31 Aralık 2012 Pazartesi

ikibinonüç'e dilekçe


Hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telâffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.

Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yıla / yola. İstikamet yeni bir kargaşa. 
Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım. Sen sakın bırakma. Ben; biriken harflerimi uçan balona doldurup kuzey kutbuna yolladım. Noel Anne'den ne dileyeceğimi biliyorum artık. 
Halimizden anlayan bir yıl olsun yeter!
Arzederim.
s.t.

28 Aralık 2012 Cuma

d u h u l i y e



Zihin Tasarrufları Üstüvanesi' nde; düş görüyorum ve kendimi kaybediyorum. Ağır bir yorgunluk ve beni yutan kara bir ateş...Bana baskı yapan sahte yaşam, hareketsiz devasa bir endişe...
Düş-lerini düş-lemezsem; düş-ersin, düş-erim.
- düşme -
(...)

25 Aralık 2012 Salı

f i i l



fotograf: alexmalex
- ki;
.. bir sokak.. bir sokak.. daha bir sokak.
Yalnızlık sığmayınca kınına, alıp başını gidecek. Dönüş; kağıt, kalem ve promile olacak.
- k a l a k a l -
(...)

23 Aralık 2012 Pazar

h u r u f a t


Sayfalarca matemini tutarım ilk yazı hokkasının.. başka ne mi tutarım?..
meselâ denizden balık, dünyaya kafa. Sessizlikte büyümeye çalıştım unutma.
(...)

21 Aralık 2012 Cuma

r a k ı m : 0



Dün gece; - aynı kentin ayrı tepelerinde - ayrı kentin aynı tepelerinde - bembeyazdık. 
Kimimiz lâpa lâpa nefes almadan yağdık, kimimiz huysuz promilli kardanadam olduk.
(...)

13 Aralık 2012 Perşembe

b a k a k a l ı r ı m


Pencereden bakınca;
ah ezilmiş mutluluk.. ah sürekli kavşaklarda olma hali! Düş görüyorum ve bilincimin arkasında bir şey benimle birlikte düş görüyor...Varolmayan bu başka birinin düşü değil miyim belki de ben ?.
- b a k -
(...)

7 Aralık 2012 Cuma

v i b r a s y o n

b o ğ u m


fotograf: massbrutt
G e l g e l e l i m ; ferhad aşktan büyük, kazma dağdan önemli. Dünyanın dönüşünü beklemek boşa.. 
G e l g e l e l i m ; şirin ölür de ağlamaz.
- g e l - m e y e l i m - 
(...)

6 Aralık 2012 Perşembe

d e !


fotograf: artus
- Nerede kalmıştık? (dedi dış ses): 
- Zamanın beyazı sarardı. Şefkatle, hasretle ellerim, kollarım dahi bedenim olsaydın sarardım. Kapıyı kim açtı. Sokulan bu çomak değil, çekilen bu taş temelimden değil, bir rengin anası. Saf ve engin ve derin ve şu bildiğimizi sandığımız su. Sel. Sus. Ko-nuş-ma-k çok acı. İlâcı bir kapıdan geçmekse bir kapıdan geçerim. Dar bir, alçak bir, imkânsız bir değil, binlercesinden: Senden değil. Burası seninle güzel, bu beyazın çığlığı, akşamın çağrısı, bu sarı sen, bu yeşil, bu mavi sen, bu ten, bu ben, mor süsen! Kapıyı açan da kapatan da, bunu bilen de biziz. Zaman beyaz (dedi iç ses).
(...)

5 Aralık 2012 Çarşamba

4 0 4


Tutku = saplantının ön sevişme süreci (dedi iç ses).
Tutku = garip bir şey ve çok vahşi, ve çok hırslıydım zaten ben de... 
bu yüzden de yağmaladım seni.. (dedi dış ses)
(...)

4 Aralık 2012 Salı

r e n k l i - t ü r k ç e


Düşünüldüğü an şiir, istenildiği an film olan sen; bütün filmlerinde zihnimin, ara vermeksizin oynamalısın.
(...)

m e r d i v e n


Yolların çatlayarak önüme diktiği anılar, mecburdum kekelemeye sizi.. kekeledim. Belki biraz sonra konuşacağım, biraz durdum sonraya konuştum..Sözümün geçmeyeceğini bildiğim Sonbahar'da; bir tek o rüya, geceye iyi geliyordu.
(...)

3 Aralık 2012 Pazartesi

s i n e m a s k o p


fotograf: unfasten

Renkli görünen rüyaları siyah beyaz haline döndürelim, eskisi gibi. Eskimeyen tek seçimlik hayat gibi. Süren; rüya mıydı, hayat mıydı bilemem. Karar ver; uyuyup bir uyanalım, belki düzelir her şey.
(...) 

2 Aralık 2012 Pazar

k o z m o g o n i k


fotograf: kara
.. ve birden; küçük mavi bir pulun içindeki küçük yelkenliyi kımıldatan dalgaları hatırladım. Gelgitlerin yıprattığı duyguları, umudun köpüklerin altında kalışını. Gemi bomboş denize açıldı. Oturduğum yerden onun içini doldurup duruyorum sessizce.
(...)

e l e m e n t



Sayısız duvar çatlağı daha da irileşmişler.. tanıdım onları. 

Şimdi; bakışımsız şifreli tebessüm, ruhlarımız hassas muamma.
(...)

1 Aralık 2012 Cumartesi

k e r e m e y l e


Önce 'imgelerin sisi' bastırdı tenha Ankara akşamlarına, sonra yağmur. Islanmaktan nasıl kurtulacağını söyleyeyim (dedi) garson kız gülerek; - damlaların arasından yürü!... sonrası, akşam yağmurlarıydı, yağmur akşamlarıydı. 
Sonunda; çırılçıplak kaldı havadaki kadeh.
(...)

23 Kasım 2012 Cuma

s e p y a


Aynı resmin replikalarıydık biz. Kimimiz; tuvalin renkleri dışındaki yaşamımızda sar-sım-sızdık. Kimimiz; bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin siyah tuvallerdik... Biz ki; artık resimlerde bile değildik.
(...)

22 Kasım 2012 Perşembe

t e n e f ü s


fotograf: kot
- Sen benim cümlem olacaksın (dedi, dış ses).
- Cümlemiz zaten bir sesiz (dedi, iç ses).
- Sustuklarımı yazmaya çalıştım.. (dedim, ben).
(...)

a s t r o n o m i

fotograf: zino

- Duymak.. dokunmak gibiydi yazdıkların (dedi iç ses)
- Ses geldi ruhuma çünkü.. hem duyurdu.. hem dokundu (dedi dış ses)
- Yalnız değil, birlikte (dedi iç ses)
- Bilmem, ayrımı var mı bu ortaklığın? (dedi dış ses)
- ... (noktaladı iç ses)
(...)

20 Kasım 2012 Salı

k o n s e r v a s y o n


fotograf: rocco

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 79878 no' lu oda
------------------------------------------------------
Çok haklısın (haklıyım-haklılar), hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyüklerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telâffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse... Haklısın (yine); para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana halâ ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
- Açıl susam açıl !!!
......
Pikseli zengin telefon ekranıma düşen esemes'le uyarıldım.
- Arkandayız! (Kırk Haramiler)
(...)

19 Kasım 2012 Pazartesi

a n t i s e p t i k


fotograf: kara

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 63882 no' lu oda
---------------------------------------------------------------
Birdenbire; “neden böyle üzülüyorsun? söylesene!” diye bağırdım. 'O' na cevap verdiğimi duydum rüyamda ağlayarak. Şaşırdım. Konunun bununla hiç alâkası yoktu. Ne ayrı, ne barışık, bir tarafta kalabilmek için kafamızı kaç kere duvara çarpmalıydık?.. ama konu tabii ki tamamen bununla alâkalıydı. Sevgisini esirgeyerek sevebilen birinin sevgisini almaya çabalamakla… bir sabah bütün vücudumu kaplayan kızarıklıklarla uyanınca anladım. Sen anlamadın. Bazıları onlar için ne kadar üzülürsek o kadar sevildiklerini düşünüyorlar. Üzülme kapasitem geniş, üzülüyorum sabaha varmayan saniyeler, kolumu yardığımda artık acımayıncaya kadar… çok üzülüyorum, sevmek öyle güzel ki; severken üzülürüm de ne var? Üzüntü; sabunlar, tazeler bazı zamanlar, insan kendi gücünü anlar. Üzülüyorum ve üzülürken başka üzüntülerin üstesinden de geliyorum.
....
Başucumdaki pilli radyoda çalan arya bitti. Hasta bakıcıma, bitti (dedim). Dinlediğiniz için bitti (dedi) anlamsızca.
Haklı; dinlemesem bitmez/di.
(...)

18 Kasım 2012 Pazar

a n

fotograf: alex
A raporu: Sadece katı, köşeli durumlara dayanamayan kalbim; yuvarlak, yumuşak bir yalnızlığa bürüdü beni. Yoo, yakınmıyorum. Artık içimde çiçek, kuş ve çarpıntıdan çok, gökyüzü ve toprağı barındıran sonsuz bir ağaç var çünkü.

(...)

17 Kasım 2012 Cumartesi

ç ı ğ r ı ş ı m


fotograf: kara

O'muydu seslenen ? Gerçekte gören var mı o'nu hiç ? Biri mi görmüş sadece, sadece mi biri görmüş ? Görmüş mü sadece biri ?. Anlaşılan o ki; gören duymamış, duyan görmemiş.. 
Ne bu eksiklik peki, ta  ş u r a n ı z d a k i ? . 

(...)

16 Kasım 2012 Cuma

y e t i


fotograf: umayumay

İç ses: Onu o kadar uzun seveceğim ki; o da beni sevecek (dedi).
Dış ses: Bu adam ya delirecek ya da hepimizi geride bırakacak (dedi).
(...)

15 Kasım 2012 Perşembe

ş e ş


fotograf: mirabilia

Gel ve dinle; her gördüğünden, bir portrenin/öykünün izini sürmeye hevesli acemi sanatkâr: Ne zaman ki; iki mumun aşkına bir üçüncü izin verir, onlar erir...

Aşk, maddenin beşinci hali.
(...)

e g o l o m a n i


fotograf: kara
Ki; 

küçücük bir siyah mürekkep lekesi.. hiçbir şeyin yanıtı değil. Soru bile sormaz. 
Yalnızca bir boşluğu doldurur. 
Tek işlevi budur. 
- yazamadıkların gibi -
(...)

14 Kasım 2012 Çarşamba

k ü ç ü k h a r f


Güzel bir yaz öğleden sonrası. Nevizade sokağı. Gölgelikler altındaki birkaç masada öğle rakısının tadını çıkaranlar. Özellikle bir masa var ki; kalabalık, yaşlar kemale ermiş, çoğunun saçlar pamuk, o da kalmamış ya…Sıkı rakıcılar, ama artık meyveye ve buzlu bademe geçilmiş, sıcağın da etkisiyle muhabbete ara verilmiş. Yan masada genç adam, yakın arkadaşıyla son kadehleri yuvarlamakta. Yaşça küçük olanı, kaldığı yerden devamla: “

- abi, gerçekten hiç mi merak etmedin ya ?
- ettim tabii, ettim etmesine ama..
- peki, hiç mi aramadın bugüne kadar?
- Aramadım.
- O peki, o seni aradı mı?
- Bilmem, belki küçükken aramıştır, ama hatırlamıyorum.
- Özlem, özlem duymadın mı?
- İnsan tanımadığı, algılamadığı şeyleri özler mi bilmiyorum.
- Peki ya o, o da mı özlemedi hiç.
- Her şehrin olduğu gibi, her insanın da bir çıkmaz sokağı vardır.
- Anlamadım?
- “Kendinin birazını bırakıp, başka birinin birazını bulmayacaksan yola çıkma” demiş şair.
- Yani?
- Ne bileyim oğlum, ona sormak lazım, neyse hadi bir nefes alalım. Dostluğa..
- Dostluğa abi, dostluğa.
Garson dilimlenmiş karpuz tabağını yerleştirir tabağa.
- abi yaa..
- evet
- şu arkadaki rakılayan babalardan biri, özellikle de şu baş tarafta oturan pos bıyık, beyaz saçlı var ya.Ya senin babansa ?…
- saçmalama oğlum. Sıcak mı çarptı, yoksa rakı mı?
- Neden olmasın ki abi, hem görsen de tanımazsın ki?
- …
- Abi inan bana, neden olmasın. Dünya küçük derler, hem tipinden de, davranışlarından da sana benzettim valla. Bir arkanı dönüp baksan, hak vereceksin bana.
- Git işine kardeşim, o senin dediğin şeyler filmlerde olur. Yorma bizi şimdi, zaten…bak muhabbeti nerelere getirdin.
- Abi ne kaybedersin ki.. Bak şu işe ya, 30 yıldır görmediğin, bilmediğin ve tanımadığın baban şu an tam arkandaki adam olabilir ve senin umurunda bile değil. Hayret. Benim kafam hiç almadı doğrusu.
- Bak kardeşim, şurada güzel güzel otururken nerden çıktı bu senaryolar böyle. Olacak iş mi hiç?
- Abi içime doğdu sanki. Sen yapmazsan,tanışmazsan, ben yan masaya geçip adını ve soyadını söyleyerek tepkilerini alacağım. Yap şunu be abi, hadi. Sonra pişman olursun, hayat geçip gidiyor. Sonunda baban senin abi baban. Ne demek biliyor musun ?
- Hayır bilmiyorum. Gerçekten de bilmiyorum. İşte bütün mesele de bu ya?
- Hadi be abi, büyüklük sende kalsın.
- Peki kardeşim, kurtuluşum yok. Sen de rahatla, ben de. Ayrıca ne kaybederim ki, kaybedilen kaybedilmiş zaten.
Adam, son yudumu kalmış rakı kadehiyle kalkar. Komşu masaya yönelir, oturan yaşlılar masalarına yaklaşan genç adama merakla bakarlar.
Adam masanın başında başıyla selamlayarak, yükses sesle:
- Hepinize afiyet olsun efendim.
Der.
- Adım, Ömer Turaban
Masadakiler, devamını beklerler bu kendini tanıtmanın. Genç adam yutkunarak devam etmeye çabalar.
- Adım, Ömer Turaban ( ! )
Adamlar birbirlerine bakarlar.
Hiçbirinden tepki alamadığını görünce, sesini alçaltarak kadehini masaya kaldırır.
- Afiyet olsun demek istemiştim yalnızca efendim. Sağlınıza, hepinizin sağlığına….
(...)
(Kamera yükselirken, sokağın masalarında hareketlilik başlar.)

o p t i k


fotograf: laila
Kokusu yoktu resminin. Sen yoktun, resmin vardı. Sen varken, sen olsaydın da - sen yokken, resmin olsaydı. Olmadı.. senle, resmin - ikiniz - bir olsaydı. Oysa ayak seslerine ne de çok yakındım. 

(...)

13 Kasım 2012 Salı

a k s a k


fotograf: umayumay
Pencerem açık kalmış… rüzgârın da esintisiyle sarhoşluk baş ucumda kalmış.. korkularımla yüzleşirken duygularım-uçsuz bucaksız ufuktan-kapamayı bilmediğim bir pencere açmış… meleksiz düşleri seyre dalmış… rüzgârın da etkisiyle uçan halıdan bakarken, hayâllerle baş başa keyif almış. 
K a p a t m a .
(...)

12 Kasım 2012 Pazartesi

. . m e


fotograf: umayumay
-çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan kalksan hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan kalksan hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gel-
-Neden hep aynı katta duruyor bu asansör?
(...)

11 Kasım 2012 Pazar

(...)



Yoktu. Yalnız kayıptı, yalnız kalmamıştı, tezgahta tedavülden kalktı dediler, uyan/a/maz artık (dedi) uzaktan bir ses.. artık aydınlık 'yalnız' dediler… Karanlığa ne olmuştu peki? Cesareti eline geçirip esareti yenmiş ve zafer naralarıyla b
eslenen bir nefes mi oluvermişti ? … Sezgilerimi yokladım. Onlar da; yalnızlığı-n, yalnız olduğunu ama yok olduğunu fısıldadılar. Kayıptı, aramak gereksizdi..
'Resimli' ilân vermeliydi; 'yalnızlığımı kaybettim'... bulan ?
(...)

9 Kasım 2012 Cuma

p r o m i l



Anason dönmesi başın saat yönünün tersi, iki şehri okşardı akrep iğneli.. 
ve biz halâ tekrarlıyoruz; geceyi, gündüzü, hüznü, henüzü.
(...)

8 Kasım 2012 Perşembe

u y u m - s u z



fotograf: umayumay
Nöbetteyim. Uyanık olmamı gerektiren, bir kedi gibi karanlıkta da görebileceğim bir anın sermayesini tüketiyorum. Gittikçe köreliyor çevremi saran nesnelerin uyarıları. Kulaklarımın, beynimin kadehine doldurabildiği bir imgeyi yudumlayabili
yorum ancak belleğimin ağ tabakasından. Hatırlıyorum; hiç gün gözüyle görmediğim bu kuru, eğri büğrü, acı çekmekten kasılmış, soğukla biçimlenmiş kuru ağacını zamanın. Ağaç da nöbette. Nöbetimi tutuyor ağaç. Ben nöbet geçiriyorum, zaman geçmiyor artık. Ben bu ağacın sevdalısıyım. Şimdi. Onunum. O orada saplı ben burada ama halâ nöbetindeyim yokluğunun. Şimdi. Çırpınıyorum. Tanıyorum. Zaman doldu. Silahımı teslim ediyorum. Nöbet tuttuğum köşelerde döktüğüm kara saniyeleri toplayacak ak karıncalar besliyorum ve salıyorum bir karganın kanadının altında bir sonraki yüzyıla. Elbet kesişir patikalar da transit yollarla. Üç, beş, yedi, dokuz. Boyunda morarmış bir halkanın çağrıştırdığı urganlarla bağlı sadakat. Kayıp anların anahtarı pır pır eder yüreğim. Nöbette uyuşan benliğimin yerine geçen rüzgarın sildiği ayak izlerinde yittim bir kedinin.
İçim halâ sıcak. Karıncaların dönmesini bekliyorum.. ama kar yağıyor.
(...)

7 Kasım 2012 Çarşamba

k i . .




- Sana bu öyküleri anlattıktan sonra tamamen boşalmış hissediyorum kendimi. Bu öyküler benim sırrım, anlıyor musun ?
- Ne olmuş yani ?
- 'Bunu başkalarına anlatma…' demek istemiyorum.
- Tamam. Ancak, senin sırların şimdi benim de oldu; benden bir parça – ve diğer sırlarıma nasıl yaklaşıyorsam, onun için de aynı şey geçerli. Gerektiğinde tasarruf hakkımı kullanırım. Ve o zaman bir başkasının sırrı olur.
- Haklısın. Sırlar dolaşmalı…
(...)

6 Kasım 2012 Salı

m u t e d i l


Kendinle yüzleşmenin gerekliliğiyle kavrulan dünya, gerçeklik kisvesinden henüz kurtulamamışken, kendi gerçeğini arama gayreti tüketiyor aklı. Gerçekliği kaydırıp, uzatıp esnetip salıvermeli boşluğa..hangi hâli hoşuna giderse. Gerçekle işim
iz ne? O, kanmak için bir mucize sana bana, gerisi de uydurmaca üretilip sunulmakta ötekine berikine..bize ne?. Gerçekliğimi duygularda buldum dersem de kime ne?. Elimde olansa, hoş bir bilmece. Bağışıklık yapmadığı sürece, uçuşsun çarpa çarpa alem denilen tek bir noktaya. Titretiyorsa yüreği işte o zaman..(müsaadenizle)

3 Kasım 2012 Cumartesi

ö z



b e n s a n a p e r v a n e y i m . . . 

Etrafında dönüp dolaşmak benim harcım, ulaşamamak yapı iskeletim. İhtirasım tuğlalarım, sevincim kiremitim. Hiçbir zamam bitirilmemiş evlerde söylenmiş şiirlerim. Cebimde geceleyin yol gösterecek tapu senetlerim. Minik kırıntılarını yollara döktüklerim, dönüp arkama bakmadan yürüdüklerim, sessiz meleğim. 
Pi sayısı kadarım, sınırsızım, hiçim. Pervaneye yaklaştıkça kopan kelebek; ışığa yaklaştıkça yanan böcek, güneşe yaklaştıkça balmumundan kanatları eriyen bir deneğim... 
(...)

26 Ekim 2012 Cuma

y a n ı l s a m a


fotograf: emre uçar
Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 778890 no' lu oda
-----------------------------------------------------
“.... sevilmeyi sevmiyorum. sevilince omuzum ağrıyor - sevmeyi sevmiyorum - sevince midem ağrıyor. Aşkın kendisini diminütif buluyorum. Annemin sevgisi beni paralıyor, babamın ki özletiyor, onun ki yıpratıyor, bunun ki doyurmuyor. Sevildiğimi anladığım an; sevilmeye hiç uygun olmayan biri olan kendimi sevdirerek birini kandırmış olduğum için kendimden nefret ediyorum. Kimi sevsem, kime kendimi sevdirsem mutlaka birilerine haksızlık, erdemsizlik yaptığımı farkedip utanç duyuyorum. Mümkünse kendi kendime sevilip sevsem ben. Uzaktan sevsem de kimseyi yormasam, hayatlarına karışmasam, sevildiğimi bilmesem de; beklenti, özlem, güçle sınanmasam. Aramadığım sevgiyi onda buldum biliyor musun? tıpkı seni bulduğum gibi tesadüfen. Sevdiğinin ve sevildiğinin farkında değil, başka türlüsünü bilmiyor. Geçmişi sorgulamaya, gelecekten endişelenmeye gerek duym...uyor. Hafızası oluşana kadar sürecek bu... sonra: “beni yeterince sevmedin. hayır, çok üstüme düştün. sevginle boğdun.” diye bilmeden kaçırdığım ayarların acısını başkalarından çıkarmaya girişecek."
.........
Yüzümdeki kızarıklıkları sordum, fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcıma. Dün yaptığımız poligami aşısının allerjik reaksiyonudur, birkaç güne kalmaz geçer (dedi).
Artık yapmayın (dedim).
(Burada kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa).

25 Ekim 2012 Perşembe

ç a t k ı



Zihin Tasarrufları Üstüvanesi' nde; 
düş görüyorum ve kendimi kaybediyorum. Ağır bir yorgunluk ve beni yutan kara bir ateş...
Bana baskı yapan sahte yaşam, hareketsiz devasa bir endişe...
Düş-lerini düş-lemezsem; düş-ersin, düş-erim.
(...)

24 Ekim 2012 Çarşamba

g ü r



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 46773 no'lu oda
-------------------------------------------------
Gözlerin kapandığı andır, anıdır görmenin şu anı ve her türlü arkeolojisi anıların - dünün ve yarının. Gözlerin kapandığı andır; karşıya geçm
ek ya da kalmak. Kendini tarif et-men gerek-mez anılardansındır, kozana gir ve ol. Duyusuz olma hali-dir. Aşk yaşarken öl-düğün, gözlerin kapandığı andır. Aşk; ne ellerin, ne ayakların, ne-fesin ne-fsin (kırbaçın şakladığı o andır bel-ki örümceğin tek bildiği ör-mek gör-düğün ve öl-düğüm) ne gördüğün ne tat-tığın kaderin (ne nefesin ne nefsin). Gözlerin sır-at, özlerindeki sır; geç-tiğim kum saatlerinin göçtüğü-m aynaların ol-muş bakılmaya bakılmaya yuvası örümceğin ki tek bildiğim olmak kozada gözleri-m kapalı.
Aşkı Aşka nakşedip şşşşşşş... ve gözlerime sızar karanlık sızısı kumulların hiç açmasam sırat bilip an’ımı aynasında saklayıp, sır olsam, sır olsa yüzüm kendime sır-at binsem çıksam git-sem aşşşşşşşk gel-sem
AŞK!
Fotograflarına bakıyorum, bu halini saklamak üzere, bana büyük hazzı bırakacak. Belki de, sabaha düşmanım olacaksın.
....
Hastabakıcım, elinde şırınga başucumda... Ne zaman etki eder (dedim).
Dün (dedi).

23 Ekim 2012 Salı

h ı r



Psikiyatri Kliniği / Gece / 8991234 no' lu oda /
--------------------------------------------------------------
Dedi ki ( yazıyla ):
Yasak arzu doğurur. Ben dönene kadar da sana b u r a s ı yasak olsun. Mesafe dediğin nedir ki? Hiç kimse arzudan hızlı koşamaz, daha uzağa gidemez nasılsa…

Ben de (demedim):
Ümidi kestim. Yırtılmış yerden nasıl kayar makas, öyle, kolayca. Ümit bitti ama hayâller bitmez.. Herkese tavsiye ederim, ümidi keserek dikiliyor güzel elbiseler. Ümidi kesmekle önleniyor israf. Açık bırakılan kapı, kapalısından çok daha tedirginlik verici. Nalburdan aldığım kapı desteğini kaldırdım, pat! diye çarparken içim hoplamayacak, hatta belki fark etmem bile. Geride kalanları yoklamanın bir değeri yok. Hepsini ona bıraktım. Zaman nasılsa çarelerine bakar. Ümit biraz zavallı bir hismiş, amipimsi. Artık, kendim dahil kimsenin mutluluğundan sorumlu değilim. Kalp temizliği (kuru temizlemeye benzemez). Sonbahar'ı, daha doğrusu yeni mevsimleri sevmeye başlamakla aynı şey.
Kapatmalıyım ( fosfor yeşili keten önlüklü hasta bakıcım geldi).

m ü s e l l e s



Buluşacaklar. Bir türlü gelmiyor, gelemiyor. Mesaja da cevap yok. Masada iki dilim peynir, birkaç yaprak roka ve rakı var. Rakıdan birkaç yudum alıyor, peynirden de bir parça. İki dilim peynirden birini o'na bırakıyor. Ama tabaktaki duruşun
u beğenmiyor. Çatal, bıçağıyla düzeltmeye çalışırken üçgen kesilmiş peynir diliminin ucu kırılıyor ve dilimden ayrılıyor. Canı sıkılıyor. Yese olmaz, yemese ayrık duruyor tabakta, ayrıca o parça gelmeyenin. Bir süre bakınıyor tabağa, peynire, kopan parçaya… Karton ya da kağıt olsa yapıştıracak özenle ilk halini alması için, ama yok!. O bir beyaz peynir dilimi. Ama kopan ve ayrık duran o parça bütün resmi bozuyor tabakta. Alıyor eline çatal ve bıçağı; bir heykeltıraş estetiği, bir plastik-rekonstrüktif cerrah ciddiyetiyle, kopan peynir parçasını tamlıyor küçük parçayı ana parçaya. Üzerine de birkaç küçük rötüş atıyor bıçağın yan yüzeyiyle. Peynir dilimi ilk kesilmiş görünümünü alıyor. Peki 'o' anlayacak mı peynir diliminin koptuğunu, onu tekrar üçgen haline getirmek için adamın sabırla çaba gösterdiğini?.
Merak edilen aslında şu; 
adam tabaktaki peynirin hangi parçası?.
- Üçgen dilimin büyük parçası mı?
- Kopan küçük parçası mı?
- Parçalanmadan önceki bütün üçgen parçası mı?
- Parçalandıktan sonra, önceki haline getirdiği şimdiki peynir parçası mı?
Kimbilir?.

22 Ekim 2012 Pazartesi

a v u r t



Cihangir. Akşam. Eski ve virane bir apartmanın bodrum katı.Çivit renginde boyalı bir koridor. Çok gürültüyle çalışan otomat. Kanarya sesli bir zil. Kapıyı lacivert çubuklu pijamaları ve terlikleriyle O açıyor. Ağzında bitmekte olan sigara. 
Sararmış ve avurtları çökmüş ve kalın çerçeveli gözlükleriyle hastalıklı bir yüz. Saçlar uzun, kirli sakallı. Bizimkilerin ellerinde şarküteriden aldıkları meze ve yiyecek poşetleri.Kapı önünde uzun gölgeler. O' nun ayaklarının dibinde, onun gibi bakımsız bir kedi. Gelenlerden (Savaş) ın arkasındaki şöhreti farketmiyor önce...
Farkedince; şaşkın, mahcup, sevinçli, telaşlı ve hatta gururlu. Unutulan bir yazarın yıllar sonra hatırlanması kalın camlı gözlüklerinin arkasında farkediliyor. Sarılmalar, öpüşmeler falan..Bizimki ne yapacağını bilemiyor, alışkın da değil. Savaş olaya el koyuyor. Getirdikleri hazır yiyecekleri de masaya yerleştiriyor. Bizimki, sadece rakı bardakları ve kültablasını servis etmeye antrenmanlı, bir de suyu. Hal hatır faslına geçiliyor, özellikle müzmin hastalığı..
Hadi diyor şöhretli kişi bizimkine doğru özellikle yiyecekleri de göstererek; 
- Hocam şerefine ve özellikle de sağlığına. Yiyelim, özellikle sen çok ye.
Bizimki kadehini kadırıyor, dudağında bitmekte olan sigarası, zengin sofrayı işaret edercesine;
- Şerefe hocam, şerefinize. Eee böyle iç, hergün iç (!)
Kahkahalar patlarken, kamera kütüphanedeki binlerce kitaba doğru yöneliyor...
( O, artık yaşamıyor)

21 Ekim 2012 Pazar

ü l e ş



Buluşacaklar. Bir türlü gelmiyor, gelemiyor. Mesaja da cevap yok. Masada iki dilim peynir, birkaç yaprak roka ve rakı var. Rakıdan birkaç yudum alıyor, peynirden de bir parça. İki dilim peynirden birini o'na bırakıyor. Ama tabaktaki duruşunu beğenmiyor. Çatal, bıçağıyla düzeltmeye çalışırken üçgen kesilmiş peynir diliminin ucu kırılıyor ve dilimden ayrılıyor. Canı sıkılıyor. Yese olmaz, yemese ayr
ık duruyor tabakta, ayrıca o parça gelmeyenin. Bir süre bakınıyor tabağa, peynire, kopan parçaya… Karton ya da kağıt olsa yapıştıracak özenle ilk halini alması için, ama yok!. O bir beyaz peynir dilimi. Ama kopan ve ayrık duran o parça bütün resmi bozuyor tabakta. Alıyor eline çatal ve bıçağı; bir heykeltıraş estetiği, bir plastik-rekonstrüktif cerrah ciddiyetiyle, kopan peynir parçasını tamlıyor küçük parçayı ana parçaya. Üzerine de birkaç küçük rötüş atıyor bıçağın yan yüzeyiyle. Peynir dilimi ilk kesilmiş görünümünü alıyor. Peki 'o' anlayacak mı peynir diliminin koptuğunu, onu tekrar üçgen haline getirmek için adamın sabırla çaba gösterdiğini?.
Merak edilen aslında şu; 
adam tabaktaki peynirin hangi parçası?.
- Üçgen dilimin büyük parçası mı?
- Kopan küçük parçası mı?
- Parçalanmadan önceki bütün üçgen parçası mı?
- Parçalandıktan sonra, önceki haline getirdiği şimdiki peynir parçası mı?
Kimbilir?.
(...)

20 Ekim 2012 Cumartesi

k ı s a d a l g a


fotograf: umayumay
Ki;
bu şarkı söylendiğinde ağlarım. Belki de ağlamak için bir sebep aradığımda çalar bu şarkı. Belki de sebep bulamaksızın ağlamaktan korkarım. Sebepsiz kalmaktan, ümidimi kesmekten korkarım. Bu yüzdendir ki; her ağlamak istediğimde bu şarkıyı dinlerim.
(...)

19 Ekim 2012 Cuma

y ü z o n s e k i z


70’ li yılların sonları. Küçük ve sakin bir kıyı kasabasında görev yapan genç bir edebiyat öğretmeni. İstanbul’da yaşayan ailesiyle konuşmak üzere, düzenli olarak her hafta sonu şehirlerarası telefon kaydı veriyor. Özellikle, tarife daha uc
uza gelsin diye de geceyi tercih ediyor. İki odalı mütevazı öğretmen odasındaki tek konforu, küçük pilli radyosu ve telefonu. Kayıt verdikten saatlerce sonra telefon bağlanıyor. 4 yıl, bu böylece sürüp gidiyor. Tüm kayıtları alan da, telefonu bağlayan da hep aynı ses. Yıllarla birlikte; her ikisinin de yüzlerini hiç görmedikleri, ama seslerini duydukları tek ortak şey, telefon ahizeleri.
Günlerden bir gün, öğretmenin tayini çıkıyor, kendi memleketi İstanbul’a. Yine arıyor şehirlerarası bilmem kaçı.
Karşısında yine aynı ses:
- Aynı numara kaydı değil mi efendim ( diyor ).
Bizim ki:
- Hayır ( diyor ) bu kez telefon bağlatmak için kayıt vermeyeceğim.
- Nasıl yani ? ( diyor operatör )
- Ben yarın ayrılıyorum buradan.
- ……………..
- Teşekkür etmek için aradım sadece. Bugüne kadar tüm telefonlarımı siz bağlamıştınız. Sesinizi tanıyorum, sanırım sizden başka da nöbetçi yoktu ?
- Evet, yıllardır nöbetçi hep ben kaldım. Özellikle ve isteyerek…Hem geceleri…
- Her neyse, tekrar teşekkürler, hoşçakalın.
- Sahiden gidiyor musunuz?
- Evet.
- …………………..! ( kesik hat sesi )

17 Ekim 2012 Çarşamba

v a s a t i 4 0 ç ö p



Akşamın alacakaranlığı yeni çökmüştü küçük kentin daracık sokakları üzerine. Arkadaşlarıyla Ruşen’in meyhanesinde birkaç kadeh parlattıktan sonra evine doğru yöneldi. Tam evinin olduğu sokağın köşesini dönecekti ki kaşının üzerinde patlayan
 bir şey'le neredeyse yere yığılıyordu. Gözünde şimşekler çaktı sanki.Önce taş zannetti ama acıdan onu da algılayamadı. Neler olduğunu, neyin nereden geldiğini, kimin attığını, ne attığını anlayamadı bir süre. Elini bastırdı alnına, kanadığını fark etti. Acı yavaş yavaş dağılırken yere düşen şeyin bir kibrit kutusu olduğunu gördü. Şaşkınlığı daha da arttı. Hangi kibrit kutusu taş kadar sert ve ağır olabilirdi ki. Eğildi yerden aldı, evet ağırdı, bir taş kadar ağırdı. Kanayan kaşına aldırmadan kutuyu açtı. Sokak lambasının altına sokuldu. Kutunun içinden defalarca kez katlanarak kutuya özenle yerleştirildiği anlaşılan, dolmakalemle ve özenle yazılmış mektuplar çıktı. Sen ve Ben ….diye başlayan aşk mektupları. Kaşından akan kana aldırmadan sonuna kadar okudu mektupları. Hiçbirinde imza yoktu. Çok tutkulu ve yoğun bir karşılıksız aşkın, net ve içten ifadeleriydi. Kibrit kutusu ve mektuplarla evine döndüğünde üstü başı kan içindeydi.
......................
Yıllar, yıllar sonra ders verdiği Üniversite’nin koridorunda genç bir kız yaklaştı yanına;
- Hocam ( dedi ), bir dakikanızı alabilir miyim lütfen?
Elbette dedi adam.
Çantasından özenle çıkardığı bir küçük paketi adama uzattı:
- Bu sizinmiş hocam; annem size iletmemi söyledi, biraz gecikmiş ama, hatta epey gecikmiş bence..Ve geldiği gibi telaşla ayrıldı yanından genç kız.
Hiç bir şey anlamadı adam. Şaşkınlıkla kızın arkasından bakakaldı. Elindeki paketle odasına girdi. Heyecan ve merakla açtı paketi masanın üzerine.
Paketten, küçük bir idrofil pamuk ve çoğu zamanla uçmuş tentürdiyot şişesi çıktı.
(...)