29 Ekim 2011 Cumartesi

k o n t r e n d i k a s y o n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 078312563 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------
Orada hiç kimsenin olmaması ne de yeni ve dehşetli bir mutluluktu! Oraya doğru yürüyen biz bile orada değildik...Çünkü biz kendimiz hiç kimseydik. Biz bütünüyle hiçtik. Öylesine seyrelmiş ve cisimsizleşmiştik ki, varoluşun soluğu bizi boşluğumuza terketmişti ve zaman, bizi terkedip gitmişti.

Ne çağımız, ne amacımız vardı. Bütün şeylerin ve varlıkların sonluluğu, yokluk cennetinin eşiğinde kaldı. Onları hissettiğimizi hissetmek için kendilerini hareketsizleştirdiler; ağaç gövdelerinin pürüzlü ruhu, yaprakların yayvan ruhu, çiçeklerin gelinlik çağı ruhu, meyvelerin eğik ruhu. Kendimizi öyle kaptırmıştık ki, her birimizin ötekinin yanılsaması olduğu, her birimizin kendi içinde, kendi varlığının basit bir yankısı olduğu, tek bir kendilik olduğumuzu görmedik.
.....
Tuhaf...
Bir giysi, bir örtü giydirilmesi gibi…
Kurallar, çıplaklığın çirkinliğini mi örtmek istemekte…? çıplaklık neye göre çirkin-di ki…!
Kuralsızlık özgürlük getirir, çıplaklık utancı bitirir… mukayesesiz yaşam kabul getirir…tekliğin gereği fotokopiyi siler…özgünlük yaratıyı geliştirir.
Aynanın işi bu.. bizi bize gösterir…
Önemli olan nedir ki ?
Bu sonsuz oyunda.. son yokken.
.....

Uyanarak uykuya daldım ve çekilmez bir düşten yumuşak bir gerçekliğe kaçtım.

.

28 Ekim 2011 Cuma

s u a r e

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 35673233 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------
İçiçe giren filmlerin içine giren karakter; dışarı çıkmak için hikayenin dışına çıkabilir mi? Çıkış yok. Kaçış yok. Tüm gerçeklerin dahil olduğu hikaye var. Bir de; sadece gerçeklerin dışarı da bırakılmasıyla anlatılabilen hikaye. Şimdi ikisi burada, yan yana.

" Dışarı da”, dışarıda kalmamış; yanlışın içindeki doğruyu da, doğrunun içindeki yanlışı da dışarıda bırakmadan; insan, okuduğu metnin ilerisine gittikçe, ilerledikçe, duyduğu gerçeğe biraz daha yaklaştıkça, daha da, daha da ilerledikçe, sonunda hikayenin bittiğini görecek. Hikaye ondan sonra başlayacak. Peruklar, kostümler, mekanlar, dekorlar yıkıldığında, tüm yalanları gerçek kılan o her neyse apaçık ortaya serildiğinde; makara boşalıp da film bittiğinde, ışıklar yanacak: “dünya varmış” sözünün kullanıldığı durumlara yeniden, yeniden bakılabilecek.

Gündelik gerçeklerin dışında sadece tek bir gün için geçerli olan gerçekler var. Meraklanıyorum. Neden aynı sahnede ısrar ediyor izleyici? Bir gün, sadece bugün yaşanan bir gerçek, gündelik gerçeklerin çok dışında; gerçekliği korumak için gerçeklere ihtiyaç var mı? .

Tekrar izlenen bir sahne diğerinin aynısı mı - değil mi?..
Aklımdan; kurtulmak isteyen gölgeler, ayırt etmekte zorlandığım nüanslar, üzgün yüzler geçebilir. Hayır, bilmiyorsunuz sadece varsayıyorsunuz. Acıyı alıyor gibi yapıyor sonra gizlice daha fazlasını baş ucuma bırakıyorsunuz. İşte o anda hayatın sokaklardaki uğultusu susuyor. Hoş bir bağışıklık.

Önemli olan mı ?.. neyin önemi vardı ki kandın…sen aslında asil bir kandın…neden kandırıldığını sandın…oyun oynama.. oyum her an sana…

Zaten; yalnızlık bir diğeri olmadan bilinemezdi ki.

.

27 Ekim 2011 Perşembe

d i s e f a l i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 57845630 no'lu oda

-------------------------------------------------------------------

Yoktu, yalnız, kayıptı, yalnız kalmamıştı, tezgahta tedavülden kalktı dediler, uya/u/nmaz artık (dedi) uzaktan bir ses.. artık aydınlık 'yalnız' dediler… Karanlığa ne olmuştu peki? Cesareti eline geçirip esareti yenmiş ve zafer naralarıyla beslenen bir nefes mi oluvermişti ? … Sezgilerimi yokladım. Onlar da; yalnızlığı, yalnız olduğunu ama yok olduğunu fısıldadılar. Kayıptı, aramak gereksizdi… İlan vermek gerekirdi… Yalnızlığımı kaybettim bulan ?
Cennetteki incir ağacının dibine bırakıversin bir zahmet.. rica minnet.. iyilikle olmazsa, kötülükle dene (dedi) yılanın teki… sürünüyordu hiç tıslamadan …
Yalnızlık iyiydi de; kötülük olan, algılanan neydi yalnızlıkta. Bilmek isteyen var mı (dedi) Muhteşem Süleyman…
Gerildi yay, salındı ok fırladı. 'Tam isabet' diyen bir ses yalnız olan elmayı vurmuş, tam da ortadan bölmüştü ikiye birden bire…biri yerde, biri hedefte….
Yarım elma gönül almak istemiş koyulmuştu yollara, yalnız olmadığını bile bile. Çırpınan bir örümcek sularla boğuşuyordu ağını örmesi gerekse de, kader istese de nafile…ilmikler boğazını tıkıyordu...
.....
Canım sıkıldı, içim daraldı, artık yüzmek istemiyorum…nefesim bana yeter… kıstırsam da bu merdiven altında kendimi… merdivenin merdivenlerini sayarken kayan yıldızlara bakarken; merdivenleri tırmanmaya, yıldızları tutmaya karar verdim …Esnettim kendimi, sıçradım uzaklara, yalnızlıktı karşılıyan. Elinde yarım elma bekliyordu tam karşımda…..
Sarıldım ona içim titreyerek nefesim kilitlendi…örümcek.. İlmikleri çözüverdi ….
Görüşürüz….o yıldızların altında incir ağacında…

.

14 Ekim 2011 Cuma

k e k r e m s i

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 673452 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
Bir ilişki ne zaman tükenir? Son sigaranın neresine geldiğimizi biliriz; ama sarmallar halinde ilerleyen şu hayatta, bir ilişkinin neresine geldiğimizi nasıl tayin ederiz? Gemiyi kurtarmakla canımızı kurtarmak arasındaki geri dönüşsüz sınırdan nasıl geçeriz? Sigarasını yakmaya kıyamayan tiryaki nasıl kaldırıma çömelip izmarit aramaya başlar? İstatistikler %50 şans veriyor, bu durumda ömür miâd olarak geçerli bir süre midir? Ne feci bir oran, oran bile değil, trenin durmadığı, kimsenin inmediği ama gene de toplamı sayıya bölünce beliren farazi kasaba olmalı burası. yoksa, bir tarafa düşmeden durulabilir mi %50’de, pür dikkat hiç kımıldamasan bile?
...........
..offf... kıvırtmalardan bıktım. Her gece aynı şiirin son iki dizisine koyuyorum başımı ve bana ne çok yalan söylediler her gece aynı şiirin son iki dizesiyle.
( reset butonuna bastım)
.

13 Ekim 2011 Perşembe

ş i z o i d

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 856675 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
" iki ayrıntılı düş arasında buruşuk bir yatağın çerçevesinde herkes kendi bedbahtlığını yapışkan bir lolipop gibi emerken bir utanç kaplıyor ki amansız - sanki kara çarşaflara kundaklanmışız namussuz bir ahlak duygusuyla - böyle müsrifçe akıtmak yerine keşke nikahlansaydık beyaz tül biçiminde sahip olduğumuz eninde sonunda bu tuhaf beden değil mi kendi tenine hapis - bir de hiçbir yürekten kucaklaşmaya yer bırakmayan uzun bir ıstırap - buna da şükür tüylerimiz var acıyı hafifletmek için - geceyi belli bir ritimle gıdıklayan süpürgede dudağımı dişliyorum soluğum kesik - şimdi hiçbir şeysin- hiçbir şeysin - lağım fareleri gibi önce üfleyip sonra kemiren bu pis gecede zafer benim - daha da diye yükselecek bir ses çıkmıyor ve nedir şimdi bu üstüme yığılı beden (bir cam çatlıyor aramızda) artık giyinmeliyiz - hemen giyinmeliyiz".
..............
Neyse ki; ben uzaktan bakmaya alışığım, bir de kaybetmeye dair tatlı bir zaafım var.
Temsil bitti; çıkar maskeni, sil sahne makyajını.

.

12 Ekim 2011 Çarşamba

o l a s ı l ı k s ı z l ı k l a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 63882 no' lu oda

---------------------------------------------------------------
Birdenbire; “neden böyle üzülüyorsun? söylesene!” diye bağırdım. Anneme cevap verdiğimi duydum rüyamda ağlayarak. Şaşırdım. Konunun bununla hiç alakası yoktu. Ne ayrı, ne barışık, bir tarafta kalabilmek için kafamızı kaç kere duvara çarpmalıydık?... ama konu tabii ki tamamen bununla alakalıydı. Sevgisini esirgeyerek sevebilen birinin sevgisini almaya çabalamakla… bir sabah bütün vücudumu kaplayan kızarıklıklarla uyanınca anladım. Sen anlamadın. Bazıları onlar için ne kadar üzülürsek o kadar sevildiklerini düşünüyorlar. Üzülme kapasitem geniş, üzülüyorum; sabaha varmayan saniyeler, üçyüz yıllık ağacın ağrısı, kolumu yardığımda artık acımayıncaya kadar… çok üzülüyorum. Sevmek öyle güzel ki; severken üzülürüm de ne var? Üzüntü; sabunlar, tazeler bazı zamanlar, insan kendi gücünü anlar. Üzülüyorum ve üzülürken başka üzüntülerin üstesinden de geliyorum.

Üzülmek bireysel bir faaliyet, pet şişede gözyaşına kavramsal sanat diye bile bakmazlar ve nihayetinde de üzüntüyle sevmek arasında bir tahteravalli var. İnsan kıçı kırmamak için tam ineceği anı nasıl biliyorsa, öyle hassas ve hayati bir nokta, tepede kalmış üşümüş sıkılmış, “aman be üzüntü be, uzattın” diyor kalp.

Kendi ruhum ve tenimle sınırlı olduğumun bilinci: “ memeden ayrılma vakti yavrum, bak artık büyüdün sen, üzüntü büyüttü seni…”

Hadi. Hava kararıyor, oyun bitti.
............
Başucumdaki pilli radyoda çalan arya bitti. Hastabakıcıma, bitti (dedim). Dinlediğiniz için bitti (dedi) anlamsızca. Haklı; dinlemesem bitmez/di.

.

11 Ekim 2011 Salı

m e r i d y e n



fotograf: umayumay

Psikiyatri kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------
" Gitmeyin" diye buyurur çağdaş bilgelik, çünkü herşey görülmüş, herşey boşunadır. " Kaçış korkakçadır " der ahlakçılar, insan sorumluluklarını yüklenmelidir." Kaçış yararsızdır " der çağdaş ruhbilim, insanın gölgesi, nevrozu, sıkıntısı yakalar onu her zaman. "Ben" bir hapishane, dünya da onun uyanık gardiyanı. Öyle olsun. Yine de dünya bize onu adımlama isteği verecek, kendimizi onun yorulmak bilmez, tükenmez çeşitliliğinin tadına varmaktan başka bir doğrulamamız olmaksızın onun kollarına bırakmanızı sağlayacak kadar zengin, kendi içinde çekici.
.......
Gün gelir dünyanın bir yerinde, yıllarca haberin olmadan yaşamış birine bütün hayatını anlatmak istersin ya?
Ben başladım: Bir kılavuz olsaydım, diyor yolcu, bir yolcum olsaydı.

.

10 Ekim 2011 Pazartesi

b e n i s e v e n ö l S e n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 778890 no' lu oda
----------------------------------------------------------------
“.... sevilmeyi sevmiyorum. sevilince omuzum ağrıyor - sevmeyi sevmiyorum - sevince midem ağrıyor. Aşkın kendisini diminütif buluyorum. Ortalığa dökülmesinden, ‘aşığım’ diye böğürülmesinden ....niyorum. Her nevi sevgiyi ticari buluyorum. Annemin sevgisi beni paralıyor, babamın ki özletiyor, onun ki yıpratıyor, bunun ki doyurmuyor. Sevildiğimi anladığım an; sevilmeye hiç uygun olmayan biri olan kendimi sevdirerek birini kandırmış olduğum için kendimden nefret ediyorum. Kimi sevsem, kime kendimi sevdirsem mutlaka birilerine haksızlık, erdemsizlik yaptığımı farkedip utanç duyuyorum. Mümkünse kendi kendime sevilip sevsem ben. Uzaktan sevsem de kimseyi yormasam, hayatlarına karışmasam, sevildiğimi bilmesem de; beklenti, özlem, güçle sınanmasam. Aramadığım sevgiyi onda buldum biliyor musun? tıpkı seni bulduğum gibi tesadüfen. Sevdiğinin ve sevildiğinin farkında değil, başka türlüsünü bilmiyor. Geçmişi sorgulamaya, gelecekten endişelenmeye gerek duymuyor. Hafızası oluşana kadar sürecek bu... sonra: “beni yeterince sevmedin. hayır, çok üstüme düştün. sevginle boğdun.” diye bilmeden kaçırdığım ayarların acısını başkalarından çıkarmaya girişecek."
.........
Yüzümdeki kızarıklıkları sordum, fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcıma. Dün yaptığımız poligami aşısının allerjik reaksiyonudur, birkaç güne kalmaz geçer (dedi).
Artık yapmayın (dedim).
Burada kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa.

.

4 Ekim 2011 Salı

f a c t i c i u s

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no' lu oda
------------------------------------------------------------

Ziyaretime gelmeyen ziyaretçimle gece yarısı esemes diyaloglarından;


- Kapıyı açtı kapı açıldı.

- Karşısında karşısı vardı

- Kapıyı kapattı kapı kapanmadı.

- Kaldı...

- Kapıyı açmak, beklemenin kesin bir işareti mi?

- Kapıyı açmamak, beklemiyor olmanın kesin bir işareti mi?

- Hiçbir yere evrimleşmeyen zaman, zihinlerden silinip gidecek mi?

- Kalp temizliği; sonbahar'ı sevmeye başlamakla aynı şey/mi ?

- Her şeyi süpürebilirsin, ama sonbaharı asla!
........
Gece'den düştüm. Düşlerim ovuldu.

.

3 Ekim 2011 Pazartesi

t r o y k a


fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 1989 no'lu oda
-----------------------------------------------------------
Gece yarısı fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım bir mektup uzattı, bu size geldi az önce (dedi).

“…Vazgeçilecek, terk edilecek bir şey yoktur. Edinmeyi durdurmanız yeter. Vermek için sizde olması lazım; sizde olması için almanız gerek. İyisi mi, almayın… Huzursuzluk sizi hiçbir yere götürmez. Sizin hiçbir şeye ihtiyacınız olmadığını görmenizi bir şey engelliyor. Bu, sanki bir zehir yutup da dinmek bilmeyen bir susuzluk çekmeye benziyor. Ölçüsüzce su içeceğinize, neden zehiri çıkarıp atmıyor ve bu yakıcı susuzluktan kurtulmuyorsunuz…”
.........

Daha ne olduğunu algılayamadan, ikinci mektubu uzattı.

“…Alabildiğine berrak ve açık bir şekilde görebiliyorum ki siz şimdi ve burada, mükemmelliğin tamamı olduğunuz gerçeğine ve sizi bu mirasınızdan, aslında olduğunuz halinizden hiçbir şeyin mahrum edemeyeceği gerçeğine asla yabancılaşmış olmadınız, değilsiniz ve olmayacaksınız. Siz, hiçbir suretle benden farklı değilsiniz, sadece bunu bilmiyorsunuz. Ne olduğunuzu bilmiyorsunuz ve bu yüzden kendinizi olmadığınız şey olarak imgeliyorsunuz. Bu yüzdendir arzular ve korkular ve başa çıkılmaz çaresizlik duygusu; ve bu yüzdendir kaçmak için anlamsız uğraşlar…”
........
Üşüdüm... zaten anladığım kadarıyla karlar kraliçesinin de dilek gerçekleştirme gibi bir hizmeti yok. Benim gibi tekamül etmemiş ruhlara da, böyle bok yemek düşüyor işte.

Ona pencereyi kapatmasını söyledim.

.

2 Ekim 2011 Pazar

l u l i b e r i n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 1989 no'lu oda
--------------------------------------------------------------
Ağaçların durağan devinimi; pınarların huzursuz dinginliği; bitki özlerinin mahrem ritminin tanımlanamaz soluğu; bütünüyle tinsel bir anlaşmayla, çok uzak, ama ruha çok yakın kedere, gökyüzünün derinliklerindeki sessizliğe, onların içlerinden geliyormuş ve elini uzatmak istiyormuş gibi görünen şeylerin yavaş gecikmişliği; yaprakların, yalnızlığı düşlemenin damlacıklarının, uyumlu, beyhude dökülüşlerinde bütün kırlık gözlerimizi doldurmaya geliyor ve ötekinin anısı gibi içimizde kadere dönüşüyor -bütün bunlar, belli belirsiz bizi bağlayan gevşek bir kemer.

Orada geçmesini bilmeyen bir zaman içinde yaşadık, ölçülebilme olasılığı olmayan bir uzamda. Zaman'ın dışında bir geçitte, uzamdaki gerçeklik tarzlarını yadsıyan bir esnemede...Kaç saat, sıkıntımın beyhude esşlikçisi, mutlu huzursuzluğun kaç saati kendilerininin taklidini sundu bize...Ruhun küllerinin saatleri, uzamsal özlem günleri, dış manzaranın iç yüzyılları..Ve hiçbir zaman kendimize kütüphanelerde sesli kokuların orkestralarında yinenenleri sormadık...Yeşil şehvetleri, çağrıldıkları yola gölge ve dinginlik getiren ağaçlar..Adı, sanki onların etlerini dişlemiş gibi olan meyveler...Bir zamanlar mutlu olanlardan geriye kalan gölgeler...Yanıbaşınızda esneyen kırlığın en içten gülümseyişi olan açıklıklar, bütünüyle açık olan açıklıklar...Ah çok renkli saatler...An-çiçekleri, dakika-ağaçları, ah uzayda sabitleşmiş zaman...!
.......
Uyanıyorum. Yüzüm gözyaşlarıyla ıslanmış. Yanaklarımdan aşağıya, dudaklarıma kadar akmışlar ve ilk hissettiğim şey tuzun tadı olmuş; o tuz ki, otuz dakika önce yoktu.

.