31 Temmuz 2011 Pazar

p o z o l o j i

fotograf: umayumay



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 312563 no'lu oda

---------------------------------------------------------------
Orada hiç kimsenin olmaması ne de yeni ve dehşetli bir mutluluktu! Oraya doğru yürüyen biz bile orada değildik...Çünkü biz kendimiz hiç kimseydik. Biz bütünüyle hiçtik. Ölüm'ün öldürmesi gerektiği bir yaşamımız yoktu. Öylesine seyrelmiş ve cisimsizleşmiştik ki, varoluşun soluğu bizi boşluğumuza terketmişti ve zaman, bizi terkedip gitmişti.

Ne çağımız, ne amacımız vardı. Bütün şeylerin ve varlıkların sonluluğu, yokluk cennetinin eşiğinde kaldı. Onları hissettiğimizi hissetmek için kendilerini hareketsizleştirdiler; ağaç gövdelerinin pürüzlü ruhu, yaprakların yayvan ruhu, çiçeklerin gelinlik çağı ruhu, meyvaların eğik ruhu. İşte yaşamımızı böyle öldük, ayrı ayrı onu ölmeye kendimizi öyle kaptırmıştık ki, her birimizin ötekinin yanılsaması olduğu, her birimizin kendi içinde, kendi varlığının basit bir yankısı olduğu, tek bir kendilik olduğumuzu görmedik...
......
Uyanarak uykuya daldım ve çekilmez bir düşten yumuşak bir gerçekliğe kaçtım. Kaçış o kaçışşşşittt..


.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

k o n t r e n d i k a s y o n

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 578030 no'lu oda

---------------------------------------------------------------

O düş sessizliğindeki delice hayaller!

Yaşamımız yaşamın tümüydü...Aşkımız aşkın kokusuydu.. Kendimiz olmakla dolu imkansız saatler yaşadık. Çünkü, bütün varlığımızla, bunun eski gerçeklik olmayacağını biliyorduk.

Kişiliksizdik, kendimizin dışıydık, başka bir şeydik...Kendi bilinci içinde sızan o kırlıktık.. Ve ikinin birlikte olması gibi -gerçeklik, aynı zamanda yanılsama -biz de anlaşılmaz biçimde ikiydik, ikimizden hiçbiri, belirsiz olan öteki canlıysa, ötekinin kendisi olup olmadığını kesin olarak bilmiyordu.

Göllerin dinginliği önünde aniden belirdiğimizde, ağlamak istedik...O manzaranın yaşla dolu gözleri vardı, varlığın adsız bunaltısıyla doymuştu, ve bu bunaltı kendi sesini göllerin suskun sürgününde bulmuştu. Bilmeden ya da umursamadan, yürümeyi sürdürdük, yine de o göllerin kıyısında oyalanıyor gibiydik. Birçoğumuz onların içinde kaldı, oraya yerleşt onlar tarafından sembolize edildi ve derine çekildi.
..............
Garip, korkunç bir rüya. Hem ürktüm, hem sevindim; dehşetli sahneler gözümün önünde, çırpınmada kalbim.

.

29 Temmuz 2011 Cuma

e n d i k a s y o n

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 46773 no'lu oda
----------------------------------------------------------------
Ağaçların durağan devinimi; pınarların huzursuz dinginliği; bitki özlerinin mahrem ritminin tanımlanamaz soluğu; bütünüyle tinsel bir anlaşmayla, çok uzak, ama ruha çok yakın kedere, gökyüzünün derinliklerindeki sessizliğe, onların içlerinden geliyormuş ve elini uzatmak istiyormuş gibi görünen şeylerin yavaş gecikmişliği; yaprakların, yalnızlığı düşlemenin damlacıklarının, uyumlu, beyhude dökülüşlerinde bütün kırlık gözlerimizi doldurmaya geliyor ve ötekinin anısı gibi içimizde kadere dönüşüyor -bütün bunlar, belli belirsiz bizi bağlayan gevşek bir kemer.

Orada geçmesini bilmeyen bir zaman içinde yaşadık, ölçülebilme olasılığı olmayan bir uzamda. Zaman'ın dışında bir geçitte, uzamdaki gerçeklik tarzlarını yadsıyan bir esnemede...Kaç saat, sıkıntımın beyhude esşlikçisi, mutlu huzursuzluğun kaç saati kendilerininin taklidini sundu bize...Ruhun küllerinin saatleri, uzamsal özlem günleri, dış manzaranın iç yüzyılları..Ve hiçbir zaman kendimize kütüphanelerde sesli kokuların orkestralarında yinenenleri sormadık...Yeşil şehvetleri, çağrıldıkları yola gölge ve dinginlik getiren ağaçlar..Adı, sanki onların etlerini dişlemiş gibi olan meyvalar...Bir zamanlar mutlu olanlardan geriye kalan gölgeler...Yanıbaşınızda esneyen kırlığın en içten gülümseyişi olan açıklıklar, bütünüyle açık olan açıklıklar...Ah çok renkli saatler...An-çiçekleri, dakika-ağaçları, ah uzayda sabitleşmiş zaman...!
...........
Uyanıyorum. Yüzüm gözyaşlarıyla ıslanmış. Yanaklarımdan aşağıya, dudaklarıma kadar akmışlar ve ilk hisstetiğim şey tuzun tadı olmuş; o tuz ki, az önce bu şevkatin, hüznün ve denizin umarsız bileşimini yaratmış olmalıydı.

.

28 Temmuz 2011 Perşembe

i k i r c i k

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 42989 no'lu oda
--------------------------------------------------------------

Dışarda, şafak çok uzakta! Ve deniz/orman öylesine yakın, öteki gözlerimin altında!

Yaşama düşümüz önümüz sıra yürüdü ve onun için ona özdeş yabancı gülüşümüz vardı, birbirimize bakmaksızın ikiz ruhlarımızda doğan, ötekimiz hakkında ikimiz de hiçbir şey bilmeksizin, ötekinin koluna yaslanmış kolu hissetmekten yoksun olan.

Yaşamımızın içi yoktu. Dışardaydık ve ötekiydik. Birbirimizi tanımıyorduk, düşler boyunca yapılan bir yolculuğun sonunda ruhlarımıza görünmüş gibiydik.

Zamanı unutmuştuk, sonsuz uzam zihinlerimizde küçülmüşt. Ya kırdaki ağaçların ötesinde, uzaktaki pencere kafeslerinin ötesinde, varolan şeylere yöneltilen o büyümüş-gözlü bakışı hakeden, gerçek herhangi bir şey var mıydı...?

Eksikliğimizin cıva saatinde düzenli ararlarla düşen su damlaları gerçekdışı saatlerimizin sınırlarını çiziyordu...Hiçbir şey kayda değmez, uzak aşkım benim, hiçbir şeyin kayda değmediğini bilmenin ne kadar hoş olduğunu bilmekten başka...
.........
Ay ışığında bütün şehir uykudaydı (ben hariç). Ve gülümseme orada elinin üstünde duruyordu.Başucu lambamı kapattım. Kapanmadı.

.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

g ü n e ş a l t ı

fotograf: umayumay



Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 73998 no'lu oda
----------------------------------------------------------------

Nasıl da iyi tanımlanmış, kendi dünyasında ve ötekinde, o saydam kırlık!

Öyleyse bu kadın kim, benimle aynı anda o yabancı ormana gözlerini diken? Neden, bir an için bile olsa, sormam gerekiyor? Bilmek istediğimin bile farkında değilim...

Çift taraflı oda, oradan bakarak, onun varlığının bilincindeyim, o kırlığı gördüğüm pencere...ve o kırlık, çok uzun bir zamandır, tanımadığım o kadınla biriliktte onu gerçek dışılığın içinden, bir başka gerçekliği inceliyorum. Benim o odada olduğumu öğrensin diye, görebilmek için kendimi yarı aydınlık yarı karanlıkla giydiren, oralarda dolaşan o yabancı ben gibi, o ağaçları ve çiçekleri de, o sereserpe uzanan patikaları da, yüzyıllardır bildiğimi hissediyorum.

Zaman zaman uzaktan, kendimi gördüğüm ve hissettiğim o ormanda, isteksiz ani bir esinti sisi dağıtıyor ve işte o sis, belli belirsiz perdeleri ve geceye özgü durgunluğuyla benim gerçekte içinde bulunduğum odamın anlaşılması güç ve berrak bir görüntüsü. Sonra o esinti yok oluyor, başka dünyada yabancı bir kırlığa dönüşüyor.

Başka zamanlar, o dar oda, öylesine farklı bir diyarın ufkunda, sisin küllerinden başka bir şey değil...Ve ayağımızın altında çiğnediğimiz yerin bu görünen oda olduğu anlar da var.

Düş görüyorum ve kendimi kaybediyorum, kendimin ve o kadını dublörü. Ağır bir yorgunluk ve beni yutan kara bir ateş...Bana baskı yapan sahte yaşam, hareketsiz devasa bir endişe...

Ah ezilmiş mutluluk..Ah sürekli kavşaklarda olma hali! Düş görüyorum ve bilincimin arkasında bir şey benimle birlikte düş görüyor...Varolmayan bu başka birinin düşü değil miyim belki de ben...
.........


Hastabakıcım günlük gazetemi getiriyor; ve bana şöyle bir göz gezdiriliyor.

26 Temmuz 2011 Salı

k o n j u g a s y o n

fotograf: caldogna


Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 39014 no'lu oda

----------------------------------------------------------------
" Biliyorum uyanığım, ve hala uyuduğumu da. Yaşamanın bitkinliğiyle hurdahaş olmuş eskil gövdem, vaktin hala çok erken olduğunu anlatıyor bana. Kendimi bastırıyorum. Bilmiyorum niye...
Boğucu biçimde tinsel, şeffaf bir tembellik içinde, uyku ile uyanıklık arasında, bir düşün yalnızca gölgesi olan bir düşün içinde sönüyorum. Algılarım iki dünya arasında sallanıyor ve bir göğün enginliğiyle aynı anda bir okyanusun enginliğini körlemeden görüyor; o derinlikler içiçe geçiyor, karışıyor ve artık ne kim olduğumu ne de ne düşlediğimi bilmiyorum.

Gölgelerden gebe bir rüzgar, cansız tasarılarımın külünü uyanık tarafımın üstüne savuruyor. Meçhul gökkubbeden aşağı, bunaltıdan ılınmış bir çiy düşüyor. Süreduran yoğun bir endişe içerden ruhumu yönetiyor ve rüzgarın, ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, şaşırtıcı biçimde beni değiştiriyor.

Hastalıklı ve ılık odamda, dışarıdaki göndoğumunun müjdecisi yarı aydınlık ve yarı karanlık titerişyor. Baştan aşağı durgun şaşkınlığım. Gün neden doğmalı? Günün doğacağını bilmek bana acı veriyor, ağarmak için benim çabalamam gerekecekmiş sanki.

Şaşkın bir yavaşlıkla kendimi yatıştırıyorum. Havada süzülüyorum, yarı uyanık, yarı uykulu, ve içimin ortasında bir başka gerçeklik cisimleşiyor, hiçbir yerden dışarı fırlıyor...

Geliyor -ama en yakındakini, o ılık odayı kaldırmadan- geliyor, o tuhaf orman. Algılarımın, dikkatimin açıldığı durumda, iki gerçeklik aynı anda oluşuyor, birbirine karşan iki duman sorgucu.."
.......


Buz gibi ürpererek uyandım. Pikseli yüksek telefonumun sms marifetini kullandım: Bak (dedim), derinlik beni başka derinliklerle yüzleştirir, pencerem açılır; uçsuz bucaksız ürperirirm. Birden o an, herşey hız alır: imgelem, bellek makaraları vs..
Saat kaç / masın ?.

.

h ı k !

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç/ 67930 no'lu oda
----------------------------------------------------------------
" Odamda bir sinek vızıldıyor, belli belirsiz ve küçücük. Uzak sesler farkında oluşumun üzerine doğuyor, ve bizim odamızın bilinci gündoğuşuyla birlikte sel gibi akıyor. Bizim odamız? Hangi çift için bizim, tek başıma olduğuma göre. Artık bilmiyorum. Herşey sönüp gidiyor, yarı yanmış afyonla korunan kararsızlığımın ve kendimi kavrayışımın içinde uykuya daldığı bir sis-gerçekliğinden başka.

Sabah baskın verdi, şelale gibi, vaktin soluk zirvesinden aşağı...Korlaşana kadar yandılar, aşkım, düşlerimizin kütükleri, yaşamımızın ocağında.İzin ver vazgeçelim umuttan, ihanet ettiğine göre, aşktan; yorduğuna göre, yaşamdan, canlandırmadan yatıştırdığına göre; ve hatta ölümden, istediğimizden daha fazlasını, umduğumuzdan daha azını getirdiğine göre.

İzin ver vazgeçelim, peçeli olan, kendi bunaltımızda, kendisiyle yaşlandığına göre, ve olduğu ıstırabın tamamı olmaya cesaret edemediğine göre. Ağlamamak için, nefret etmemek için, arzulamamak için. Ört, suskun olan, eksikliğimizin kaskatı ve cansız profilini iyi ketenden yapılmış renksiz mendille. Ört..."
......

Ne var ki ben boşuna konuşuyordum. Ziyaretçim beni dinlemiyordu. Ayağa kalkmış, pencerenin önüne gitmişti. Dışarda gün ağırıyordu. Gülümsedi ve birini çağırdı. Sanırım bir kuştu.

.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

t r a n s p a r a n

fotograf: umayumay



Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 580453 no'lu oda
---------------------------------------------------------

Sabah sabah hastabakıcının bet sesiyle uyandım.. elinde bir mektup zarfı, bu size gelmiş (dedi).

“…Vazgeçilecek, terk edilecek bir şey yoktur. Edinmeyi durdurmanız yeter. Vermek için sizde olması lazım; sizde olması için almanız gerek. İyisi mi, almayın… Huzursuzluk sizi hiçbir yere götürmez. Sizin hiçbir şeye ihtiyacınız olmadığını görmenizi bir şey engelliyor. Onu bulun ve onun sahteliğini görün. Bu, sanki bir zehir yutup da dinmek bilmeyen bir susuzluk çekmeye benziyor. Ölçüsüzce su içeceğinize, neden zehiri çıkarıp atmıyor ve ve bu yakıcı susuzluktan kurtulmuyorsunuz…”
....

Daha ne olduğunu algılayamadan, ikinci mektubu uzattı.

“…Alabildiğine berrak ve açık bir şekilde görebiliyorum ki siz şimdi ve burada, mükemmelliğin tamamı olduğunuz gerçeğine ve sizi bu mirasınızdan, aslında olduğunuz halinizden hiçbir şeyin mahrum edemeyeceği gerçeğine asla yabıncılaşmış olmadınız, değilsiniz ve olmayacaksınız. Siz, hiçbir suretle benden farklı değilsiniz, sadece bunu bilmiyorsunuz. Ne olduğunuzu bilmiyorsunuz ve bu yüzden kendinizi olmadığınız şey olarak imgeliyorsunuz. Bu yüzdendir arzular ve korkular ve başa çıkılmaz çaresizlik duygusu; ve bu yüzdendir kaçmak için anlamsız uğraşlar…”
....

Üşüdüm... zaten anladığım kadarıyla karlar kraliçesinin de dilek gerçekleştirme gibi bir hizmeti yok. Benim gibi tekamül etmemiş ruhlara böyle bok yemek düşüyor işte. Hastabakıcıya klimayı kapatmasını söyledim.


.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

r i t ü e l



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 41097 no'lu oda

--------------------------------------------------------------

" ... açık görünüşüm ve bunun yarattığı spekülatif karakter tahlilleri, gizli yeteneklerim ve bariz yeteneksizliklerim ve bunun yarattığı 10 üzerinden notlanma zinciri, bütün hepsi, salak bir dünyanın eski moda kapanları! Peynir yemeyen bir fare olacaktım ben, labirentin dışına doğru koşacaktım. Ne hakla; beni değerlendirmeye kalkan konsültasyon ekibinin (!) hayatlarını zindan ederken tereddüt etmeyecek, şişesi önümde açılmayan su içmeyecektim.

Güzellikle savaşım böyle başladı.

Sondan başlangıça herşey anlamsız……Giderken başlangıca doğru delidana misali bilinçsizlikte, geçici hevesler geçici nefisler geçici yalanlar ne çabukta zamanı harcadılar

Ben bir kez bir Aziz yitirdim, o günden beri hep Aziz kazandım. Bol bol yaşıyorum. Ne yapayım?

......

Klinik şefi'nin raporuna göre (anlaşılan) bir süre daha buradayım.
.

12 Temmuz 2011 Salı

f e i t i c i o

fotograf: spencer tunick


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 209198 no'lu oda
-------------------------------------------------------
(not defterime)

" Poligamik aşısı vurulmuşken kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa, hatta bazen kısık da olmuyor ateş, kavruluyorsun...bu döner sahne ikimize yeter mi acaba, yoksa dar mi gelir bize... sen öğrenebildin mi kadın beyninin kasada saklı şifresini, gizemli suların en derine akması için gerekli kombinasyonlar elinde mi...Vasatlığa katlanmak zor. Çok kesin, miniskül ayrıntılar. Dışarıdan ya çok besleniyorum ya da tamamen aç kalıyorum....renkler, dokuklar, kokular, sesler, sözler ve bütün bunların binlerce kombinasyonla bir araya gelişi. Geri dönüşü yok. Buna mecburum. Sadece ucu kımızıya boyanan harfler değil, bir de senin onlardan birini okumuş olma ihtimalin var. Bu yüzden tek tek anlattırmak isterdim kaç kere...gözlerinle görebilmek isterdim., Hepsini ayrı ayrı olabilecek bütün ihtimalleriyle canlandırdım, tekrar tekrar, defalarca. Gereksiz bilgi, hayal gücünün mamüllerine nazaran hafif, ama gene de gereksiz, boşveer.

Dedim ya benimki karmaşık kombinasyonlarla ilgili. Bu yüzden o kadar güzeldi ki çok şey. Kal ! "
(yazmıştım)

....

Yazdıklarımı okuduktan sonra panikleyen hastabakıcı acil servis butonuna bastı!. Oda; konsültasyon ekibiyle doldu.
.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

k o n g l o m e r a



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 690465 no' lu oda
-------------------------------------------------------
" ...hayatımız; ya küçülerek geçiyor, ya eriyerek. Ne var ki çok uzun yaşıyoruz, her şeyin çok fazla tekrarı var, acılaştıktan sonra bunu iletmek için çok fazla o-la-nak. Kapanmamış hikayelerin üzerine başkaları, onun ucuna ilişen başkası, çiviyi söken çivilerin çarptığı, çivilerin büyüyen çıngırdatılarından uzun bir hayat.

Hayallerin hiç birisi farkındalıktan gelmiyor. Hep birşeyler oluyor sanıyoruz, hep aldanıyoruz. Aslında yaşadıklarımızın hepsi farkında olmadan zannettiklerimiz. Biçimsiz, tarifsiz ama zarif.

Neyse ki; ben uzaktan bakmaya alışığım, bir de kaybetmeye dair tatlı bir zaafım var..."

....

Telefonumu kapattım, odanın ışığını da. Dolunay selamladı.



.

e s e m e s



fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 4903526 no'lu oda

-----------------------------------------------------------------
" Uyanmakla uyumak arasındaki zamanda, günümüzün iletişim araçları hiç işimi görmüyor... keşke olmasalar.Bir zamanlar, gecenin bir vakti dayanamayıp kendimi sokaklara vurup kapına dayandığımda, eğer evdeysen, eğer bütün geceler arasında o gece, olasılıklar büyük yoksunluğumu gidermek üzere birleşmişlerse, vuslat vardı. İmkansıza yakındı ama vardı, olmayacak bir gece, kendimi daha fazla tutamayıp olmayacak şekilde kapını çalmama bakardı. Kapı açılmazsa içerden gelen seslerle yere yığılmak vardı. sonra apartmanın otomatik ışığı sönerdi, karnımdaki hayvanı sessizce çıkarıp ölüsünü kapına bırakırdım.Belki ben de ölürdüm, kalkamaz orada yığılı kalırdım. ama –mucize- kapı açılırdı ve sonra biz her şeyi unuturduk. Artık gece, kapı, yığılmak, unutmak, vuslat yok. Çünkü allah kahretsin ki, birer yetişkin gibi davrana davrana sığ ve manasız bir medeniliğe bulanmışız. Aramadan önce defalarca koparılacak telefon kabloları yok, sesini duymak tek parmak hareketine bakıyor ama yüzlerce medeni konuşmanın ucundaki ihtimal: Boşluk. Tutku yolları tıkalı, vuslat yok. Bir gemiye binip mazot ve insan kokusuyla, pis kaplardan içip, yağ kokan yastıkta derin uykularla 40 gün gittikten sonra bile kaybolamam ki, seni bulayım. İzin ver seni bulayım..."
........

Başucumdaki hastabakıcım ilk kez tebessüm etti. Hava almanız gerek, pencereyi açıyorum (dedi). Tam o esnada:
"Hadi 'evet' diyelim, her şeye 'evet' diyelim biz" sms'i belirdi piksel milyoneri telefonumun ekranında..telefona gülümsedim..ekran bir süre sonra karardı.

.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

g u g u k



Psikiyatri Kliniği / İç / Gece / 3908213 no'lu oda
----------------------------------------------------------------
( Şöyle oldu..)

1. saat: Arabama alkol yüklemeyi denemiştim, kötü sonuçlandı. Şimdi Deep Purple ve Led Zeppelin yükledim, daha hızlı ve daha az zararlı.

2. saat: 'İntihar Etmesi Engellenenler Derneği'nin bu haftaki etkinliğinde köprüye çıkılacak, hafta sonu tüm Çinlilerin aynı anda zıplaması bekleniyormuş.

3.saat: Rot balansım kaydı, sana çekiyorum. Bu şehir nerde biter, ötekisi nerde başlar. Ben nerde biterim, sen nerde başlarsın. Çözemedim?.

4. saat: Dün okuduğum kelimelerin hepsini kustum. Garson ters ters baktı, hepsini aynı anda okumamalıydınız ya da karıştırmamamalıydınız dedi (ukala).

5. saat: Deep Purple ve Led Zeppelin albümünden sonra, artık ben mi otoyolda kayıyorum yoksa o mu..

6. saat: Rumelikavağı'nda Denizkızına rastladım. Dedi ki; az önce yediğin barbunlar benim kardeşlerimdi.

Saatsiz saat: Bir kadın beynine kaç erkek sığabilir? Bir balona kaç kadın ?

( ..zannettim )

..........

Ter içinde uyandım. Başucumda hastabakıcı; yan odadakiler egzost gürültüsünden uyuyamamışlar sabaha kadar (dedi).
.

7 Temmuz 2011 Perşembe

k i r a z i s k e l e s i

fotograf: umayumay




Psikiyatri Klıniği / Gece / İç / 7390026253 no'lu oda
------------------------------------------------------------

" Mevsimsiz bir mevsim. Gecelerden isimsiz, öylesine bir gece. Sait Faik’ten izinsiz geldiğimiz adadayız. Bir duysa kulaklarımızı çekecek. 'Yeşilmişik' desek bu kez Can Baba kızacak. Kaç kişiyiz sayamadım, saydırmıyorlar ki. Kiraz ağaçlarının altında bir süs havuzu. Ama hiç de süslü değil kendisi. Durgun, sessiz, kırılgan, kendi halinde. Ne su fışkırtan fıskiyeleri var, ne de şatafatlı mermerleri. Etrafında alçak hasır sandalyeler. Küçük bir gölün kıyısında iskeleler oluşturuyoruz etrafına dizilince. Metal yuvarlak bir tepsi bırakıyorlar suyun üzerine. Gölde yüzen küçük bir sal gibi. Üzerinde birkaç yanan mum ve içki bardakları. Karışmaması için her birine farklı meyvelerden işaretler konmuş. Benimkinde; kıpkırmızı iki kiraz var sapında. İki küçük ışıltılı küpe takılmış bardağın ağzına. Bembeyaz rakıya ne de güzel yakışmış. Diğerleri kıskanıyor ama rakı bu; dinler mi, aslan kesiliyor diğerlerine...takar mı kafasına kırmızıdan başka..Tam karşımda oturan kiraz olmayan kırmızılı, tepsiyi yavaşça itiyor bana doğru. Hangi iskeleye yola çıktığını soruyorlar yüzen tepsinin. 'Çengelköy İskelesi' olurum ben diyorum. Herkes kendine bir iskele yakıştırıyor. Tepsi, şıkırtılarla süzülüyor bu minik havuz gölde. Bir bu iskeleye.. bir o iskeleye. Yolcular da memnun, kaptan da. Salın en çok Çengelköy iskelesinde kaldığından şikayetler var. Ee diyorum suç bende değil, kirazlarda. Beyazlar bitse de kirazlar hep asılı duruyor yanında.

Kirazlar vişne oluyor. Zaman mumyalanıyor..."
...

Ter içinde uyandım. Başucumda hastabakıcı ilaç saatimin geldiğini hatırlatarak iki hap uzattı. Biri kırmızı, diğeri yeşildi.
Kırmızıyı aldım...

.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

p e r s o n a

fotograf: umayumay



Gece / Psikiyatri Kliniği / 548097 no'lu oda / iç
-------------------------------------------------------

" Kadınlarla dostluk daha kolaydır. İçtenlik belirgindir (böyle düşünmek istiyorum), hiç bir şey talep edilmez (umuyorum), sadakat kırılgan değildir (sanıyorum). Önyargısız sezgiler, açık duygular vardır, sözkonusu edilen prestij değildir. Ortaya çıkan çatışmalar doğal kabul edilir., bulaşıcı değildir. Birlikte akla gelebilecek her türlü dansı, her figürü yaptık: İhtiras, şevkat, tutku, budalalık, ihanet, öfke, komedi, can sıkıntısı, sevgi, yalanlar, sevinç, doğumlar, yıldırım çarpmaları, ay ışığı, mobilya, ev aletleri, kıskançlık, büyük yataklar, dar yataklar, evlilik dışı ilişkiler, sınırları zorlama, iyiniyet. Daha bitmedi: Gözyaşları, erotizm, yalnızca erotizm, felaketler, zaferler, dertler, utanmazlıklar, kavga dövüşler, kaygı, gene kaygı, çaresizlik, yumurta, sperm, aylık kanmalar, ayrılıklar. Gene bitmedi – çığırından çıkmadan bitirmek en iyisi: İiğrençlik, dehşet, ölümün yakınlığı, ölüm, kara geceler, uykusuz geceler, beyaz geceler, müzik, sabah kahvaltıları, göğüsler, dudaklar, resimler, kameraya doğru dönüp ellerime bak, ten, köpek, ritüeller, ördek kızartması, balina bifteği, bozulmuş istiridyeler, kandırmalar, sinirlenmeler, şık giysiler, mücevherler, temaslar, öpücükler, omuzlar, kalçalar, garip ışıklar, sokaklar, kentler, rakipler, baştan çıkaranlar, tarakta saçlar, uzun mektuplar, tüm o kahkahalar, yaşlılık, ağrılar, gözlükler, eller, eller, eller. Aryanın sonu geliyor: Gölgeler, yumuşaklık, sana yardım edeyim, kumsal, deniz."

" Artık sessizlik. Olmayan babamın camı çatlak altın saati masanın üzerinde tıkırdayıp duruyor. Onikiye yedi var.”
......


Elimde kitap, ter içinde uyandım. Başucumda hasta bakıcı vardı. 'Size bu kitapları okumayın demedik mi!' (dedi ). Oysa; zararsız bir kitaptı hastane koşulları içinde, yazarı İngmar Bergman' dı.

.

5 Temmuz 2011 Salı

c a n y e l e k l e r i k o l t u k a l t l a r ı n d a d ı r

fotograf: umayumay


" ...sonunda - z raporundan sonra - ışıkları kapatıp kepenkleri indirdikten sonra - sana hissettiklerim bana ötekinin (sen) hissettiklerini gösteriyor - bu da aksak da olsa bir adaletin olduğuna inanmak için belki bir neden - az - diyorum - ancak bu kadar hissediyor(sun) - vah vah (sana ve bana) - ne yapalım - herkesin bir aşık olma metodolojisi var - herkes bir şekilde kendini ergolatmaya çalışıp - sırf bu sebepten dolayı faka basıyor - peki - sonunda ne oluyor? - kör."


3 Temmuz 2011 Pazar

d i s t o p y a

fotograf: umayumay



h a z..

hazan - hüzün - hezeyan- her an haz - an an hezayan - çokça donmuş suyun buz hali - bazen yakartop - azalan bir haz halinin hayali - haz hali - hüzünbaz gözler - ardında ayaz - az az yittiği - yitişi azalan - azaldıkça artan fotoğraf - avaz avaz - denizperisi parola için teşekkürler sana - tanımlanmazlarsa toz olacak, fotoğraflanmazlarsa dağılacak suretler duydunuz mu patlamayı?- alevi yaksın sızlayan etimizi - gülüş ve unutuşun denizi - yut bizi - karnımızdaki kıymetli orkide emm kanımızın hepsini - insan hayatında kaç defa şimdi ölsem gam yemem der? ve insan hayatında kaç defa ölebilir ki?

..d a n .


.

1 Temmuz 2011 Cuma

k ı r m ı z ı b a ş l ı k l ı k a l e m




"...metin bağımlısıyım - başımı döndüren ucu kalkık metinlerin - içimdeki kıyamet - beynimdeki anlık koma- berber koltuğunda ustura - zorlu doğum - açılmayan paraşütüm - parmakuçlarım uyuştuğunda bana bunları verin - kelimeler damarlarımda... bu yüzden şimdi hayata, hatta hayatın spesifik bir zaman ve yerine gelmek ve sana bir türlü hazırlanamayan ezeli bir word dosyasının son sakinlerini tanıtmak isterim.. aç perdeyi! ya da kaybolan kelimelerin gittiği yerden dönüş var sa, gel bunu da yaşamadan öğrenelim..."
.