31 Mayıs 2009 Pazar

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 10

“ Beze yazılan şiir: Yazma “

Tahta masasının üzerine açtı tülbenti. Tavanla yüksek odanın kubbeli camlarından sızan ışık zar zor süzülüyordu içeri. Boyanın solmasını önlemek için şapladı sonra…
Tekrar yaydı masanın üzerine. Kolarını sıvadı . artık sıra boyamaya gelmişti. Derin bir nefes aldı, boyanmış tahta kalıpları tek tek ve özenle bastı tülbentin üzerine. Renklerle işledi yazmayı. ‘ Elvan’ oldu artık kumaş. Sarı, lacivert, kırmızı, mor ve yeşilin bütün tonlarını kullandı. Kenar çizgilerini siyaha boyadı. Çiçekler, dallar, kuşlar doldurdu yazmaların üzerini. Kaynar kazanlara attı, dumanları tüterken, tüm gücüyle karıştırdı tülbentleri. Sonra kuruttu…Pazarda binbir özenle yarattığı eserlerini, daha doğrusu şiirlerini satarken son derece hüzünlüydü.
Yazmak kolay ama ; YAZMA zor.
S.T./ Filmevi /1999

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Başlıksız

37. Büfe Dış / Gün
_________________________________________________________
Melike, Azem’ i görür.
Azem büfede bira içer, Melike gelir.
Azem elini sıkar onun.
Melike- Nasılsın arkadaş?. Siz niye denize girmiyorsunuz ?
Azem- Ben girmem denize, sadece bakarım.
Melike- Neye bakarsınız?
Azem- Denize…
Melike- Nasıl?
Azem- Böyle.
Azem yavaş yavaş başını çevirerek denize bakar. Gülerler.
Melike- Sahi niye girmiyorsunuz?
Azem- Kızlardan utanıyorum. Sonra ben yüzme de bilmiyorum.
Melike- Pek derin değil baksanıza.
Azem- Olsun, ben bir bardak suda bile boğulabilirim, bir kaşık suda bile.
Melike- Peki sizin orada deniz yok mu?
Azem- Yok
Melike- Göl ?
Azem- Yok
Melike- Aaa…ben denizsiz duramam. Peki siz nasıl duruyorsunuz ?
Azem- Böyle…
Azem kollarını kavuşturarak durur. Gülerler.
Arkadaş / 1974
Uyarı: Azem'in şapkası vardır.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Çekilmiş Filmlerimden Notlar / 1


işte buydu radyoda çalan:
" Kimseye, hiçbir yere ve hiçbir şeye ait değilim, hatta kendime bile…” yazdı gökyüzünde inanılmaz bir ışık parçası. İlahi bir şimşek çakmasıydı sanki. Gök, karanlığında aydınlanmıştı.

Kar başlamıştı garip sakinliğinde, 'Kale’yi ve eteklerini beyazla örtüyordu. Sanki tanrıça ağlıyordu ama gözyaşları beyazdı. Radyonun markası var mıydı, evet vardı AGA. Kim açmıştı ki onu, daha önce de açıktı belki. Peki ama şimdi neden duyabilmiştik onu. Biz mi yaklaşmıştık ona, yoksa dinlememizi mi istemişt Puccini. “ Madame Butterffly” dı bu çalan kesinlikle, ne de güzel söyleniyordu adı.
- Madame Butterfly.
Kendi içinde bir armoni. Bizde de yok muydu öyle isimler, vardı tabii. İşte, sevdiklerimden biriydi Sait Faik Abasıyanık. Söylerken bile kendi içinde nasıl bir armonisi vardı.

– Kiminle müşerref oluyorum?
– Efendim, bendeniz Sait Faik Abasıyanık.

Sesini birazcık daha açmalı mıydı radyonun. Çok mu soğuktu?. Pencere camlarının çoğu kırıktı da ondan tabii. Uzaklardan Altındağ sırtları görünüyordu, nedense hep ‘hüznün coşkusu’ olmuştu Altındağ. Değiştirememişti değişilmez sanılan kaderini.

Kar, kar gibi yağmaya başlamıştı artık. Bir Ankara türküsü eşliğindeki Seğmenler gibi. Gök, karanlığında daha çok aydınlanmıştı. Madam, radyodaki sesini daha yükseltmişti. Anıların ve düşlerinin burgacına sıkışmış; yorgun, yaşlı ve huysuz adam tepeden tırnağa hazırlanmıştı.

Reji asistanı seslendi : - Biz hazırız hocam !


- Bay Sinbad,şimdi sahne sırası sizin.

Ankara / 1990 / Büyük Sinbad


27 Mayıs 2009 Çarşamba

Hadi Baş Baş !

' Hadi Bay Bay ' diyenlere bir öneri: Madem bu ucube ve anlamsız veda (!) dan vazgeçemiyorsunuz ( ya da ısrarla vazgeçmiyorsunuz ), bundan sonra bir de " Hadi Baş Baş " ı deneyin.

Hem öz be öz Türkçe, hem de biraz bebekliğinize dönersiniz anılarınız canlanır.
Haydi, hepinize ' Baş Baş ! ' - lar olsun...
Not:
1) Durduk yerde nerden çıktı bu şimdi diyenlere kaynak;

2) Telif hakkı sorunu yoktur, sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz ( gerçekten ).

26 Mayıs 2009 Salı













Biriciğim,
Beni bilirsin, lüzumundan fazla şairim. Her
hadiseyi, kafam yalnız şuurla değil, kalbim hisle
de işler, yoğurur, ona en akla hayale gelmez
şekiller ve ölçüler verir...
Bu, benim en büyük kusurum, en büyük
meziyetimdir...Ne halt edeyim! Yaradılışım
böyle...

Bir tek kelime: Beni affet sevgili!
Anladım ki ben ancak, hudutsuz bir sevgi
menbaı ile yaşayabilen, münasebetsiz derecede
kıskanç ve bu haltı yedikten sonra gecelerce
uyuyamayan bir acayip vahşi hayvanım...

O mektubu sakladın, bunu da sakla. Bu iki
mektupta çarpan, tek bir insan kalbidir. Ben, bu
mektupta sana ne kadar sevdalıysam, ötekinde
de öyleydim...
N.Hikmet Ran

Çıkış yok. Kaçış yolu her zaman vardır.






Buyurun içelim birer kadeh
Güzeldir öğle rakıları efendim
Unutulmaz
Bir kadından söz eder gibi
Utangaç, gizli yasak
Burası Arnavutköy efendim,
Eskiden ne güzel yerler vardı
Bir şilep geçiyor, bir tanker,
Bu Tarsus gemisi bizim
Karadenizden, seferden dönüyor
Sağlığa içelim, iyiliğe
Mutluluğa diyemem, dilim varmaz
Bugünlerde pek mutlu olanımız yok

Bakın denizin mavisi bitti
Çerçöp döküyorlar, ne derler
Çevreyi kirletiyorlar
Görgüsüz oldular çok
İttihatçılardan bu yana
Bet bereket kalmadı
Enver Paşa’nın mı dediniz,
Hayır, Naciye Sultan’ın
Kuruçeşme’deydi bilmezsiniz,
Kömür mezarlığı bütün kıyılar
Tekel mekel, Galatasaray adası
Onlar da öyle efendim,
Hoyrat, ne oldum delisi
Boğaz da kalmadı artık
Beşiktaş’tan başlardı
Bebek de bitti
Ya şu yeni yetmeler efendim
Boğazlı oldular
Yahya Kemal Beyle evet
Dalgın sular, körfez martılar
Kalmadı efendim kalmadı
Saat başına efendim
Birkaç yunus geçerdi
Ne mi oldu, öldüler

Bilir misiniz efendim öğle rakıları
Yeni resimlere benzer gündüz gözüyle
Gündüz gözüyle bakılan
Yeni resimlere inanmazsınız
Bir Asmalımescit meyhanesinde, Pera’da
Biraz küf, mazi, mahrem kokan
Biraz Tünel, Sait Faik, Mösyö Rober
Kimler yoktu buralarda
Kimler gelip geçmedi
En iyisini Fikret Adil bilirdi
Kitaplarında kaldı
Siyah-beyaz bir fotoğraf oldu

Beyoğlu geceleri mi
Kalmadı efendim nerde
Hani karanfilli Ümit Deniz
Her masada bir damla gözyaşı
Her yudumu zehir Cahit Irgat
Hacıağalardan bu yana
Dünya savaşından sonra
Her şey bitti
Yok caddeyi kebir
Banka banka banka
Sakal sakal sakal
Neden mi öğle rakıları
Gündüz gözüyle efendim
Bir kadehin özgürlüğü
Nalçalı kundura uygun adım
İçki, kadın, porselen
Ses, söz, şarkı
Her şey bunadı efendim
Ben de bunadım.

Memed Kemal / Öğle Rakıları / 1986

25 Mayıs 2009 Pazartesi

^ ^ ^ !

88. Azem’ in odası / İç – Gün
__________________________________________________

Melike kapıyı açar bakar, Azem eşyalarını toplamaktadır.

Melike – Gidiyor musun?
Azem ona bakmadan.,

Azem – Gidiyorum.
Melike bir an durur.

Melike – Belki birbirimizi bir daha hiç göremeyiz değil mi?
Azem – Belki.
Melike – Tahmin ediyordum.
Azem bavulunu kapatır, ona bakar. Giderken,

Azem – Allahaısmarladık Melike.
Azem yürür.
Melike – Arkadaş ?
Azem bakar.

Melike – Bir şey unutmadı mı, bir eksiklik duymuyor musun ?
Azem ona bakar.
Melike yaklaşır, Azem’e sarılır.
Arkadaş'tan / 1974

Uyarı ! ' Azem' in şapkası vardır.'

Kırmızı BaşlıkSIZ Kız


Geçen yıllarda Ankara’dan bir iş teklifi aldım. Alfabeden kendine önemli bir yer kapmış olduğunu zanneden bir televizyon kanalının daha doğrusu politbüro konseyi tarzındaki yönetiminin önerisiyle akil kişi tarafından görüşmeye davet edildim. Benden önceki tv dehası(!) özel yaşamının disipsizliği nedeniyle gibi aptalca bir gerekçeyle kovulmuş ( moda deyimle iş akdi feshedilmiş).
Neyse, Başkent’ imizin belediye sınırları dışında olması nedeniyle bir saat gecikmeyle de olsa malum kuruluşun Sıhhiye köprüsü üzerinden kalkan servis otobüslerinin kalkış saatine kadar olan süreyi, hemen yakındaki bir pastanede tost, çay kombinasyonuyla geçirmek istedim.Tam bu sırada yan masada aynı gerekçelerle zaman geçirmeye çalışan o'nunla tanıştım. Ve servis seyahatimiz malum tv kanalının genel müdürünün kapısına kadar konuşarak geçti. O süre içinde zaten onun doğru bir adreste olmadığını kavradım. O da benim o adreste olamayacağımı hiç çekinmeden söyledi. Sahiciydi, korkusuzdu. Bol muhabbetli ve bol medya dedikolu keyifli bir seyahatti. O, işine (editing ) döndü, ben de görüşmeye.

Çalıştığı kanalı annesinin ya da büyükannesinin ağzından şöyle aktarmıştı ki, ben de kopye çekerek aynı benzetmeyi hala yapıyorum. Annesi, kızının çalıştığı kanalın adını hatırlamadığı zaman soranlara: - hani tv’ yi açtığın zaman birkaç adam koltuklarda oturup konuşuyorlar, kapatırken bakıyorsun yine aynı adamlar oturup konuşuyorlar. Bir şey kaçırdım diye üzülme, ertesi gün de açtığında yine aynı adamlar aynı koltuklarda oturup konuşuyorlar ya, işte bizim kız o kanalda çalışıyor.

Onu kaybettiğimi hiç düşünmedim, bir gün bir yerden çıkar günyüzüne derken karşıma en çok izlenen blog.spot’ların yazarı olarak çıkt ı (o kanalın oturan adamları hala aynı koltuklarda oturup konuşuyorlar sabahlara dek hala ) İçi kıpır kıpır, keyifle okuyorum ama onun izni olursa ona yeni bir isim koymak isterim. Çok yakışacağına inanıyorum. Bence bir başka adın da “ Kırmızı BaşlıkSIZ Kız “ olsun. Ne dersin PuCCa ?

Not: Benim görüşmemin sonucu merak ediyorsanız; ‘ yaşasın özgürlük!’

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 0

Telefonda konuşanlara arka fon teması olarak önerilir.
( Başlamayan ilk ve son bölüm )
Bu bölüm; senaristin algılamadaki sorunu nedeniyle, yönetmen tarafından çekilmemek üzere kaldırılmıştır.Çevreye verilen rahatsızlık için özür dilerim.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 9

O kadar kişi arasından kendini araladı önce, sonra dönüp baktı dikkatlice.Tanıyormuş gibi.
Oysa, ilk defa karşılaştık biz onunla. Nerden tanıyabilirdi ki beni? Bana dağları deldirecekti biraz daha gayret etse.
Bütün bunlardan sonra, şimdi kuşbakışı kendimi izliyorum . Şaşarak...

Başlıksız

Rakamların da küçüğü, büyüğü olsaymış keşke. Örneğin küçük 7, ya da büyük 9 gibi.

Ne işe yarayacaksa ?..
Sen bilirsin belki.

15 Mayıs 2009 Cuma

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 8

Akşam / Otomobil içi / 'Köprüden Önce Son Çıkış' tabelasına yaklaşırken / o anlatır, kadın dinler /


- Adam, çok sevdiği yönetmenin, çok seveceğini tahmin ettiği filminin özel gösterimine gitmiş. Büyük bir dikkatle izledikten sonra yönetmene:

“ Üstad bu filminizi çok sevdim. Çok beğendim, özellikle de mezarlıktaki sahneyi. Cenazedeki siyah takım elbiseli, gözlüklü adama bayıldım.” Demiş.

Yönetmen de, “ Cenazede siyah takım elbiseli, gözlüklü bir adam yoktu ki,” demiş.
Adam da, “ Nasıl olur? Çerçevenin sol tarafında duruyordu, en önde siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli, siyah kravat takmış ve kara gözlükleri vardı. Sonra çerçevenin sağına doğru yürüyüp usulca görüntüden çıktı” demiş.
Yönetmen ısrarla, “ Öyle bir adam yoktu,” diye tekrarlamış.
Adam, “ Vardı, gördüm. Ve filmde en çok sevdiğim de o adamdı, “ demiş.
Kısa bir süre sonra da adam ölmüş.
- Bunu neden anlattın şimdi?
-Neyin eksik olduğunu anladın mı diye.
Kimsenin görmediği ve o yönetmenin filminde göründüğünden haberinin dahi olmadığı, o siyah takım elbiseli adamın eksikliğini hissettin mi? O yönetmen, o adamı hatırlamasa da, bazı insanlar gibi sen de, o siyah takım elbiseli adamı fark edebilir misin?..
Zaten çok geç. En azından son çıkışı kaçırmayalım.
- .................

Fade – Out ( sahne kararır )

11 Mayıs 2009 Pazartesi

başlıksız

- Sana bu öyküleri anlattıktan sonra tamamen boşalmış hissediyorum kendimi. Bu öyküler benim sırrım, anlıyor musun ?

- Ne olmuş yani ?

- Lütfen; ' Bunu başkalarına anlatma…' demek istemiyorum.

- Tamam. Ancak, senin sırların şimdi benim de oldu; benden bir parça – ve diğer sırlarıma nasıl yaklaşıyorsam, onun için de aynı şey geçerli. Gerektiğinde tasarruf hakkımı kullanırım. Ve o zaman bir başkasının sırrı olur.

- Haklısın. Sırlar dolaşmalı…

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Deniz - siz - lik...

06 .Mayıs. 1972

Hava durumu ( ! )


Hava, nasıl yoldan çıkartmaya hazır insanı. O mu beni çıkaracak ben mi onu, göreceğiz birazdan. Eski bir dostumun terimiyle ‘ speed ‘ deyim.

Şahin hoca da başka anlatırdı bu durumları ve zamanı. İşte, o zamanlarda insan varlığının başıboş enerjisinin bir hikmeti varmış. İşin tuhafı ona ‘ libido ‘ derlermiş. Miş’li tarafını bir kenara bırakalım. Evet, ona libido derler. Ne demek bu terim, nereden çıktı bu şimdi. Bu almanca bir terimdir arkadaşlar ( zaten ansiklopedik bir bilgi). Freud denilen Avusturya’lı vatandaş, insanın tuhaf taraflarıyla uğraşmış, onun bazen normal düzeyde, bazen de normalin ötesi düzeyde gariplikler gösterdiğini gözlemlemiş, asistanları olan bilim adamlarıyla ( ve de kadınlarıyla ) birlikte bu gariplikleri inceleyerek veriler elde etmiş, bunlara psikolojik veriler adını vermiş ve onlardan kuramlar oluşturarak bu gariplikleri açıklamaya çalışmış. Çünkü bir ‘ insan ‘ var, onun içinde bulunduğu bir ‘ dünya ‘ var, onun da içinde yer aldığı sonsuz boyutta bir ‘ evren ‘ var. Bu üçlü arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekiyor.

İşte tüm bilimler ve felsefeler buna hizmet ediyorlar. O zaman, insanı bunları açıklamaya iten bir enerji var. Bu hem yaratma ve hem de yönlendirme enerjisi. Temelinde biyolojik ve psikolojik istek yaratmakta olan bir enerji. Bu istek o kadar güçlü ki; onu çeşitli amaçlara yönlendirmek, çeşitli kanallara sokmak lazım. Yani, başıboşluktan kurtarıp, akıl yoluyla denetletmek gerekiyor. Bu enerji aynı zamanda üretimi öngördüğü için de cinsellikle dolu. Şahit olduğunuz gibi, buna Freud amcamız ‘ libido ‘ diyerek insanoğlunun garip ve garip olmayan davranışlarını açıklama da evrensel bir veri olarak kullanmış.

Örnek vermek gerekirse; biz de bu satırları yazarken, bu libidoyu belli bir amaca yöneltmeye çabalıyoruz, yani enerjimize somut bir biçim vermeye çabalıyoruz. İşte insanoğlu, bir çok şeyi ( evreni’de denilebilir ) ki – bitmez tükenmez bir uğraş bu – bu libidosunu denetim altına alarak gerçekleştiriyor. ( Bazılarınızın aklına Orhan Veli' den satırlar düşmüş olabilir.)

Neyse; hava, daha da güzelleşmeden, sessizce dağılalım - mı ?..

S.T.
06.05.2009

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Gökyüzü neden mavidir ? ( Gerekli Bilgilerden - mi ? )

Gökyüzünün mavi görünmesinin (dikkat! olmasının değil görünmesinin! çünkü normalde atmosferimiz daha doğrusu hava renksiz bir gazdır!) tek sebebi kırılma hadisesidir. Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacılar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmız ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır. Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur. Gün batımında veya doğumunda ise güneş ışınları atmosfere eğik girdikleri için daha fazla yol katetmek zorunda kalırlar. Bu yüzden daha çok ışın ve renk saçılır ve o posterlere konu olan, şahane gün doğumu ve batımını gözlemleyebiliriz. Çok az saçılmış olan kırmızı ışık ise güneşe ve ufuğa kızıl veya portakal görüntü verir.
( Yorumsuz m e t e o r o l o j i k bir bilgidir. )

3 Mayıs 2009 Pazar

Fukaralık...
sen kaleci ol.
- Peki
değil bu gol.
- Peki

topun sahibi o çocuk
ne derse yapıyorduk.
(s.k.u. / s.t.)

1 Mayıs 2009 Cuma

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 7

İki pilot kılavuz’dan biri döndü az önce, şimdi de diğeri gidiyor yine. Selam vermekten bıkmadılar mı bana, yoksa ben mi onlara?.Bir selam da Ceneviz’lilere. Koyu, kara bir leke tam karşımda. Soğuk, gizemli ama bir o kadar da ihtişamlı. Nedir beni o kadar kendine bağlayan. Oysa dibine kadar sokulmuşken neden hiç çekmedi beni içine. Ama, buradan bakınca başka. Suskun o da, Aylin gibi.

Zeki Müren söylüyor:
-….bu, böyle yaşamak mı?.
Sesi biraz açsana Derviş.

Lacivert boyaları dökülmek, menteşeleri de pastan çürüyüp kopmak üzere kabinlerin. Ne de güzel söyleniyor.” Kabin ”. Tabi ki gavurca, ama o da yerleşmiş dilimize, bizden biri olmuş.Hem de plaj’la birlikte söylenince katmerli oluyor hani.Tam karşımda.Her oturduğumda, hep 6’ yı, 7’ yi, 8' i ve sonrakileri görüyorum.Bilerek mi oturuyorum hep aynı yere. Geri kalanlar nerde. Tesadüf mü?.
Aylin bilir mi acaba?.

Yine Zeki bey eşlik ediyor;
- …sözlerin doğuyor gecelerime…

- Ye.
- Yemez.
- İç.
- İçmez.

Sıkı, sıkıya kavradığı şu kırmızı kitabı da bırakmadı elinden.

Bu kaçıncı geçen şilep? Ben artık saymayı bıraktım. Bana ne, kendileri saysınlar kendilerini.
Grileşti gökyüzü, hüzün mü çöktü ona da, Zeki’yi dinledi desem olmaz. Çünkü pencereler sıkı, sıkıya kapalı.Ne kadar çabalasa da sesi gitmez. Ya benim ki?
Neyse.. Neden Kavak demişler ki buraya, hadi Rumeli’yi anladık. Gelene kadar bir tane kavak görmedim.
Cankurtaranı olmayan, cankurtaran kulesi, bir ayağı yan yatmış. Hiç cankurtarmış mıdır acaba?. Cankurtaranı bulup sormalı. Bayrak solgun ve yorgun. Rüzgar ona o rüzgara inat çarpışıp duruyorlar. Hangisi kazanır? Aylin’e sormalı.

-…..ah bu yangın beni öldürüyor yavaş, yavaş..

Hatırlatman şart mı Zeki bey ?. Sahi, sana da Zeki demek içimden gelmedi doğrusu. Oysa saatlerdir ne güzel eşlik ediyorsun, ama senli benli olmazmış gibi. Zeki bey! Zeki bey ! ; evet bu daha resmi ve saygınmış gibi geliyor. Yoksa bir mesafe mi, neyse kalender adamdır kendisi, anlamıştır beni.

Yine elinde kırmızı kitabı. O, kitabı bırakmaz, kitap da onu. Oysa bıraksa kendini rüzgara…Belki bayrağı görünce vazgeçti. Baksana bayrağın haline, Güneş soldurmuş, rüzgarlar parçalamış uçlarını.

- …sorma ne haldeyim,
- sorma utanırım,
- sorma; nöbetlerdeyim zaman, zaman.
Plaj kabinlerinin kırmızı numaraları okunmaz oldu.

A.İlhan usta ne de güzel söylemiş:
Meyhaneler dağılmış, sarhoşlar mağlup.

O kırmızı kitabı sıkı sıkıya tutadursun. Bir yolluk istemenin tam zamanı. Hatta zamanı geldi de geçiyor.
- Ne dersin Derviş?. Ama, yolumuz uzun ona göre doldur kadehi.
Dönüyorum artık. İçimde; deniz dalgası ve kum fırtınası...
Çağırsam gelir - mi?

S.T.
17.Nisan.2009