31 Temmuz 2009 Cuma

Başlıksız

Açık pencereden içeri küçücük periler giriyor. Bu perileri kimse göremez, bana müthiş bir şey söylüyor periler, gülüyorum. Bir keresinde güldüğüm için azar işitmiştim ama bu aklıma gelmiyor o anda. Sanki gözümde güneş gözlükleri var ve bacaklarımda kuru buz, ürperiyorum biraz daha kendimde olsam sana söylemek istediğim şeyler var. Biraz daha kendimde olsam yapmak istediğim şeyler, ama düşüyorum, çığlığım pencerenin dışından geliyor. Sanki birinin karnını deşiyor olmalılar, öyle bir haykırıyorum ki, içimdeki hayvan (!) canhıraş ağzımdan fırlıyor. Kocaman korkunç bir hayvan (!) senin umurunda olmayan, ben hafifliyorum.Tek elinle kaldırıyorsun beni o kadar hafifliyorum. Üfleme sakın, üflesen uçarım. Gözlerine bakıyorum acaba aynı şeyleri mi görüyoruz gözlerinde, bunlardan bambaşka bir alem. Bak ben kendimi tamamen nasıl bıraktım şimdi ölsem: Sessiz uyandım. sessizlikten daha sonsuz sesin (uyu) dedi uyudum. Bir kirpik bir kirpik, bir unutuş, bir dip bir bacak, bir bacak bir peri, bir kuş bir daha...Hiç bakma, uçtu ve gitti bile. Ben de.
L'origin de monde

28 Temmuz 2009 Salı

Fuar Radyosu / 1

Şehre sirk gelmiş dediler. Dünyaca ünlü İtalyan Medrano sirki. Daha doğrusu Fuar’a.Elime tükenmez kalemle alelacele yazılmış bir duyuru tutuşturdular anons yapmam için. - Dünyaca ünlü Medrano sirki yarın akşamdan itibaren gösterilerine başlıyor!. Meraklandım; onların gösterilerini izlemekten bir o kadar daha heyecan verici şey, çadırlarını kurmalarını ve yerleşmelerini izlemek. Gittikleri yere hemen birkaç saat içinde konuşlanıyorlar. Nasıl bir hız ve organizasyon bu, tarifi mümkün değil. Öğlen suları, radyo açık. Radyo dediysem dinlediğim değil yayın yaptığım kapalı devre bir radyo. Bilmem kaç kilometrekare alana yayılan hoparlör düzeneği sayesinde fuar alanındaki herkes tarafından dinleniyor. Zorunlu dinleme. Zaten dinlememe şansı da yok. Tek çaresi var; kulaklarını tıkamak. O radyonun hem disk-jokeyiyim, hem spikeriyim, hem prodüktörüyüm, yani kısacası her şeyiyim. Bu nasıl bir özgürlük duygusu tanımlanamaz. Neyse aklım onlarda. Şu an ne yapıyolar acaba. Filler mi yardım ediyor çadırın kurulmasına?

Bir taraftan radyoyu bırakamıyorum bir taraftan kuruluşunu izlemek istiyorum çadırın. Aklım hep onlarda ve orada.Bir long-play koymalı pikaba, uzun süreli çalmalı, çalmalı ki bana dönene kadar zaman kazandırsın. İyi ama hangi plak olmalı bu seçimim. “Yes” adlı rock topluluğu o yıllarda liste başlarında “Deep Purple” la yarışmakta adeta.’Yes’i yerleştirdim pikaba. O an bütün fuar alanındakilerle paylaşıyorum ‘Yes’i. Çalan parça da çok anlamlı, adı; ‘Circus’. Bir hoş geldin demek istedim onlara o zaman ki aklımla. Koşar adımlarla yaklaştım sirk alanına, geç mi kaldım yoksa. Neyse ki yetiştim, ama hiç de düşündüğüm gibi hummalı bir çalışma yok. Tam tersine bütün sirk ekibi; maymunlar da dahil hep birlikte, benim yayına verdiğim parçayla henüz kurulmamış alanın tam ortasında kendilerinden geçmişcesine parçaya eşlik edip dans etmekteler.
Ey müzik sen nelere kadirsin…
( Denizi hiç ısınmayan çocukluğuma.)

23 Temmuz 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 14

Günlerce geldi gitti marangozun bir göz atölyesine. İçinde nasıl bir heyecan, nasıl bir heyecan, tarifsiz. Doğumhane kapısında içerden gelecek müjdeli haberi bekler gibi.Varsa yoksa dört tekerlekli sebze arabası. Marangoz üç tekerlekli olsun daha ucuz çıkar dese de diretti günlerce. İlle de dört tekerlekli olacak,sanki 4x4 çeker araba tutkunları gibi. Olsun, üç-beş kuruş fazla olsun ama dört tekerli olsun. Sonunda beklediği haber geldi marangoz İshak ustadan. “ Bitti ! Gel al ! “.
Bu haber dünyalara yetti. Gece uyku girmedi gözüne, ertesi gün beyaz gömleğini giydi, günlerdir kesmediği sakallarını kesti. Ver elini İshak usta’nın Cankurtaran’daki atölyesi. Kapının önünde bekler buldu arabasını. Çam ağacının kokusunu burnuna bir çekişi var Hasan’ın ki,tarifi imkansız. İshak usta’yla biraz hoşbeş, teşekkür ama gözü arabasında, bir an önce 'flörte başlayacak oğlan' huysuzluğu var içinde. Son kalan parasını da saydı ustanın eline, bir ay sonraya da borcunun son kalanının adını koydular birlikte. Helalleştiler ustayla. Bir de sigara tüttürdü Hasan, Kumkapı sahilinden kaldırımlardan doğru eve yollandı. Kutu gibi gecekondusunda da telaş başladı bile. Karısı ve oğlu dört gözle bekliyorlar babalarının gelmesini daha doğrusu arabanın gelmesini. Oğlan daha görmeden sebze arabasını, adını bile koymuştu günler önce; “Yeşil Kaplan” dedi, her nedense…
Hava yavaş yavaş kararmakta, Hasan binbir karmaşık duygular içinde, sahil kaldırımlarını arşınlıyor süratle. Gelen geçenlerin bile gözü takılıyor arabaya, Hasan mağrur ifadesiyle arabanın arkasında. Galata Köprüsü, Karaköy, Kabataş derken, ışıl ışıl parlayan olanca haşmetiyle işte Dolmabahçe Sarayı’nın önüdeki kaldırımlarda. Hasan, çam ağacından yapılma yepyeni sebze arabası ve arka fonda Dolmabahçe Sarayı nasıl bir fotoğraf karesi, anlatılmaz…Şehrin olanca yoğun akşam trafiği içinde ulaştı gecekondusuna. Ev halkı kahramanlar gibi karşıladılar. Zümrüt Yeşili boya kutusu ve fırça zaten hazırdı. Hasan hiç vakit kaybetmeden girişti boyaya. Karısı ve oğlu da gururla izlediler onu. Yeşil olmalıydı araba, erik’te yeşildi, salatalık’ta, daha pek çok sebze de yeşildi. Bilerek seçmişti o rengi. Oğlu da boşuna koymamıştı o adı. Sabaha kadar boya çoktan kurumuştu. Sabah gün doğarken özenle dizildi arabanın tezgahına meyve ve sebzeler. Hepsi yemyeşildi, çokta yakıştı arabanın zümrüt yeşiline. Bereket duaları edildi ardından Hasan’ın bu ilk ekmek kavgasında. İstikamet Eminönü. Diğer Hasan’ların tümünün kıskanç bakışları üzerinde bizim Hasan’ın. O pek aldırış etmiyor, fark etse de olan biteni. İlk siftahtan sonra hareketleniyor meydan ve çevresi. Tamam diyor Hasan, kırdık şeytanın kırılmaz denilen bacağını. “Yeşil Kaplan “ değiştirecek kaderlerini. Keyiflendi bunları düşünürken, bir sigara yaktı ama yakar yakmaz çevresinde ani bir hareketlenme oldu. Keskin düdük sesleri kaçışma birbirine karıştı. Düdük sesleri yakınına geldiğinde iş işten geçmişti.

“Yeşil Kaplan” bir Zabıta kamyonun üstünde diğer yeşil - olmayan - “kaplan”larla üst üste bilinmez bir yere yol alıyordu.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Açılır yastıkta kocaman gözleri gülümün.
Dumanlı dağ gölleri gibidirler henüz,
içlerinden mavi balıklar geçer kıvıltılarla,
diplerinde yeşil çamlar durur
bakarlar derin, dümdüz
rüyalarımın sonu, sabah karanlığına pırıl pırıl vurur
aydınlanırım
kendi kendimi görüp yeniden tanırım
kıyasıya bahtiyarımdır
azıcık utanırım
ama azıcık.
Yolculuğa hazır bir yelken gibidir
aydınlık bir yelken gibi
sabahleyin odamızda karanlık.
Gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak.
Mavi afişteki güvercin gibi aktır
sabah karanlığında yatak.

N.H.R.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Başlıksız

Merhaba, akşam güneşinin Karadeniz 'le cilveleşmesine aldanıp başını güneşe doğru uzatan balık. Niyetin, belki küçük bir kaçamaktı bu defalık. Ama çok geç, misinanın ucundasın artık... Yıldızların altında, İstanbul'dan merhaba ve elveda anason kokulu masum balık...
( Denizi hiç ısınmayan çocukluğuma... )

19 Temmuz 2009 Pazar

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Başlıksız

Sen kalemimi kırdın. Biri ölçüsünü bozdu terazimin.
Dal - tarttı - belki ama, - kartal - kalkmadı (!)

14 Temmuz 2009 Salı

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 13

Akşamın alacakaranlığı yeni çökmüştü küçük kentin daracık sokakları üzerine. Arkadaşlarıyla Ruşen’in meyhanesinde birkaç kadeh parlattıktan sonra evine doğru yöneldi. Tam evinin olduğu sokağın köşesini dönecekti ki kaşının üzerinde patlayan bir ş e y l e nerdeyse yere yığılıyordu. Gözünde şimşekler çaktı sanki.Önce taş zannetti ama acıdan onu da algılayamadı. Neler olduğunu, neyin nerden geldiğini, kimin attığını, ne attığını anlayamadı bir süre. Elini bastırdı alnına, kanadığını fark etti. Acı yavaş yavaş dağılırken yere düşen şeyin bir kibrit kutusu olduğunu gördü. Şaşkınlığı daha da arttı. Hangi kibrit kutusu taş kadar sert ve ağır olabilirdi ki. Eğildi yerden aldı, evet ağırdı, bir taş kadar ağırdı. Kanayan kaşına aldırmadan kutuyu açtı. Sokak lambasının altına sokuldu. Kutunun içinden defalarca kez katlanarak kutuya özenle yerleştirildiği anlaşılan, dolmakalemle ve özenle yazılmış mektuplar çıktı. Sen ve Ben ….diye başlayan aşk mektupları. Kaşından akan kana aldırmadan sonuna kadar okudu mektupları. Hiçbirinde imza yoktu. Çok tutkulu ve yoğun bir karşılıksız aşkın, net ve içten ifadeleriydi. Kibrit kutusu ve mektuplarla evine döndüğünde üstü başı kan içindeydi.
......................

Yıllar, yıllar sonra ders verdiği Üniversite’nin koridorunda genç bir kız yaklaştı yanına;
- Hocam ( dedi ), bir dakikanızı alabilir miyim lütfen?
Elbette dedi adam.
Çantasından özenle çıkardığı bir küçük paketi adama uzattı:
- Bu sizinmiş hocam; annem size iletmemi söyledi, biraz gecikmiş ama, hatta epey gecikmiş bence..
Ve geldiği gibi telaşla ayrıldı yanından genç kız.
Hiç bir şey anlamadı adam. Şaşkınlıkla kızın arkasından bakakaldı. Elindeki paketle odasına girdi. Heyecan ve merakla açtı paketi masanın üzerine.

Paketten, küçük bir idrofil pamuk ve çoğu zamanla uçmuş tentürdiyot şişesi çıktı.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Çekilmemiş Filmler-im-den Notlar / 12

Üsküdar / Öğleden sonra / Kabataş deniz motorunun üst güvertesi

Önce o geldi, tam karşımdaki orta sıranın başına oturdu. Kendi halinde sessiz bir gençti Omuz çantasından şerit halinde kesilmiş ve uç tarafından zımbalanmış, uzaktan ne olduğu algılanamayan ama, nota partisyonlarını andıran bir demet kağıt parçası çıkardı. Sol dizine koydu, dikkatle okuyup sağ eliyle dizinin üstünde ritm tutmaya başladı. Ayağı da bu ritme eşlik ediyordu. Ne kulağında kulaklık vardı ne de çevreden gelen bir müzik.Önündeki notalardan müziği okuyordu. Kendinden geçmiş, ne çevre gürültüsünden, ne de yavaş yavaş motora doluşan yolculardan etkileniyordu. Nota sayfalarını değiştirdikçe eliyle ve ayağıyla tuttuğu ritm de değişiyordu. Birkaç dakika sonra boş olan yanına uzun saçlı ve keçi sakallı, küpeli, rocker havasında bir genç gelip oturdu. Omuzunda asılı gitar çantasını özenle çıkartıp ikisinin arasına yerleştirdi. Yeni gelenin kulağındaki kulaklıklarda çalan müzik yanımdan geçerken bana kadar geliyordu. Yan yana sanki bir müzik grubunun üyelerini oluşturmuşlardı. Ama; ne o yanındakini fark etti, ne de bir diğeri onu. Motor hareket edip boğazın sularına karışıncaya kadar, camiden gelen ezan sesi, simitçi, büfeci, işportacıların çağrı sesleri rüzgarla dağılarak azaldı ve boğazın ortasında yerini sadece denizin sesi aldı. Motor Kabataş iskelesine yanaştığında her ikisi de ayrı yönlere koşar adımlarla uzaklaştılar.

Her ikisi de belki aynı müzik parçasını, ayrı ayrı taşıyarak. Kim bilir ?..

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Başlıksız

Sabrım gülümsedi, sağlığına kalkan kadehimin sadeliğine.
Ama; ay, her zamanki gibi dalga geçti seni düşünürken artan çillerimle…

3 Temmuz 2009 Cuma

Başlıksız

Vücut ve ruhumuzdaki boşlukları geçiyoruz. Artık anladık, onlar dolmayacak. Onları da denedik, denemekle de olmuyor. Zevki küçümsüyoruz, manuel. Kağıdı kıvırıp gezdiriyoruz: supernova, sapporo, susamuru. Soyunup diz çöküyoruz, dua: lütfen beni yalnız bırak. Gözlerimizi yumup yazı bekliyoruz. zamanı gelmişti, çoktan zamanı gelmişti. Belki de karanlıktan bir denizkızı çıkar karışık ve mutlu. Silinmeye hazırız. Denizkızı ve susamuru.
Kumsal söyle neren acıyor?

L'origine du monde 'den.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Başlıksız

Görüntünün arkasına gizlendiği saatlerde, düşleri küçük film kareleri gibi oluşuyordu aslında.
Ve o, gecesinin üstüne örtüsünü çekti acımasızca. Bir çalar saat sesi son duraktı.
Hangisi önce gelmişti dünyaya ? Düşleri mi ovulmuştu ?
Bir ayyaş misali o muydu bir tekmeyle kendini üç boyutlu görüntülerde bulan.
Nesnesinin ihanetini hiç affetmedi. Onu da alıp gittiği düşler ülkesinde, her rastladığına çalar saatinin ihanetini anlattı durdu ..................)