin göz yaşartan iyiliği; mutluluktan uzak, huzursuzluğa yakın. Orada uzanmak, bir şiire konu olmak; romanlarda hiç geçmemiş bir kapanış cümlesinin özlemiyle başlangıcı unutmak.

Orada uzanmak bir yoculuk. Orada uzanan eski bir yolcu. Sıfatım ne olacak, orada uzanmış kalırsam eğer, edimsiz, gözlerim hâlâ kapalı?

Ben! Eski bir yolcu. Ardımdaki yolun yok ettiği, yok olan ben!
............
Zamanın boş bulunduğu anlarda, ipucu bırakır mısın bana saklandığın yerden ?
.

15 Eylül 2011 Perşembe

v a t a

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda

------------------------------------------------------------
Nöbetteyim. Uyanık olmamı gerektiren, bir kedi gibi karanlıkta da görebileceğim bir anın sermayesini tüketiyorum. Gittikçe köreliyor çevremi saran nesnelerin uyarıları. Kulaklarımın, beynimin kadehine doldurabildiği bir imgeyi yudumlayabiliyorum ancak belleğimin ağ tabakasından. Hatırlıyorum, hiç gün gözüyle görmediğim bu kuru, eğri büğrü, acı çekmekten kasılmış, soğukla biçimlenmiş kuru ağacını zamanın. Ağaç da nöbette. Nöbetimi tutuyor ağaç. Ben nöbet geçiriyorum, zaman geçmiyor artık. Ben bu ağacın sevdalısıyım. Şimdi. Onunum. O orada saplı ben burada ama hâlâ nöbetindeyim yokluğunun. Şimdi. Çırpınıyorum. Tanıyorum. Zaman doldu. Silahımı teslim ediyorum. Nöbet tuttuğum köşelerde döktüğüm kara saniyeleri toplayacak ak karıncalar besliyorum ve salıyorum bir karganın kanadının altında bir sonraki yüzyıla. Elbet kesişir patikalar da transit yollarla. Üç, beş, yedi, dokuz. Boyunda morarmış bir halkanın çağrıştırdığı urganlarla bağlı sadakat. Kayıp anların anahtarı pır pır eder yüreğim. Nöbette uyuşan benliğimin yerine geçen rüzgarın sildiği ayak izlerinde yittim bir kedinin.
İçim hâlâ sıcak. Karıncaların dönmesini bekliyorum.. ama kar yağıyor.
.........
Çalar saatim iyi ki çalmadı, yoksa; tutuklanabilirdi.

.

14 Eylül 2011 Çarşamba

l a v i t a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda

------------------------------------------------------------
Bizimki hangi ada ?

Hani şu dört bir yanı tehlikelerle dolu amansız dalgaların yaladığı, Alexandre Dumas' nın bile tüylerini diken diken eden aşılmaz taş ada mı ? Yoksa bizimki; Haliarnas Balıkçısı' na konu olan Deli Davut' un gülen adası mı ?. Yüreği olmayana geçit vermeyen.

Kumsallarını kokundan tanıyan ölümsüz aşkların adasıdır belki.

O kadar yakınsınız ki; 'ne sen onu görebilir, ne de o seni' diye fıslıdayan rüzgarların adası belki de.

Bilemiyorum, belki de bizim adamız; Jean-Jaque Rousseau' nun adası Saint-Pierre. Kafamızda uçuşan binlerce kavramı dinginlilke bir araya getireceğimiz.

Ne bileyim belki de bizim adamız; 'Kumral Ada, Mavi Tuna' dır. 'Sen, hiç kimsenin olamayacağı kadar şeyimsin benim' diye başlayarak söylediğimiz ve birilerini öldürmeden önce son kez uzaktan baktığımız.

Söylesene hangisi?..
.........

Başucumda dinlediğim Pilli Bebek' in pili bitti, müsait bir yerde indi. Ve peşinden yüzü görünmeyen adam; kelimelerini, korkularını, mesnetsiz aşklarını alarak gitti. Devam et dedi kızıl saçlı kadın siyah camlı gözlüklerinden bakıp, bir ıslık sesine kadar devam... Janis Joplin'in sesi daha da yükseldi.

.

13 Eylül 2011 Salı

m a r a z

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1984 no' lu oda
------------------------------------------------------------
Burada bütün mevsimler hep rüzgar, filizkıran, dalkıran, yürekkıran.. Issızlığın ortasında çırılçıplak bir yalnızlık, sıradağların karlı doruklarında yanan..Burada bütün mevsimler hep acı, ayrılıklar yoksunluklar, sayrılıklar, duvarların, yatakların arasında özlemler yakınışlar... Burada bütün mevsimler hep iç sıkıntısı, dünyadan - yaşamdan- sevinçten kopuk, yorgun kırık bedenler-yüzler-soluk dudaklar. Burada bütün mevsimler hep rüzgar. Nereye gidersem gideyim asla unutamayacağım; amansız , soğuk -kurutucu-dondurucu... ve ruhumda -bedenimde izlerini taşıyacağım.
Denizi hiç ısınmayan çocukluğum gibi...
.............
Piksel zengini telefonuma düşen esemes'i okuduktan hemen sonra, elimdeki bardak kırıldı durduk yerde, tuzla buz oldu.
Hastabakıcım şaşkın, elimden akan kanı durdurmaya çalışırken sordum (daha da şaşırdı):
- Gitmelerin mevsimi olur mu hiç?.

.

11 Eylül 2011 Pazar

i m m ü n o l o j i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1984 no'lu oda
-----------------------------------------------------------
Karanlıklar içinde en son kalbimin ucu yandı tutuştu, bir sigara kağıdı edasıyla hiç sönmeyen retinamın en kuytularıydı yanan. Ah bir de yarımay olsa bir inlifilaktı, alır başını giderdi, sonrasında da tarih anardı. Yıl bilmem kaç.. meşhur İstanbul yangını avuç içlerim ense köküm, yastıklarım ve çoraplarım ve arda kalan ateşi sönmüş hayalar.. firavun mumyaları denli ruhu naz işvesi baz asidimi nötralize eden beceriksiz cüce cambaz yanan bir ipte yürümekteydi. Körelmiş çatalın batmadığı et kalmadı, bıçağımın kesmediği ip trapezinden hiç düşmedi, çadırı yanmadı. Hayatımın kayıp çocuk sirki, çocukluğumun balina mumyası kumpanya sona erdi. Ne yana baksam yükseldim, sonunda pek çok şey gibi; bir perdenin ardındaki gölge oyunlarıydı yaşamak elimde kendime ! Ne varsa işte bunu herkes bilmiş, ne güzel öyleyse; bir de ben bileyim ne olacak. Yanan bir ipte yürümek değil miydi yaşamak?.. en son kalbimin ucu biliyorum yanacak.
........
Pikseli zengin telefonumun esemes arşivinden, Dostoyevski'nin gönderdiği notu okudum (yine):

" Sevmek, güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide; bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır." Tarihine baktım: 17.Ağustos 2011 18:57 '.di.

.

10 Eylül 2011 Cumartesi

d u h u l i y e

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no'lu oda
-----------------------------------------------------------
Gecenin bir yarısı sinir uçlarımda; uykularımdan dört gözkapağı önce enjektelenmiş hayli asetonlu şuh bir kahkaha patlıyor odamda.

Bu berrak ve bir o denli berbat elektrikli halüsinasyon aklımda.. ki; atlıkarınca fabrikasından karaborsalanmış ve değeri ancak sahte bir çarşaf yanığı akşamdan kalma karşılıksız bir panayır bileti alıyor-um. Pirinç dökümü bir parlaklık az sonra ruj suyuyla tütsülenmiş kırmızı bir dudak aralığını dinamitliyor peşpeşe. Beynimin içinde greyfurt soyan ekşi palyaçolar içki içiyor!
....
ara
....
Hiçbirşeyi yenmeye ihtiyacımız yok belki. Nerden çıktı bu mucadele, ilk kim başlattı. Bedenim, beni bana gosteriyor tekrar tekrar. Ben; bedenimden öte aslında, ama bedenimin içinde. Görmek istemeyince irileşiyor, ağrıyor, kist oluyor her soru. Yazı, sadece birşeyleri birleştiriyor ama; soyundukça yazasın gelir hele ki soyunda kelimelerinin puştluk varsa.

...........
bitti.

.

9 Eylül 2011 Cuma

d ü a l i s t

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 79878 no' lu oda
--------------------------------------------------------------
Çok haklısın (haklıyım-haklılar), hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.

Haklısın(yine); para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yola. İstikamet yeni bir kargaşa.

Açıl susam açıl!!!
......


Pikseli zengin telefon ekranıma düşen esemes uyarısıyla uyarıldım..
- Arkandayız! (Kırk Haramiler)

.

8 Eylül 2011 Perşembe

v i t r u v i u s

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / Gündüz / 553345 no'lu oda
------------------------------------------------------------------------
Hangi aleti denediysem nafile olmadı, olmuyor işte. Bir türlü hatırlayamıyorum. İlk ben mi istemiştim baştan çıkarılmayı, yoksa o mu istemişti baştan çıkarılmama izin vermemi? İzin vermiştim çünkü istemiştim beni baştan çıkarmasını. Demek ki sormamız gereken soru bu değil. Olmuyorsa da olacak. Yarayacak. Uyacak. Bir alet bulunacak tutup çıkarmaya belleğimden bu toplu iğne başı büyüklüğünde detayı. Ucu da bir o kadar sivri olmalı batıp durduğuna göre şu nöron yumağına arsızca ve ısrarla, bu çelik misali beter anıyı. Peki ama neden? Beni tedirgin eden bir şeyin olmaması lazımken-ki bu kuşku, bu duman. Bir türlü gerekli çekici bulup gömemiyorum şu kahrolası iğneyi daha derinlere, vurup vurup vurup da tepesine. Ne de olsa uygun bir alet de üretilmeyecek uzun bir süre. Belki de hiç. Kim bilir bu kimlerin işine gelmenin bedeli olacak?

Bırakalım da çelik misali beter anılar kendi mikrobuyla ölüp çürüsün –hazmedilen anılar da bok misali kuburu boylar elbet.
Kalan sağlar bizimdir.
........
Kuş sesleriyle uyandım.
Klavyemde Sonbahar temizliğine başladım.

.

7 Eylül 2011 Çarşamba

s e k a n s

fotograf: guido argentini

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 553334 no'lu oda
--------------------------------------------------------------
-sen neden siyah eldiven taktın?
-sana daha iyi dokunabilmek için.
-kötüsün.
-saçmalama! bizde böyle kavramlar yoktur ki.
-öyleyse fotoğrafımız çekildikten sonra gitme. kal.
-kalamam.
-kal.
-şşş kilitlemesene dudaklarını!
-kötüsün.
-kötü olmadığımı kanıtlamak için sana böyle yapışık kalmam mı lâzım?
-benden ayrılmak isteyerek kötü olduğunu kanıtlıyorsun. hep aynı şey, ben kalıyorum sen gidiyorsun.
-ben öpüşmeyi senden daha çok seviyorum da ondan.
-nerden biliyorsun?
-çünkü sen benden başkasıyla öpüşmüyorsun.
-iyi olduğum için.
-saçmalama! biz aynı kişiyiz.
-nerden biliyorsun?
...
- Sen neden siyah eldiven taktın?
- Peki ya senin kanatların neden beyaz!
................
Plazmasız ekranlı televizyonumu kapatan ziyaretçime sordum:
-Sen neden siyah eldiven taktın?
-Ellerim güzel değil de ondan.
-Saçmalama...
Çıkardı..

.

6 Eylül 2011 Salı

a n t i s e p t i k

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 56784 no' lu oda

--------------------------------------------------------------
Madem sordunuz söylüyorum. Burdan kaçmayı düşünmediğim zamanların sayılı olduğu günlerde, siz de yanımdaydınız (ya). Ruhunuz duymadı. Devam edebilmeyi mümkün kılan bu kurtuluş ümidiydi. Her sabah, ıslanmış çarşaflara uyanılan klnik odası. Burda olmazsa başka bir yerde, içinde bu kadar zorlanmayacağım bir dünya ihtimali. Benimki uyumlu bir varoluş biçimi değildi, ayarım bozuktu, defoluydum.

Varlığım ağırdı, hareket kabiliyeti azdı, insanlara ve öykülere fazla abanmak hoşa gitmeyen birşey olduğundan dönüp gene kendini dövmeyi gerekli kılardı. Çok derindi, boy vermeye kalktın mı boğulur kalırdın. Hamdı, hasarlıydı, hakikiydi. Öyle bir yer varsa; ancak böyle taşikardik kalple oraya varılabilirdi. Ama kimselerin vakti yoktu (ah), bağırmaktan boğazım ağrıyordu.

Sonra geçti.

Sepete pek çok yumurta sığdırmayı öğrendim. İçlerinden sıvılarını iğneyle, kırmadan boşaltmayı. Yumurtalarımı ayrı ayrı renklerde süsledim. Mesafe hesabını öğrendim. Acının geçeceğini, veda etmek zorunda olmadığımı öğrendim. Yok, yalan söyledim, alıştım işte. Kanıksadım - Pişirildim- Boyandım- Cilalandım - İdare ettim. Annem bile artık akıllandığıma inanmış olabilir.

Bu yüzden artık bende bulunmaz o hakikat. Acıyan yeri ellemem, aldığı yere kadar doldurur, hayatla inatlaşmadan cefa çekerim, açık veremem, kökünden sökmem, kanaatkarım. Bagajım yüklü. Ödeyemem sonra.

aynalarla dolu bir oda. Öyle ki; artık odayı aynadan, aynayı suretten, sureti özneden, özneyi arzudan ayırt etmeyi beceremezsin. misafir odası:

kedi orda, kendi yok.
...........
Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım: - Ben bunu daha önce okumuştum, hatırladım (dedi).

Başucumdaki istasyon fakiri radyomda; ' Pilli Bebek ' çalıp söylüyordu....' Olsun'.
(sesini yükselttim)

.

5 Eylül 2011 Pazartesi

i ş t i y a k

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 34554 no' lu oda

--------------------------------------------------------------
" Hiçbir şey istemiyordum. Biraz Zeki Müren şarkısı - biraz acı - biraz rakı. İkinci bir emre kadar solo ve düet Zeki Müren şarkılarını yasakladım. Rakı sofrada kaldı.

Hiçbir şey göremiyordum. Çok karanlıktı. Biraz rakı - biraz acı - bir kaç kişi. Kaç kişiydiler bilmedim. Işıklar yanınca biri kalmıştı. İkinci bir emre kadar aşkı yasakladım, tenim elimde kaldı. Hiçbir şey duyamıyordum. Ne güzel sözler - ne inlemeler. “inleyen nağmeler” taş plaktaydı. ikinci bir emre kadar nostaljiyi yasakladım. Sesler yarına kaldı. Hiçbir şey hissedemiyordum. Birisi benim yerime rica-minnet yaşadı yaşananları. İkinci bir emre kadar rica ve minnet etmeyi yasakladım. Gözlerimin önünden film şeridi gibi geçen hayatım kör makinistin elinde kaldı. Hiçbir şey anlatamıyordum. Benden her yerde çokça vardı, ' her derde deva' cinsinden. Halbuki ben kendimi ' bulunmaz hint kumaşı 'sanıyordum. İkinci bir emre kadar vazgeçilmez olmayı yasakladım. “ aşkın kanununu yazsam yeniden ” şarkısı havada kaldı. Hiçbir şey yazamıyordum uzun süredir. Metnin aslı sureti. Benim hayatım birilerinin hayatının önüne geçti. İkinci bir emre kadar yazmayı yasakladım. Biriken harflerimi uçan balona doldurup kuzey kutbuna yolladım. Noel Baba'dan ne dilek dileyeceğimi biliyorum artık. Arzederim."

..........
Dilekçemi okuyan klinik konsültasyon ekibi: ' his felci ' teşhisi koydu.
Anlaşılan bir süre daha burdayım.
.


4 Eylül 2011 Pazar

s t r ü k t ü r a l i s t

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 32445 no' lu oda

--------------------------------------------------------------
Derin bir nefes versem. Öyle derin bir nefes olsa ki bu, nefesimle birlikte, vücudumda ve zihnimde birikip de tartar yapan bütün tortular da müthiş bir kuvvetle dışarı püskürse. Ardından bir varoluş anoreksisine yakalansam sessizce. Zihinsel, fiziksel, duygusal iştahım kesilse; incelsem, derim kemiklerime yaklaşsa iyice. Sonra herkes beni uyur zannederken, ayık ve aç dursam. Kendine ait bir odası, kendine ait bir zamanı olmayan. Artık soracak kimse de kalmadı. Kime sormalıyım?. Sabaha karşı göz kırpmadan büyüyorsa göz bebeklerim; artık, karar vermem gerektiği içindir.

Karar vermek için...Evet ama ne hakkında hiç bilmiyorum ki.

Eli titremeden karar verebilecek insan arzusuyla kaptım silgiyi. Elim titremeden, bu defa bilanço benim defterde… Fol yok, yumurta var ( mı ) ?.
.............
Hastabakıcım silgi eskidendi şimdi 'delete' tuşu var artık (dedi).
Haklı... silgi iz bırakabilir.

.

3 Eylül 2011 Cumartesi

s i r e t

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Sabah / İç / 78854 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım, sabahın köründe bir not bıraktı başucuma.

" Gidene kal demeyeceksin…Gidene kal demek zavallılara, kalana git demek terbiyesizlere, dönmeyene dön demek acizlere, hak edene git demek asillere yakışır. Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme, Yoksa, değersiz olan hep sen olursun…Düşün…Kim üzebilir seni senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen? Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen? Kim yıkar, yıpratır seni izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? Her şey sende başlar, sende biter..Yeter ki yürekli ol; tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgini…Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz. Öyle bir hayat yaşadım ki; cenneti de gördüm, cehennemi de.. Öyle bir aşk yaşadım ki; tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.. Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum, oynadım…Öyle bir rol vermişler ki okudum, okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum, hem kızdım hem güldüm halime.. Sonra dedim ki söz ver kendine; denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin. Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin. Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin. Öyle hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım. Öyle değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan anladım."

.......

- Notu kimin gönderdiğini sordum.
- Nietszche diye biri (dedi).

- !...

.

2 Eylül 2011 Cuma

i z t i h z a

fotograf: umayumay

Psikiyatri kiniği / Gece / Gündüz / 5667 no'lu oda
------------------------------------------------------------------
Çelik tadındaki kanın rengini içeren çayları severdim bir zamanlar. Şimdilerdeyse; sırtımda boydan boya esip duran, ensemde yetişen güllerin ürperten temasıyla bildiğim - o dikenin tenimi kanatacağı anı beklerken ki ürpermelerin rengini söyleyen o açık renkli sevdalı çayını o'nun.

Kokusu yoktu resminin. Sen yoktun, resmin vardı. Sen varken, sen olsaydın da - sen yokken, resmin olsaydı. Olmadı.. senle, resmin - ikiniz - bir olsaydı.

Oysa ayak seslerine ne de çok yakındım.

...........

Hastabakıcımın getirdiği açık çaydan bir yudum aldım. Şekersizdi.


.