24 Aralık 2009 Perşembe

2000 / o'na dilekçe

...haklısın, hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.
Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yıla / yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
...böyleyken böyle. Bazen sadece memnun olmak lazım. Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım. Sen sakın bırakma.Ben;biriken harflerimi uçan balona doldurup kuzey kutbuna yolladım. Noel Baba'dan ne dilek dileyeceğimi biliyorum artık.
Arzederim.
S.T.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Başlıksız

Zaten hep bulundurma ile gezdirmiştim onu yanımda. Nihayet taşıma ruhsatı aldığımda ise; hep bulunduruyor olmanin verdigi rahatlıkla evde bırakmayı yeğledim.

2009 MOBESE güzeli seçilecekti nerdeyse!..

17 Aralık 2009 Perşembe

Başlıksız

..ada'dan bir yerden dönmüş gibiyim. Üstümde dal parçaları, ıslaklık. Dokununca acıyan izler bulacağım. Sanki; düşüncenin bir yerine tutunsam, devam edebilsem, bu derin ve kaygan hikayenin hatırasına varacağım. Rüya diyalogları, bazen hayatı açıklığa kavuşturmazlar mı? Kimdi yanımdaki, neden bitkinim?

Çoraplarını giyiyor, rüya-dünyanın kapısı örtülüyor. Artık bu 'deja vu'yla başa çıkmak zor geliyor. Fark etmez, hepsi aynı kapıya çıkıyor. Hafıza ve hayat, rüya ve sabah arasındaki kapı. Açmanın yolunu bulamıyorum.Çilingirin 24 saat hizmetteyim diye vermiş olduğu numara da hizmet dışı.

Seksen küsur yaşındaki B.Mardin’e hayat size ne öğretti diye sormuşlar “affetmeyi” demiş. O , “insan hiçbir zaman seçeneksiz olduğunu düşünmemeli” dedi ya da öğretti. Benimkisi tam tersi: sanal bir evrenin sarmalında seçenek sarhoşluğu. Oysa hiçbir şey eskisi gibi değil ki. Ve bakışların hatırasından bağımsız olarak, gözlerimizin görebildiği sadece önlerindeki
Birazdan sen, ben, öteki ve diğerleri, uyuyacağız / uyacağız nasılsa...

15 Aralık 2009 Salı

Başlıksız

..Boş ver sen onların ne dediğine. Kitaplarda nasıl tasvir edildiğini; fresklerde, tablolarda, minyatürlerde.. senden iyi mi bilecekler?. Elma, kırmızı olmayı senden öğrendi, dudakların bunu sonradan hatırladı. Suyu üzerine sıçradı ısırdığında; kırmızı puantiyeli elbiseni ve o mutlaka şahane paltonu sana kim dikti, terzin kimdi cennette. Elma seni mutlu etmek istedi, ondandır bu çeşitliliği. Günahmış! Pöh… seni kim kovabilir ki?. Bütün o suların kaynağı senin çayırında, senin bacaklarının arasından akmakta o nehir; pembeden kırmızıya boyanan senin dudakların. Seni çekemeyenler; içeri giremeyenler, gölgende uzanıp dinlenemeyenler, elmanı dişleyemeyenler.
..Kovulmakmış (!) Hadi canım, senden iyi mi bilecekler?..

14 Aralık 2009 Pazartesi

Başlıksız

Sustuğumuzda bizi duymayan kim?

Midemizde işi ne?

Kus

-tuğumuz kimin

hazmedemediği?


Sustuğumuz

kiminduy

-ma

-dı

-ğı


Bu yırttığın kimin zarı

Ki kulaktan sızan kanın

İzinden gitti…
Bul

-an

-tı

-m

öldüğümüzde bizi gömen kin


SUSMA!

Dikkat et de; ' Köprüden önce son çıkış ' ı kaçırma!

11 Aralık 2009 Cuma

Başlıksız

- " Hayal gerçeğe dönüşmez, gerçekleşirse bu cehennemdir " dedi. Sadece kırmızı ve mavi hapı gösterdiler. Dedi ki, " halbuki üçüncü hap olsaydı, hayalin içindeki gerçeği gösterecekti ve senin elinden yutacaktım onu hiç düşünmeden ben ".
- Şimdi sus lütfen.
foto: Yöntem Yurtsever / poi

10 Aralık 2009 Perşembe

Başlıksız / lık

N a r gibi eğleniyoruz (!) ikimiz birlikteyken. Çokuz, çok taze, hem çekirdekli - hem suluyuz. Her an patlayabilir, etrafı çocuk pembesine bulayabiliriz. Yabancılar neşemizin kabuğundan kaçışırlar. Sesimiz yüksektir, saatlerce fetişlerimizden bahsedebilir, hayatın dibinden toplayabildiklerimizi rengarenk misketler gibi aceleyle birbirimizin önüne serer, arada birbirimizi oyunbozanlıkla suçlayıp mızıkçılık yapabiliriz. Neyi sevip sevmediğimiz nedense (!) önemlidir.
Sanki bu nar plastiktendir de; hiç dişlenmeyecek ve çürümeyecektir. Kötü şeyler dar zamanımıza nüfuz edemez, dışında bırakılırlar. Kederli kelimeleri şarkılara hapsederiz. geçmişten söz ederken seslerimiz biraz düşer. Sen gözlemlediğin küçük incelikleri bana göstermeye heveslenir, keşif zevkini break-dance’çı gibi bana aktarmak üzere sevimli mimiklerle eğlencemizi pekiştirirken, ben yüzüne bakmamaya dikkat ederim. Çünkü belli anlarda yapılan böyle hareketler yer eder sonra, eşyalara.Sözcüklere, şarkılara yapışır, o durum tekrarlandıkça hatırlanırlar. Uçucu olmasını isterim birlikte geçirdiğimiz vakitlerin, böylece telefon çalıp da ekranda adını her görüşümde temiz bir sevinçle gülümseyeceğimi garanti edebilirim.

Yoksa ne sanmıştın ki sen (seni yaramaz) ;gülen daima ayvadır, ağlayansa n a r?

9 Aralık 2009 Çarşamba

Başlıksız

Bir illizyon olarak mutluluk.
Aşk’ı bulmak…Ama cümle içinde de büyük harfle başlayan şu 'Aşk '…Aşkın ‘ büyük a’ sı.
A!
Bir zirve bu, eteklerinde ulu ağaçlar… Yorulduğumuzda sırtımızı dayadığımız. İçinden geçen özsuyun bize taşıdığı Aşk’ı alabildiğimizce dinç…Bir zirve bu, tepesi karlarla kaplı… Ona en yakın olduğumuz konum. Karlarin zihninde kayıtlı çünkü aşk. Su, onu bize taşır.
Aşk içimizde. Yüzde yetmişimiz su. Beynimizin yüzde seksen beşi…Aşk sensin. Ben Aşk’ım.
Oysa, şu ya da bu şekilde bulunduğu sanılan aşktır, kendimizi mutlu sandığımız anları yaratan;
sen aşkı hiç bulmadın ki!
Aaa deme sakın.

6 Aralık 2009 Pazar

Başlıksız

Penceremi alır yanımda götürürüm, gözümdür pencere, gözümdedir. Giderken onu çoğaltıp döneceğimi zaten bilirim. Penceremden görüyorum; pencereler sıralanıyor. Onlardan birini seçmişim, benimki onunkiyle örtüşecek birazdan. Pencerede mi hareket, hareket eden pencere mi ?. Soru sorunun içinden geçerken yanıt yanıtı itiyor, itecek. Pencere var pencereden içeri. Yol yolunu arıyor, yitiriyor göz işin içinde. Ordaki klavuz kaptan olsaydım,diyor yolcu. Bir yolcum olsaydı. Gökyüzü için ayna, yer yüzü için ayna. Yüzün eriyor camda. Pencerem yorgun.. Buraya gelmiştim daha önce. İz, izlerim, aslında herşey belirsiz. Yola çıktığında, diyor yolcu, kendimdeki yitik derinliği yaklaşır, ona dokunurum. Derinlik beni baş kaderinliklerle yüzleştirir, pencerem açılır, uçsuz bucaksız ürperirim. Birden o an, her şey hız alır; imgelem, vs. bellek makaraları, anlarım ki fırtına esnasında bir gölüm ben – diyor yolcu.

4 Aralık 2009 Cuma

Başlıksız

...hasar tespitini beklemeliyim. Arkamdaki karaltının peşimi bırakmasını beklemeliyim. Her sabahın köründe aniden uyanıp işe yaramaz bir çuval gibi, içimdeki çöplerle, boşluğu beklemeliyim. Hayale veda edip, hayata alışmayı beklemeliyim. Kelimelerin yeniden güvenimi kazanmalarını beklemeliyim. Beklemek mecburiyetindeyim. Sadece. Sessizce...

3 Aralık 2009 Perşembe

5 Saat / siz / lik

1. saat: Arabama alkol yüklemeyi denemiştim. Ölümle sonuçlandı. Şimdi Metallica yükledim, daha hızlı ve daha az zararlı.

2. saat: İntihar etmesi engellenenler derneğinin bu haftaki etkinliğinde köprüye çıkacağız. Hafta sonu tüm Çinlilerin aynı anda zıplaması bekleniyormuş.

3. saat:Rot balansım kaydı, sana çekiyorum. Bu şehir nerde biter, ötekisi nerde başlar.Ben nerde biterim, sen nerde başlarsın. Viyadükten gördüğüm manzara beni içine çekti. Gittim baktım, orda da kediler ve insanlar sevişmek için birbirini kovalıyordu.

4. saat: Dün okuduğum kitaptaki kelimelerin hepsini kustum, garson ters ters baktı. Hepsini aynı anda okumamalıydınız dedi. Ukala.

5. ve son saat: İki Metallica albümünden sonra artık ben mi otobanda kayıyorum, otoban mı bana kayıyor. Boğazın kenarında denizkızına rastladım. Az önce yediğin barbunlar benim kardeşlerimdi dedi, bir tuhaf oldum.


Bir erkek beynine kaç kadın, bir kadın beynine kaç erkek sığabilir/ki ?

1 Aralık 2009 Salı

Ada' da mevsimsiz / lik

Burada bütün mevsimler hep rüzgar, filizkıran, dalkıran, yürekkıran.. Issızlığın ortasında çırılçıplak bir yalnızlık, sıradağların karlı doruklarında yanan..Burada bütün mevsimler hep acı, ayrılıklar yoksunluklar, sayrılıklar, duvarların, yatakların arasında özlemler yakınışlar...Burada bütün mevsimler hep iç sıkıntısı,dünyadan - yaşamdan- sevinçten kopuk, yorgun kırık bedenler-yüzler-soluk dudaklar. Burada bütün mevsimler hep rüzgar. Nereye gidersem gideyim asla unutamayacağım; amansız , soğuk -kurutucu -dondurucu... ve ruhumda -bedenimde izlerini taşıyacağım.
Denizi hiç ısınmayan çocukluğum gibi...

28 Kasım 2009 Cumartesi

De / ki / dedim.

“Çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak çünkü sen gelmeye niyetlenip bir gün uyansan, kalksan, hazırlansan ve yola çıksan bile oraya vardığında kimse olmayacak” . Tam demeye çalıştığım ve alıştığım şey ( dedim ).

Gitmekle ilgili fiilleri tadilata verdim, bir - iki beden küçülttürüceğim ( dedim ).

Ego doğalgaz satılan binanın adıymış, çok şişerse patlar dediler. Ben arabamı uzağa parkedeyim de, ne olur ne olmaz ( dedim ).

Hayat böyle işte, ne yaparın? dediler. Hayatınızdaki korsan yazılımlara dikkat edin, hiç ummadığınız anda su koyveriyorlar ( dedim ).

Siyah doğmuş ve dışını beyazlatmaya çabalayan bir adam öldü dediler. Beyaz doğmuş ve içini karartmakta üstüne olmayan bir kadın yeniden doğdu sanırım ( dedim ).

Olsun, ben yine de seveceğim ( d e d i / m ).

21 Kasım 2009 Cumartesi

Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş parmaklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsun
Yaprak yaprak açtırırsın
İlk yaz nasıl açtırırsa
İlk gülünü gizem dolu
Hünerli bir dokunuşla
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin
Başedilmez o gergin
Kırılganlığınla senin
Her solukta sonsuzluk
Ve ölüm...
e.e.cummings

15 Kasım 2009 Pazar

Başlıksız / lık

Neden güllerin sıradışı olmasını ister insan? Ya da günlerin? ' Her günüm ıstırap, her günüm keder ' şarkısının nesi var? Beğenmiyorsan dinlemezsin. İpod da bir sonraki şarkıya geçmek o kadar kolay ki artık. Hayatımı ödünç alınmış ipod'da shuffle yapmak istedim birden. Olaylar sıra-dışı olsun ki, ben de beğeneyim. Sırasıyla olunca çok sıkıcı oluyor.

Telefonumun 'gelen aramalar' hanesini hadım ettirdim operatörümü arayıp. Konuşan cırtlak sesli kız çok şaşirdi bu istegime. Aslinda dedim, tüm arayanlari hadım ettirmem lazimdi ama, memlekette hala kalkmayan trenlere (!) binmek isteyenler var var. Onlara yazık olur...
Ne dersin kontes?.

14 Kasım 2009 Cumartesi

Başlıksız / lık

..ve güzellik uykusundan ve aslında içimizdeki bütün kötülükleri toprağa vererek uyanmışken, 'cazibe hanımın gündüz düşleri' cazibesini de, gündüzlüğünü de, düşlüğünü de kaybetmişken; bizim olmuş ya da olmamış, hiç olmasını istemediğimiz veya neden bizim değil diye hayıflandığımız ..leri-..ları toparlayıp kolilere doldurarak en yakın krematoryuma kargo ile karşı ödemeli yolladık. Güncel dönem borucunuzu mu, tüm borcunuzu mu kapatacaksınız? diye soran sesli yanıt sistemindeki cırtlak sesli kıza, - tamamını kapatmak istiyorum mümkünse.Ben ve senin gibi hayata cırltak açıdan bakan ve kü/çüklerle ömründe en az bir kez uğraşmak zorunda kalmış ve ses tonuna bakılırsa üç vakte kadar uğraşmak zorunda kalacak senin gibileri de beraberimde kapatmak istiyorum - diye yanıt verince; kızın - bu konuşma kaydediliyor biliyor musunuz? - bile dedirtmeyen hıçkırıklarına sarılarak uyumak, hiçkimsenin teselli edemeyeceği kırılmış genç kız kalbini kolilerden arta kalan şeffaf koli bandıyla bantlamak istedim ki, kırık olduğu ta uzaktan belli olmasın. Ne kadar gövde içinde ve taş vücutta bile olsa, bir kalbin kırıklığı dudakların ucundaki miniminnacık kıvrımdan belli olur çünkü...

Ne dersin kontes?.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Başlıksız

( Foto: Yöntem Yurtsever / Ateş Dansı - Poi )
..ben sana pervaneyim. Aynadan baktığında göremediğin tek göz benim. Ayın etrafında döndüğü dünya, dünyanın etrafında döndüğü güneş benim. Yuvarlağın hiç ulaşamadığı merkez noktası, merkezde sonsuz sayıda kesişerek yuvarlağı oluşturan her çap benim.Pi sayısı kadarım. Sınırsızım hiçim. Pervaneye yaklaştıkça kopan kelebek, ışığa yaklaştıkça yanan böcek, güneşe yaklaştıkça balmumundan kanatları eriyen bir denek. Etrafında dönüp dolaşmak benim harcım, ulaşamamak yapı iskeletim. İhtirasım tuğlalarım, sevincim kiremitim. Hiçir zaman bitirilmemiş evlerde söylenmiş şiirlerim.Erimiş şekerden cadı evlerim. Cebimde geceleyin yol gösterecek el fenerlerim. Minik kırıntılarını yollara döktüklerim. Dönüp arkama bakmadan yürüdüklerim.. ...madem ilk dolunayda eve dönmeyecektim, neden yollarımı aydınlatmak istedim.

Gizli güçlerin bilir mi, sorsana?..

3 Kasım 2009 Salı

Başlıksız / lık

Neden rutin beni de uyuşturamadı? Ya da neden buna ben izin vermedim. Şu anda gözümün önüne gelen çocukluğumun eski bir parkı. Yol kenarı. Tren yolu üstü. Gölgelik banklar. Kimbilir hangi bankanın adı yazıyordu üstlerinde.. ki o zamanlar her köşede bu kadar banka yoktu memleketimde. O arada bir yerlerde zaman kırılmış olmalı. Dizide dedikleri gibi “where we are” değil asıl soru, “when we are”.Ben nerdeydim herkes değişirken, büyürken? İçimdeki küçük çocuk neden bu kadar ısrarlı? Neden yazdıkların karşısında dehşete düştüm ve parmaklarım klavyenin üstünde titredim kaldım?
Sen, bana benzeme. Ben emekliyorum hayatı, sen kalk ve yürü.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Başlıksız

Bazen “ağır edebiyat” da boğar insanı…İnsan ansızın kendisini ölümüne yoran ve yıldıran şey(ler)in yaşadıkları değil de, yazdıkları olduğunu farkediverir… (ya da belki de hiç farketmeden yaşar gider). İnsan(lar) melankolik olanı sever; onları yaşamak ister, yaşadıktan sonra yazmak ister bazen de tam tersi yazdıklarını yaşamak ister…” Sıkıntı” lı metinlerin alıcısı çoktur…İnsanlar kendi berbatlıklarından daha berbat hayatlar görmeye sevdalıdırlar…Bunu çok iyi beceren yazarların peşinden giderler, sadık bir mürit gibi…Kısaca hayat ;yaşayanlar için trajedi, anlayanlar için komedidir…” Sorun ” hayatı yaşamayı mı,anlamayı mı seçtiğinizdir ?

..ya yazdıklarını yaşar insan, ya da yaşadıklarını yazar… gerisi masal.

27 Ekim 2009 Salı

Başlıksız

Herkes gibi ben de mutlu olmayı denedim. Hem de çok... Ve de çok kez. Hastanede bile yatmak istedim. ' Senden daha acil olanlar var, sıranı bekle ' dediler. Ayakta tedavi etmek istediler. Yine huzur bulamadım. 'Mutluluk çubuğu takın bana öyle yollayın ' dedim. Güldüler.

Mutluluğumu çubuğa taktım, şeker diye sattım. Yiyen zehirlendi.

8 Ekim 2009 Perşembe

Başlıksız

Kapı ardına kadar açıktı. Yosun tutmuş nemli duvarları ve merdivenleri kovalayarak çıktık. Viyolonselin sesi daha da yükseldi. Posta kutusu bile olmayan bu fenerin içinde ışık olduk, aydınlandık. Dalgalar susana kadar-dalgalar susana kadar-dalgalar susana kadar. Fenerin ışığı sabah söner de, dalgalar susar mı hiç?

6 Ekim 2009 Salı

Başlıksız

Kelimeler sivri uçlarıyla kafamı kazıyorlar. Zaman keserek ilerliyor, gene de acı duymuyorum. Aklıma 'Yağmurdan Önce' deki sessizlik yemini etmiş çocukların affedilmiş gözleri geliyor. Günahı ben işlemedim. ama sadece nefes almaya devam edebilmem için günah çıkarmama izin versinler. Bedelini ödemezsem - ben- sevilmeyi nasıl becereceğim böyle?

Hasar tespitini beklemeliyim. Arkamdaki karaltının peşimi bırakmasını beklemeliyim. Her sabah aniden uyanıp işe yaramaz bir çuval gibi, içimdeki çöplerle, boşluğu beklemeliyim. Hayale veda edip, hayata alışmayı beklemeliyim. Kelimelerin yeniden güvenimi kazanmalarını beklemeliyim. Cezamı beklemeliyim. Beni hiçkimse korumayacak. Beklemek mecburiyetindeyim sadece. Sessizce.

Her kimsen, sana sabrın ve sadakatin için teşekkür ederim.

Gökhan Cengizhan' ın sözüyle; Omuzunda eskisin elim...

4 Ekim 2009 Pazar

Başlıksız

Kapıyı açtı
kapı açıldı.

Karşısında karşısı vardı

Kapıyı kapattı
kapı kapanmadı.

Kaldı...

29 Eylül 2009 Salı

Düş / Düşersin

DÜŞ! Bahçelerimiz ve biz. Farkındalığın ne kadar yüksekse o kadar çiçek açar çimenlerin-düşlerin. Körpe fidanlar, yıllanmış ağaçların gölgesinden uzakta büyürken, genişleyen gölgelerin sakladığı gizem dolu hallerle gün ışığına çıkarılacakları günü beklerler. Dururlar. Bir söz, belki bir eylemle harekete geçen zihin, karanlıklarla saklı-bezeli her bahçede bulunması kuvvetle muhtemel çukurları, kuytuları görür olur. Bir patika ansızın yok olur. Gören göz değildir. Sen değil. Bozulan ezberlerin ancak şimdi izin verdiğince görmek yorar seni. Eskirler. Daha önceleri nasıl da bu gerçeği görmediğine boşuna hayıflanırsın. Bilmediğini algılayabilmek bu koşullarda mümkün değilken, yeni tanımlar üretmenin arzusuyla saçmalarsın. Ahh, rutin! Alışkanlıkla elde ettiğin becerin. Tek gözünün yarım yamalak gördüğünü kabul et artık. Odaklanamadığın, hedefini ıskalayan elin utancıyla nasıl örtebilirsin ki kızaran yüzünü? Ne kadar kavruk da olsa ve soluk, hatta çirkin –bir çiçek ne kadar çirkin olabilirse- bu çiçekler senin, bahçende varlığını yeni keşfettiğin bu kör kuyu taklitçisi, görmeyen gözünün yerini tutacak yeni-gören çukur senin. DÜŞERSİN !..

27 Eylül 2009 Pazar

Işıklar İçinde Yat Nihat Abi

http://www.facebook.com/home.php#/video/video.php?v=1188085338978
Eğer birgün gökyüzünün kara mavi çizgisinde bir kırlangıç sürüsü görürseniz bilin ki kanatlarının altına saklanmış ıslak tebessümlerle buruk gülümsemeler benden size kalanlardır.

Siz de çekemezseniz gülün nazını; ne dikenine dokunun, ne de yapragını incitin. Sevgiye, dostluğa ve umuda hasret herkese bır tutam gokkuşağı benden.
Yer: Dünya
Nihat Nikerel ( Cehennem Cevdet )
1950 - 2009

25 Eylül 2009 Cuma

DİLEKÇE: Uzunca süredir yaz-a-mama nedenleri.

Hiçbir şey istemiyordum. Biraz Zeki Müren şarkısı - biraz acı - biraz rakı. İkinci bir emre kadar solo ve düet Zeki Müren şarkılarını yasakladım. Rakı sofrada kaldı.

Hiçbir şey göremiyordum. Çok karanlıktı. Biraz rakı - biraz acı - bir kaç kişi. Kaç kişiydiler bilmedim. Işıklar yanınca biri kalmıştı. İkinci bir emre kadar aşkı yasakladım, tenim elimde kaldı.

Hiçbir şey duyamıyordum. Ne güzel sözler - ne inlemeler. “inleyen nağmeler” taş plaktaydı. ikinci bir emre kadar nostaljiyi yasakladım. Sesler yarına kaldı.

Hiçbir şey hissedemiyordum. Birisi benim yerime rica-minnet yaşadı yaşananları. İkinci bir emre kadar rica ve minnet etmeyi yasakladım. Gözlerimin önünden film şeridi gibi geçen hayatım kör makinistin elinde kaldı.


Hiçbir şey anlatamıyordum. Benden her yerde çokça vardı, ' her derde deva' cinsinden. Halbuki ben kendimi ' bulunmaz hint kumaşı 'sanıyordum. İkinci bir emre kadar vazgeçilmez olmayı yasakladım. “ aşkın kanununu yazsam yeniden ” şarkısı havada kaldı.

Hiçbir şey yazamıyordum uzun süredir. Metnin aslı sureti. Benim hayatım birilerinin hayatının önüne geçti. İkinci bir emre kadar yazmayı yasakladım. Biriken harflerimi uçan balona doldurup kuzey kutbuna yolladım. Noel Baba'dan ne dilek dileyeceğimi biliyorum artık.

Arzederim.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 22

İç / Akşam üzeri / Pencere kenarı / Adam yalnız
_____________________________
Buluşacaklar. Bir türlü gelmiyor, gelemiyor. Mesaj gönderiyor “ hadi artık !” diye. Cevap yok. Masada iki dilim peynir, birkaç yaprak roka ve rakı var. Rakıdan birkaç yudum alıyor, peynirden de bir parça. İki dilim peynirden birini ona bırakıyor. Ama tabaktaki duruşunu beğenmiyor. Çatal, bıçağıyla ona form vermeye çalışırken üçgen kesilmiş peynir diliminin ucu kırılıyor ve dilimden ayrılıyor. Canı sıkılıyor adamın. Yese olmaz, yemese ayrık duruyor tabakta, ayrıca o parça heyecanla beklediğinin. Bir süre bakınıyor tabağa, peynire, kopan parçaya…Ah o takıntıları yok mu?. Karton ya da kağıt olsa yapıştıracak özenle ilk halini alması için, ama yok!. O bir beyaz peynir dilimi. Sert ve yağlı, hatta orta sert, gözenekleri büyük. Bu demektir ki kaliteli bir peynir, Ezine peyniri bu olmalı.Ama kopan ve ayrık duran o parça bütün resmi bozuyor tabakta.Takıyor yakın gözlüğünü gözüne, alıyor eline çatal ve bıçağı; bir heykeltıraş estetiği, bir plastik ve rekonstrüktif cerrah ciddiyetiyle, yan masadan sarkan meraklı bir çift göze aldırmadan kopan peynir parçasını tamlıyor küçük parçayı ana parçaya. Roka yapraklarına hiç dokunmuyor bile. Üzerine de birkaç küçük rötüş atıyor bıçağın yan yüzeyiyle, hünerli parmaklarını kullanarak. Peynir dilimi ilk kesilmiş görünümünü alıyor. Bir önceki halini ondan başkasının farketmesi olanaksız.Peki o anlayacak mı peynir diliminin koptuğunu, onu tekrar üçgen haline getirmek için adamın dakikalarca çaba gösterdiğini? Anlaması da gerekmez ya?
Merak edilen aslında şu; adam tabaktaki peynirin hangi parçası?.
- Üçgen dilimin büyük parçası mı?
- Kopan küçük parçası mı?
- Parçalanmadan önceki bütün üçgen parçası mı?
- Parçalandıktan sonra, önceki haline getirdiği şimdiki peynir parçası mı?

Kimbilir?..

6 Eylül 2009 Pazar

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 21

İç / Gece / Belirsiz bir mekan / Adam klavyede yazar
_____________________________________________

..ben sana pervaneyim. Aynadan baktığında göremediğin tek göz benim. Ayın etrafında döndüğü dünya, dünyanın etrafında döndüğü güneş benim. Yuvarlağın hiç ulaşamadığı merkez noktası, merkezde sonsuz sayıda kesişerek yuvarlağı oluşturan her çap benim.
Pi sayısı kadarım. Sınırsızım hiçim. Pervaneye yaklaştıkça kopan kelebek, ışığa yaklaştıkça yanan böcek, güneşe yaklaştıkça balmumundan kanatları eriyen bir denek. Etrafında dönüp dolaşmak benim harcım, ulaşamamak yapı iskeletim. İhtirasım tuğlalarım, sevincim kiremitim. Hiçir zaman bitirilmemiş evlerde söylenmiş şiirlerim.
Erimiş şekerden cadı evlerim. Cebimde geceleyin yol gösterecek el fenerlerim. Minik kırıntılarını yollara döktüklerim. Dönüp arkama bakmadan yürüdüklerim..
...madem ilk dolunayda eve dönmeyecektim, neden yollarımı aydınlatmak istedim. Gizli güçlerin bilir mi, sorsana?..

2 Eylül 2009 Çarşamba

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 20

İç / Gece / Belirsiz bir mekan / Adam klavyede yazar
______________________________________________

...haklısın, hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk.
“ Korkma ben varım! ” demedi kimse.

Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor.
Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım. İstikamet kargaşa.

...böyleyken böyle. Bazen sadece memnun olmak lazım. Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım.

Sen sakın bırakma.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Sevgili-m Hayat

< Ustam çırak olacak yaşa geldin dedi bana bugün; yaşım, elli küsur >

...ne zaman burkulsam, ağrısam, incinsem, özlesem, yansam, yenik düşsem, kimsesiz kalsam, her biri, çoktan açılmış bir yoldan kolayca ilerleyerek, daima ve hep aynı yere varıyor. İlk ve yegane acıya, hasrete, yoksunluğa, aşka, işte tam buraya, kaynağa, yara yerine, doğum yerine… birden, hemen, çabucak, kolayca harlanıyor, hızlanıyor, deviriyor beni, kavrıyor, kavuruyor.Sırrım bu. sihrim bu. Sadece ilk ve bir tek olan. Bu kadar. Başka yok. Bir ikincisi, yedeği, kaçamağı, tekrarı, geri dönüşü, unutuşu yok. yemin ederim. Sadece buna inanır ve ibadet ederim. Sakladığım bu, bildiğim, uğruna yaşayıp özleminden öleceğim ey sevgili-m HAYAT !
Fotoğraf: 'Denizi hiç ısınmayan' çocukluğumdan doğum günü pastası.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Başlıksız

Baştan yenilgi ve öğrenilen özgürlükler.
..ve bir de öğrenilmiş özgürlükler,
sonradan gelişen özgürlükler,
içgüdüsel özgürlükler
..ve en büyük özgürlük !

20 Ağustos 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 19

İç / Gece / Belirsiz bir mekan / Adam ve Kadın
_______________________________________________

- ...ama sen, acaba sıradanlığın arasından da yüzünü gösterir misin bana? Mesela; caddenin köşesinde, karşıya geçmek için trafiğin boşalmasını beklerken, arkadakilerin sabırsızlığına aldırmadan duran bir arabanın içindeki meçhul sürücünün bakışında, benzincide camları silen adamın elindeki silgeçin otomobil camında kayarkenki telaşsız dikkatinde, dolmuştaki kadınının çantasından para çıkarırkenki hışırtılı zarafetinde, denizden çıkıp güneşin altına uzanınca, serinlik sıcağa yenillirken beliren unutkanlıkta, içeriği kayıp bir hatıranın fark ettirmeden gönderdiği tebessümün hafızasında…
Zamanın boş bulunduğu anlarda, ipucu bırakır mısın bana saklandığın yerden ?
- ...........

- Duyamadım?..
( Sağır olmayan Sultan'a selamlar.)

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 18

İç / Gece / Belirsiz bir mekan
_________________________________________
Taksi şöförü elinde yakılmamış bir sigara tutuyordu. ‘tiryakiyim.’ dedi. ‘öyleyse neden yakmıyorsunuz sigaranızı?’ diye sordum. ‘Yakarsam biter’ dedi.”
Yakarsa biter. Yakmazsa, zevki hayalinde saklı, büyümeye devam eder. Tiryakisi olduğu tat onu tüketirken, alabileceğinden kat be kat, derinleşip budaklanır. Peki ya tam o sırada, bitmesin diye tutuşturmaya kıyamadığı tek ve son sigara, bir rüzgar eser de parmaklarının arasından uçarsa? O zaman ne olur tiryakiye acaba?
Bir ilişki ne zaman tükenir? Son sigaranın neresine geldiğimizi biliriz ama, sarmallar halinde ilerleyen şu hayatta, bir ilişkinin neresine geldiğimizi nasıl tayin ederiz? Gemiyi kurtarmakla canımızı kurtarmak arasındaki geri dönüşsüz sınırdan nasıl geçeriz? Sigarasını yakmaya kıyamayan tiryaki nasıl kaldırıma çömelip izmarit aramaya başlar? İstatistikler yüzde elli şans veriyormuş, bu durumda ömür miâd olarak geçerli bir süre midir? Ne feci bir oran, oran bile değil, trenin durmadığı, kimsenin inmediği ama gene de toplamı sayıya bölünce beliren farazi kasaba olmalı burası. yoksa, bir tarafa düşmeden durulabilir mi yüzde elli ’de, pür dikkat hiç kımıldamasan bile?
Bunlar, cevaplarını bilmediğim sorular. Kötü bir kaptan, iyi bir tiryakiyim. Sigara içmiyorum ama; annem “bu siyah paltonu artık atalım” deyip duruyor. Üstünde yanık izleri var da...

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 17

İç / Gece / Belirsiz bir mekan / Adam ve Kadın
_______________________________________

-sen neden siyah eldiven taktın?
-sana daha iyi dokunabilmek için.
-kötüsün.
-saçmalama! bizde böyle kavramlar yoktur ki.
-öyleyse fotoğrafımız çekildikten sonra gitme. kal.
-kalamam.
-kal.
-şşş kilitlemesene dudaklarını!
-kötüsün.
-kötü olmadığımı kanıtlamak için sana böyle yapışık kalmam mı lâzım?
-benden ayrılmak isteyerek kötü olduğunu kanıtlıyorsun. hep aynı şey, ben kalıyorum sen gidiyorsun.
-ben öpüşmeyi senden daha çok seviyorum da ondan.
-nerden biliyorsun?
-çünkü sen benden başkasıyla öpüşmüyorsun.
-iyi olduğum için.
-saçmalama! biz aynı kişiyiz.
-nerden biliyorsun..?

13 Ağustos 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 16

Gece / İç / Pencere Önü / Adam defterine yazar
_______________________________________________

Derin bir nefes versem. Öyle derin bir nefes olsa ki bu, nefesimle birlikte, vücudumda ve zihnimde birikip de tartar yapan bütün tortular da müthiş bir kuvvetle dışarı püskürse. Ardından bir varoluş anoreksisine yakalansam sessizce. Zihinsel, fiziksel, duygusal iştahım kesilse; incelsem, derim kemiklerime yaklaşsa iyice. Sonra herkes beni uyur zannederken, ayık ve aç dursam. Kendine ait bir odası, kendine ait bir zamanı olmayan. Artık soracak kimse de kalmadı. Kime sormalıyım?. Sabaha karşı göz kırpmadan bimem ne tv'de bilmem ne transı seyrediyorsam, ya da bilmem nenin aryalarını dinliyorsam sessizce, karar vermem gerektiği içindir. Büyüyor gözbebeklerim artık.
Karar vermek için...Evet ama ne hakkında hiç bilmiyorum ki.

Eli titremeden karar verebilecek insan arzusuyla kaptım silgiyi. Elim titremeden, bu defa bilanço benim defterde… Fol yok, yumurta var ( mı ) ?.

9 Ağustos 2009 Pazar

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 15

İç / Gece / Pencere önü / Adam defterine yazar
______________________________________
Ümidi kestim. Yırtılmış yerden nasıl kayar makas, öyle, kolayca. Bunu daha önce hiç denememiştim. Çünkü görev dağılımı eşitti: başlatmak daima senin, bitirmek benim işimdi. Tutunduğum elin arkasında bir vücut olup olmadığını kontrol etmek aklıma gelmemişti. Yollarını burunlarıyla bulan hayvanlar gibi, başımı ensendeki yerine - koklaya koklaya - koyduğum hayalini bozan gerçekleşmemesi değilmiş ki. Gerçekleşmesi ümidiymiş hırpalayıcı olan. Ümit bitti, hayal kalıcı her zaman.
Herkese tavsiye ederim; 'ümidi keserek' dikiliyor güzel elbiseler. Ümidi kesmekle önleniyor israf. Agresif bir yan yok bunda. Açık bırakılan kapı, kapalısından çok daha tedirginlik verici. Hırdavatçı' dan aldığım kapı desteğini kaldırdım. Pat diye çarparken içim hoplamayacak, hatta belki fark etmem bile, burnumla buluyorum yolumu. Geride kalanları yoklamanın bir değeri yok. Hepsini sana bıraktım, zaman nasılsa çarelerine bakar.
Ümit biraz zavallı bir hismiş, amip(!)imsi. Muhtaç olmayı sevmem. Artık kendim dahil kimsenin mutluluğundan sorumlu değilim.
Kalp temizliği, sonbaharı sevmeye başlamakla aynı şey.

Yasak arzu doğururmuş. Ben dönene kadar da sana burası yasak olsun. Mesafe dediğin nedir? Hiçkimse arzudan hızlı koşamaz, daha uzağa gidemez nasılsa...Öyle değil mi?. Cevabı belli ama, yine de sordum.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Başlıksız

Gidene kal demeyeceksin…
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.
Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
Yoksa, değersiz olan hep sen olursun…
Düşün…Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır seni izin vermezsen?
Kim sever seni,sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar,sende biter..
Yeter ki yürekli ol; tükenme, tüketme,tükettirme içindeki yaşama sevgini…
Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz.
Öyle bir hayat yaşadım ki;cenneti de gördüm, cehennemi de..
Öyle bir aşk yaşadım ki; tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de..
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum
Oynadım…Öyle bir rol vermişler ki okudum,okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum, hem kızdım hem güldüm halime..
Sonra dedim ki söz ver kendine; denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan anladım.

Nietszche amcam ellerinden hasretle öperim.

31 Temmuz 2009 Cuma

Başlıksız

Açık pencereden içeri küçücük periler giriyor. Bu perileri kimse göremez, bana müthiş bir şey söylüyor periler, gülüyorum. Bir keresinde güldüğüm için azar işitmiştim ama bu aklıma gelmiyor o anda. Sanki gözümde güneş gözlükleri var ve bacaklarımda kuru buz, ürperiyorum biraz daha kendimde olsam sana söylemek istediğim şeyler var. Biraz daha kendimde olsam yapmak istediğim şeyler, ama düşüyorum, çığlığım pencerenin dışından geliyor. Sanki birinin karnını deşiyor olmalılar, öyle bir haykırıyorum ki, içimdeki hayvan (!) canhıraş ağzımdan fırlıyor. Kocaman korkunç bir hayvan (!) senin umurunda olmayan, ben hafifliyorum.Tek elinle kaldırıyorsun beni o kadar hafifliyorum. Üfleme sakın, üflesen uçarım. Gözlerine bakıyorum acaba aynı şeyleri mi görüyoruz gözlerinde, bunlardan bambaşka bir alem. Bak ben kendimi tamamen nasıl bıraktım şimdi ölsem: Sessiz uyandım. sessizlikten daha sonsuz sesin (uyu) dedi uyudum. Bir kirpik bir kirpik, bir unutuş, bir dip bir bacak, bir bacak bir peri, bir kuş bir daha...Hiç bakma, uçtu ve gitti bile. Ben de.
L'origin de monde

28 Temmuz 2009 Salı

Fuar Radyosu / 1

Şehre sirk gelmiş dediler. Dünyaca ünlü İtalyan Medrano sirki. Daha doğrusu Fuar’a.Elime tükenmez kalemle alelacele yazılmış bir duyuru tutuşturdular anons yapmam için. - Dünyaca ünlü Medrano sirki yarın akşamdan itibaren gösterilerine başlıyor!. Meraklandım; onların gösterilerini izlemekten bir o kadar daha heyecan verici şey, çadırlarını kurmalarını ve yerleşmelerini izlemek. Gittikleri yere hemen birkaç saat içinde konuşlanıyorlar. Nasıl bir hız ve organizasyon bu, tarifi mümkün değil. Öğlen suları, radyo açık. Radyo dediysem dinlediğim değil yayın yaptığım kapalı devre bir radyo. Bilmem kaç kilometrekare alana yayılan hoparlör düzeneği sayesinde fuar alanındaki herkes tarafından dinleniyor. Zorunlu dinleme. Zaten dinlememe şansı da yok. Tek çaresi var; kulaklarını tıkamak. O radyonun hem disk-jokeyiyim, hem spikeriyim, hem prodüktörüyüm, yani kısacası her şeyiyim. Bu nasıl bir özgürlük duygusu tanımlanamaz. Neyse aklım onlarda. Şu an ne yapıyolar acaba. Filler mi yardım ediyor çadırın kurulmasına?

Bir taraftan radyoyu bırakamıyorum bir taraftan kuruluşunu izlemek istiyorum çadırın. Aklım hep onlarda ve orada.Bir long-play koymalı pikaba, uzun süreli çalmalı, çalmalı ki bana dönene kadar zaman kazandırsın. İyi ama hangi plak olmalı bu seçimim. “Yes” adlı rock topluluğu o yıllarda liste başlarında “Deep Purple” la yarışmakta adeta.’Yes’i yerleştirdim pikaba. O an bütün fuar alanındakilerle paylaşıyorum ‘Yes’i. Çalan parça da çok anlamlı, adı; ‘Circus’. Bir hoş geldin demek istedim onlara o zaman ki aklımla. Koşar adımlarla yaklaştım sirk alanına, geç mi kaldım yoksa. Neyse ki yetiştim, ama hiç de düşündüğüm gibi hummalı bir çalışma yok. Tam tersine bütün sirk ekibi; maymunlar da dahil hep birlikte, benim yayına verdiğim parçayla henüz kurulmamış alanın tam ortasında kendilerinden geçmişcesine parçaya eşlik edip dans etmekteler.
Ey müzik sen nelere kadirsin…
( Denizi hiç ısınmayan çocukluğuma.)

23 Temmuz 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 14

Günlerce geldi gitti marangozun bir göz atölyesine. İçinde nasıl bir heyecan, nasıl bir heyecan, tarifsiz. Doğumhane kapısında içerden gelecek müjdeli haberi bekler gibi.Varsa yoksa dört tekerlekli sebze arabası. Marangoz üç tekerlekli olsun daha ucuz çıkar dese de diretti günlerce. İlle de dört tekerlekli olacak,sanki 4x4 çeker araba tutkunları gibi. Olsun, üç-beş kuruş fazla olsun ama dört tekerli olsun. Sonunda beklediği haber geldi marangoz İshak ustadan. “ Bitti ! Gel al ! “.
Bu haber dünyalara yetti. Gece uyku girmedi gözüne, ertesi gün beyaz gömleğini giydi, günlerdir kesmediği sakallarını kesti. Ver elini İshak usta’nın Cankurtaran’daki atölyesi. Kapının önünde bekler buldu arabasını. Çam ağacının kokusunu burnuna bir çekişi var Hasan’ın ki,tarifi imkansız. İshak usta’yla biraz hoşbeş, teşekkür ama gözü arabasında, bir an önce 'flörte başlayacak oğlan' huysuzluğu var içinde. Son kalan parasını da saydı ustanın eline, bir ay sonraya da borcunun son kalanının adını koydular birlikte. Helalleştiler ustayla. Bir de sigara tüttürdü Hasan, Kumkapı sahilinden kaldırımlardan doğru eve yollandı. Kutu gibi gecekondusunda da telaş başladı bile. Karısı ve oğlu dört gözle bekliyorlar babalarının gelmesini daha doğrusu arabanın gelmesini. Oğlan daha görmeden sebze arabasını, adını bile koymuştu günler önce; “Yeşil Kaplan” dedi, her nedense…
Hava yavaş yavaş kararmakta, Hasan binbir karmaşık duygular içinde, sahil kaldırımlarını arşınlıyor süratle. Gelen geçenlerin bile gözü takılıyor arabaya, Hasan mağrur ifadesiyle arabanın arkasında. Galata Köprüsü, Karaköy, Kabataş derken, ışıl ışıl parlayan olanca haşmetiyle işte Dolmabahçe Sarayı’nın önüdeki kaldırımlarda. Hasan, çam ağacından yapılma yepyeni sebze arabası ve arka fonda Dolmabahçe Sarayı nasıl bir fotoğraf karesi, anlatılmaz…Şehrin olanca yoğun akşam trafiği içinde ulaştı gecekondusuna. Ev halkı kahramanlar gibi karşıladılar. Zümrüt Yeşili boya kutusu ve fırça zaten hazırdı. Hasan hiç vakit kaybetmeden girişti boyaya. Karısı ve oğlu da gururla izlediler onu. Yeşil olmalıydı araba, erik’te yeşildi, salatalık’ta, daha pek çok sebze de yeşildi. Bilerek seçmişti o rengi. Oğlu da boşuna koymamıştı o adı. Sabaha kadar boya çoktan kurumuştu. Sabah gün doğarken özenle dizildi arabanın tezgahına meyve ve sebzeler. Hepsi yemyeşildi, çokta yakıştı arabanın zümrüt yeşiline. Bereket duaları edildi ardından Hasan’ın bu ilk ekmek kavgasında. İstikamet Eminönü. Diğer Hasan’ların tümünün kıskanç bakışları üzerinde bizim Hasan’ın. O pek aldırış etmiyor, fark etse de olan biteni. İlk siftahtan sonra hareketleniyor meydan ve çevresi. Tamam diyor Hasan, kırdık şeytanın kırılmaz denilen bacağını. “Yeşil Kaplan “ değiştirecek kaderlerini. Keyiflendi bunları düşünürken, bir sigara yaktı ama yakar yakmaz çevresinde ani bir hareketlenme oldu. Keskin düdük sesleri kaçışma birbirine karıştı. Düdük sesleri yakınına geldiğinde iş işten geçmişti.

“Yeşil Kaplan” bir Zabıta kamyonun üstünde diğer yeşil - olmayan - “kaplan”larla üst üste bilinmez bir yere yol alıyordu.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Açılır yastıkta kocaman gözleri gülümün.
Dumanlı dağ gölleri gibidirler henüz,
içlerinden mavi balıklar geçer kıvıltılarla,
diplerinde yeşil çamlar durur
bakarlar derin, dümdüz
rüyalarımın sonu, sabah karanlığına pırıl pırıl vurur
aydınlanırım
kendi kendimi görüp yeniden tanırım
kıyasıya bahtiyarımdır
azıcık utanırım
ama azıcık.
Yolculuğa hazır bir yelken gibidir
aydınlık bir yelken gibi
sabahleyin odamızda karanlık.
Gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak.
Mavi afişteki güvercin gibi aktır
sabah karanlığında yatak.

N.H.R.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Başlıksız

Merhaba, akşam güneşinin Karadeniz 'le cilveleşmesine aldanıp başını güneşe doğru uzatan balık. Niyetin, belki küçük bir kaçamaktı bu defalık. Ama çok geç, misinanın ucundasın artık... Yıldızların altında, İstanbul'dan merhaba ve elveda anason kokulu masum balık...
( Denizi hiç ısınmayan çocukluğuma... )

19 Temmuz 2009 Pazar

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Başlıksız

Sen kalemimi kırdın. Biri ölçüsünü bozdu terazimin.
Dal - tarttı - belki ama, - kartal - kalkmadı (!)

14 Temmuz 2009 Salı

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 13

Akşamın alacakaranlığı yeni çökmüştü küçük kentin daracık sokakları üzerine. Arkadaşlarıyla Ruşen’in meyhanesinde birkaç kadeh parlattıktan sonra evine doğru yöneldi. Tam evinin olduğu sokağın köşesini dönecekti ki kaşının üzerinde patlayan bir ş e y l e nerdeyse yere yığılıyordu. Gözünde şimşekler çaktı sanki.Önce taş zannetti ama acıdan onu da algılayamadı. Neler olduğunu, neyin nerden geldiğini, kimin attığını, ne attığını anlayamadı bir süre. Elini bastırdı alnına, kanadığını fark etti. Acı yavaş yavaş dağılırken yere düşen şeyin bir kibrit kutusu olduğunu gördü. Şaşkınlığı daha da arttı. Hangi kibrit kutusu taş kadar sert ve ağır olabilirdi ki. Eğildi yerden aldı, evet ağırdı, bir taş kadar ağırdı. Kanayan kaşına aldırmadan kutuyu açtı. Sokak lambasının altına sokuldu. Kutunun içinden defalarca kez katlanarak kutuya özenle yerleştirildiği anlaşılan, dolmakalemle ve özenle yazılmış mektuplar çıktı. Sen ve Ben ….diye başlayan aşk mektupları. Kaşından akan kana aldırmadan sonuna kadar okudu mektupları. Hiçbirinde imza yoktu. Çok tutkulu ve yoğun bir karşılıksız aşkın, net ve içten ifadeleriydi. Kibrit kutusu ve mektuplarla evine döndüğünde üstü başı kan içindeydi.
......................

Yıllar, yıllar sonra ders verdiği Üniversite’nin koridorunda genç bir kız yaklaştı yanına;
- Hocam ( dedi ), bir dakikanızı alabilir miyim lütfen?
Elbette dedi adam.
Çantasından özenle çıkardığı bir küçük paketi adama uzattı:
- Bu sizinmiş hocam; annem size iletmemi söyledi, biraz gecikmiş ama, hatta epey gecikmiş bence..
Ve geldiği gibi telaşla ayrıldı yanından genç kız.
Hiç bir şey anlamadı adam. Şaşkınlıkla kızın arkasından bakakaldı. Elindeki paketle odasına girdi. Heyecan ve merakla açtı paketi masanın üzerine.

Paketten, küçük bir idrofil pamuk ve çoğu zamanla uçmuş tentürdiyot şişesi çıktı.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 12

Üsküdar / Öğleden sonra / Kabataş deniz motorunun üst güvertesi

Önce o geldi, tam karşımdaki orta sıranın başına oturdu. Kendi halinde sessiz bir gençti Omuz çantasından şerit halinde kesilmiş ve uç tarafından zımbalanmış, uzaktan ne olduğu algılanamayan ama, nota partisyonlarını andıran bir demet kağıt parçası çıkardı. Sol dizine koydu, dikkatle okuyup sağ eliyle dizinin üstünde ritm tutmaya başladı. Ayağı da bu ritme eşlik ediyordu. Ne kulağında kulaklık vardı ne de çevreden gelen bir müzik.Önündeki notalardan müziği okuyordu. Kendinden geçmiş, ne çevre gürültüsünden, ne de yavaş yavaş motora doluşan yolculardan etkileniyordu. Nota sayfalarını değiştirdikçe eliyle ve ayağıyla tuttuğu ritm de değişiyordu. Birkaç dakika sonra boş olan yanına uzun saçlı ve keçi sakallı, küpeli, rocker havasında bir genç gelip oturdu. Omuzunda asılı gitar çantasını özenle çıkartıp ikisinin arasına yerleştirdi. Yeni gelenin kulağındaki kulaklıklarda çalan müzik yanımdan geçerken bana kadar geliyordu. Yan yana sanki bir müzik grubunun üyelerini oluşturmuşlardı. Ama; ne o yanındakini fark etti, ne de bir diğeri onu. Motor hareket edip boğazın sularına karışıncaya kadar, camiden gelen ezan sesi, simitçi, büfeci, işportacıların çağrı sesleri rüzgarla dağılarak azaldı ve boğazın ortasında yerini sadece denizin sesi aldı. Motor Kabataş iskelesine yanaştığında her ikisi de ayrı yönlere koşar adımlarla uzaklaştılar.

Her ikisi de belki aynı müzik parçasını, ayrı ayrı taşıyarak. Kim bilir ?..

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Başlıksız

Sabrım gülümsedi, sağlığına kalkan kadehimin sadeliğine.
Ama; ay, her zamanki gibi dalga geçti seni düşünürken artan çillerimle…

3 Temmuz 2009 Cuma

Başlıksız

Vücut ve ruhumuzdaki boşlukları geçiyoruz. Artık anladık, onlar dolmayacak. Onları da denedik, denemekle de olmuyor. Zevki küçümsüyoruz, manuel. Kağıdı kıvırıp gezdiriyoruz: supernova, sapporo, susamuru. Soyunup diz çöküyoruz, dua: lütfen beni yalnız bırak. Gözlerimizi yumup yazı bekliyoruz. zamanı gelmişti, çoktan zamanı gelmişti. Belki de karanlıktan bir denizkızı çıkar karışık ve mutlu. Silinmeye hazırız. Denizkızı ve susamuru.
Kumsal söyle neren acıyor?

L'origine du monde 'den.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Başlıksız

Görüntünün arkasına gizlendiği saatlerde, düşleri küçük film kareleri gibi oluşuyordu aslında.
Ve o, gecesinin üstüne örtüsünü çekti acımasızca. Bir çalar saat sesi son duraktı.
Hangisi önce gelmişti dünyaya ? Düşleri mi ovulmuştu ?
Bir ayyaş misali o muydu bir tekmeyle kendini üç boyutlu görüntülerde bulan.
Nesnesinin ihanetini hiç affetmedi. Onu da alıp gittiği düşler ülkesinde, her rastladığına çalar saatinin ihanetini anlattı durdu ..................)

30 Haziran 2009 Salı

A D A

Bizimki hangi ada ?.

Hani şu dört bir yanı tehlikelerle dolu amansız dalgaların yaladığı, Alexandre Dumas' nın bile tüylerini diken diken eden aşılmaz taş ada mı ?

Yoksa bizimki; Haliarnas Balıkçısı' na konu olan Deli Davut' un gülen adası mı ?. Yüreği olmayana geçit vermeyen.

Bilemiyorum, belki de bizim adamız; Jean-Jaque Rousseau' nun adası Saint-Pierre. Kafamızda uçuşan binlerce kavramı dinginlilke bir araya getireceğimiz.

Ne bileyim belki de bizim adamız; 'Kumral Ada, Mavi Tuna' dır. 'Sen, hiç kimsenin olamayacağı kadar şeyimsin benim' diye başlayarak söylediğimiz ve birilerini öldürmeden önce son kez uzaktan baktığımız...