30 Kasım 2011 Çarşamba

m e n ü



Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 9356721 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------

Bugün tatsız bir konuşma yapmam gerekiyordu. Hastabakıcım “sen bir aynaya bak yeter.” dedi. Bakmam artık, hafifliği öğrenmeme müsaade edin. Yavaş yavaş azın tadına varmayı anlıyorum ben, bain-marie usulüne geçtim, yanmadan erimeyi, 170 derecede, uzun sürede pişmeyi deniyorum. Zamanla yarışım yok, kazanmakla ilişkim yok, ısınıyorum, ısındıkça başka bir şeye dönüştüğünü görüyorum tek başlarına anlamsız içeriğimin: kalbin mucizevi simyası. Fırından çıkıyorum sonra, gözeneklerimi itaatle açıyorum. Sıcak, ıslak, arttıran bir his bu. Kimsenin ilk 10'u arasına girmeyecek iddiasız bir tarif: hoşlanmak. Hüneri sükûn. İçime akanı emdikçe yumuşayıp, lezzetleniyorum. Koyu bir vişne yerleşiyor dudaklarıma, sessizce soluyorum rayihamı. Güzel bir kek oldu sırrım.
( .....)

.

29 Kasım 2011 Salı

t o p i k



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 8345621 no'lu oda
-----------------------------------------------------------------
Ne A, ne Ş, ne de K; poligamik aşısı vurulmuşken kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa, hatta bazen kısık da olmuyor ateş kavruluyorsun...bu döner sahne ikimize yeter mi acaba, yoksa dar mi gelir bize...sen öğrenebildin mi kadın beyninin kasada saklı şifresini, gizemli suların en derine akması için gerekli kombinasyonlar elinde mi...Vasatlığa katlanmak zor. Çok kesin, miniskül ayrıntılar. Dışarıdan ya çok besleniyorum ya da tamamen aç kalıyorum....renkler, dokuklar, kokular, sesler, sözler ve bütün bunların binlerce kombinasyonla bir araya gelişi. Geri dönüşü yok. Buna mecburum. Sadece ucu kımızıya boyanan harfler değil, bir de senin onlardan birini okumuş olma ihtimalin var. Bu yüzden tek tek anlattırmak isterdim kaç kere...gözlerinle görebilmek isterdim., Hepsini ayrı ayrı olabilecek bütün ihtimalleriyle canlandırdım, tekrar tekrar, defalarca. Gereksiz bilgi, hayal gücünün mamüllerine nazaran hafif, ama gene de gereksiz, boşveer.
Dedim ya benimki karmaşık kombinasyonlarla ilgili. Bu yüzden o kadar güzeldi ki
çok şey.
.........
Odam, bu tuhaf tazeliğin tebessümüyle aydınlandı.
.

27 Kasım 2011 Pazar

s e k a n s



Dış / Yol / Gece
----------------------
Annie: Beni izledin! İnanamıyorum!
Alvy: Seni izlemedim!
Annie: Beni izledin!
Alvy: Neden? Yani...senden yirmi adım geriden yürüyüp gözlerimi senden ayırmayınca seni izlemiş mi oluyorum?
Annie: Senin izleme tanımın bu demek.
Alvy: İzlemek başkadır. Beni gözetliyordun.
Annie: Ne kadar paranoid olduğunun farkında mısın?
Alvy: Paranoid mi? Sana bakıyorum ve ne göreyim, kollarını başka bir herifin kollarına dolamışssın bile!
Annie: İşte, bu da paranoidin son durağı!
Alvy: Evet..şey..bu gözetleme işini ben başlatmadım. yani önce hedefim gözetlemek değildi. Senin okuldan sonra birden karşılarsam sürpriz olur diye düşündüm.
Annie: Öyle mi? İlişkimizin özgürce olması senin fikrindi bir de! değil mi?
Alvy: Hadi canım sen de! sen de düpediz kırıştırıyordun o kurs öğretmeniyle! Şu..şu " Batı İnsanının Modern Bunalımları" dersini veren hıyarla!
Annie: O değil,"Rus Edebiyatında Varoluşçu Motifler" dersinin hocası. Ne yaklaştın ya!
Alvy: Ne farkeder! Hepsi sonuçta zihinsel mastürbasyon değil mi?
Annie: Haa, şimdi senin uzmanlık alanına girmiş olduk!
(yürür)
Alvy: (ona yetişir) Heyy, mastürbasyonu küçümseme! Hiç olmazsa sevdiğin biriyle sevişmek demektir!
Annie:....


(annie hall)

24 Kasım 2011 Perşembe

y i r m i d ö r t k a s ı m



70’ li yılların sonları. Küçük ve sakin bir kıyı kasabasında görev yapan genç bir edebiyat öğretmeni. İstanbul’da yaşayan ailesiyle konuşmak üzere düzenli olarak her hafta sonu şehirlerarası telefon kaydı veriyor. Özellikle tarife daha ucuza gelsin diye de geceyi tercih ediyor. İki odalı mütevazı öğretmen odasındaki tek konforu küçük transistörlü pilli radyosu ve telefonu. Kayıt verdikten saatlerce sonra telefon bağlanıyor. 4 yıl bu böylece sürüp gidiyor. Tüm kayıtları alan da, telefonu bağlayan da hep aynı ses. Yıllarla birlikte her ikisinin de yüzlerini hiç görmedikleri ama seslerini duydukları tek ortak şey telefon ahizeleri.
....
Günlerden bir gün, öğretmenin tayini çıkıyor kendi memleketi İstanbul’a. Yine arıyor şehirlerarası bilmem kaçı.
Karşısında yine aynı operatör sesi:

- Aynı numara kaydı değil mi efendim ( diyor ).

Bizim ki:

- Hayır ( diyor ) bu kez telefon bağlatmak için kayıt vermeyeceğim.

- Nasıl yani ? ( diyor operatör )

- Ben yarın sabah ayrılıyorum buradan....teşekkür etmek için aradım sadece. Bugüne kadar tüm telefonlarımı siz bağlamıştınız. Sesinizi tanıyorum, sanırım sizden başka da nöbetçi yoktu ?

- ...Evet, yıllardır nöbetçi hep ben kaldım. Özellikle ve isteyerek… Hem geceleri de…

- Her neyse, tekrar teşekkürler, hoşçakalın.

- (...) Sahiden gidiyor musunuz?

- Elbette..

- ………………… ! ( kesik hat sesi ).

.

.

(eğiten ve öğretenlere)

22 Kasım 2011 Salı

b u r g a ç



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 79878 no' lu oda
--------------------------------------------------------------
Çok haklısın (haklıyım-haklılar), hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.
(...)
Haklısın(yine); para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
Açıl susam açıl!!!
......
Pikseli zengin telefon ekranıma düşen esemes uyarısıyla uyarıldım.
- Arkandayız! (Kırk Haramiler)

.

21 Kasım 2011 Pazartesi

r e p e r t u a r



Psikiyatri Kliniği / Gece / Gündüz / 3568234 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------------
Piksel zengini telefon ekranıma bir not düştü. " Unutulduk mu? "... Nasıl unuturum. Aniden bastıran sitem yağmurlarından korunmak için şemsiyemi de alıp koşarak gittim. Güneş tepede, tepe içimde. Çınarın altındayım gel (dedim). Yaprak düşer kafamıza orada (dedi). Olsun, bende şemsiye var diyecektim ki yaprak ağırlığında bir yaprak düştü kafama, haklıymış. Koca çınarla selamlaştık. 'Mutluluğa hep geç kalırım, hep erken giderim mutsuzluluğa' derdim, bu kez öyle olmadı; mutlu oldum. Gece geçen gemiler bile gündüz geçti önümden. Renklerini farkettim. Yeşildi.

Onlar da; huzursuz ayak sendromuna tutulmuş sallanan sandalları farkettii. Kırmızıydı.

Yolcu ederken seslendi: Kendimden kaçmak için yolun karşısına geçsem işe yarar mı?.
Geçmedi.
......
Ter içinde uyandım. Başucumda fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım bana bir not getirdiğini söyledi. Merakla açıp okudum.
(....)
Bir kusur işlediysek biz gölgeler. Şöyle düşünün, herşey yoluna girer. Diyelim uyukluyordunuz koltuğunuzda, bu hayaller görünürken huzurunuzda. Bayanlar, baylar, çılgın oyunumuzu (ki yalnız bir düşdü onun konusu) yermeyin çok.
Bizi bağışlarsınız, gelecek sefere daha iyisini yaparız.
(William Shakespeare)
(....)

.

19 Kasım 2011 Cumartesi

s o l o

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 553334 no'lu oda

---------------------------------------------------------------

Orada geçmesini bilmeyen bir zaman içinde yaşadık, ölçülebilme olasılığı olmayan bir uzamda. Zaman'ın dışında bir geçitte, uzamdaki gerçeklik tarzlarını yadsıyan bir esnemede...Kaç saat, sıkıntımın beyhude esşlikçisi, mutlu huzursuzluğun kaç saati kendilerininin taklidini sundu bize...Ruhun küllerinin saatleri, uzamsal özlem günleri, dış manzaranın iç yüzyılları..Ve hiçbir zaman kendimize kütüphanelerde sesli kokuların orkestralarında yinenenleri sormadık...Yeşil şehvetleri, çağrıldıkları yola gölge ve dinginlik getiren ağaçlar..Adı, sanki onların etlerini dişlemiş gibi olan meyveler...Bir zamanlar mutlu olanlardan geriye kalan gölgeler...Yanıbaşınızda esneyen kırlığın en içten gülümseyişi olan açıklıklar, bütünüyle açık olan açıklıklar...Ah çok renkli saatler...An-çiçekleri, dakika-ağaçları, ah uzayda sabitleşmiş zaman.
.......
Uyanıyorum. Yüzüm gözyaşlarıyla ıslanmış. Yanaklarımdan aşağıya, dudaklarıma kadar akmışlar ve ilk hisstetiğim şey tuzun tadı olmuş; o tuz ki, az önce bu şevkatin, hüznün ve denizin umarsız bileşimini yaratmış olmalıydı.

.

16 Kasım 2011 Çarşamba

e s r i k



Psikiyatri Kliniği / Gece / Gündüz / 553334 no'lu oda
------------------------------------------------------------------------
Pencereden bakınca;

dışarıda, şafak çok uzakta! Ve deniz/orman öylesine yakın, öteki gözlerimin altında!
Yaşama düşümüz önümüz sıra yürüdü ve onun için ona özdeş yabancı gülüşümüz vardı, birbirimize bakmaksızın ikiz ruhlarımızda doğan, ötekimiz hakkında ikimiz de hiçbir şey bilmeksizin, ötekinin koluna yaslanmış kolu hissetmekten yoksun olan.

Pencereden bakınca;
yaşamımızın içi yoktu. Dışardaydık ve ötekiydik. Birbirimizi tanımıyorduk, düşler boyunca yapılan bir yolculuğun sonunda ruhlarımıza görünmüş gibiydik.
Zamanı unutmuştuk, sonsuz uzam zihinlerimizde küçülmüştü. Ya kırdaki ağaçların ötesinde, uzaktaki pencere kafeslerinin ötesinde, varolan şeylere yöneltilen o büyümüş-gözlü bakışı hakeden, gerçek herhangi bir şey var mıydı...?
Eksikliğimizin cıva saatinde düzenli ararlarla düşen su damlaları gerçekdışı saatlerimizin sınırlarını çiziyordu...Hiçbir şey kayda değmez, uzak aşkım benim, hiçbir şeyin kayda değmediğini bilmenin ne kadar hoş olduğunu bilmekten başka...
.....
Pencereden bakınca;
ah ezilmiş mutluluk..Ah sürekli kavşaklarda olma hali! Düş görüyorum ve bilincimin arkasında bir şey benimle birlikte düş görüyor...Varolmayan bu başka birinin düşü değil miyim belki de ben...

15 Kasım 2011 Salı

t e a s e r



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 77856 no'lu oda
--------------------------------------------------------------
" Gece yarısından sonra; sinir uçlarımda, uykularımdan dört gözkapağı önce enjektelenmiş hayli asetonlu şuh bir kahkaha duydum koridordan... Sonra birden kesildi.

Z raporunu alıp - ışıkları kapatıp kepenkleri indirdikten sonra - sana hissettiklerim bana ötekinin (sen) hissettiklerini gösteriyor - bu da aksak da olsa bir adaletin olduğuna inanmak için belki bir neden - az - diyorum - ancak bu kadar hissediyor(sun) - vah vah (sana ve bana) - ne yapalım - herkesin bir aşık olma metodolojisi var - herkes bir şekilde kendini ergolatmaya çalışıp - sırf bu sebepten dolayı faka basıyor - peki - sonunda ne oluyor?
- kör."
......
Bu berrak ve bir o denli berbat elektrikli halüsinasyon; aklımdaki atlıkarınca fabrikasından karaborsalanmış ve değeri ancak sahte bir çarşaf yanığı akşamdan kalma karşılıksız bir panayır bileti gibi geçti.
Kal.

.

14 Kasım 2011 Pazartesi

k a v a k a v a



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 578030 no'lu oda
---------------------------------------------------------------
O düş sessizliğindeki delice hayaller!

Yaşamımız yaşamın tümüydü...Aşkımız aşkın kokusuydu.. Kendimiz olmakla dolu imkansız saatler yaşadık. Çünkü, bütün varlığımızla, bunun eski gerçeklik olmayacağını biliyorduk.

Kişiliksizdik, kendimizin dışıydık, başka bir şeydik...Kendi bilinci içinde sızan o kırlıktık.. Ve ikinin birlikte olması gibi -gerçeklik, aynı zamanda yanılsama -biz de anlaşılmaz biçimde ikiydik, ikimizden hiçbiri, belirsiz olan öteki canlıysa, ötekinin kendisi olup olmadığını kesin olarak bilmiyordu.

Göllerin dinginliği önünde aniden belirdiğimizde, ağlamak istedik...O manzaranın yaşla dolu gözleri vardı, varlığın adsız bunaltısıyla doymuştu, ve bu bunaltı kendi sesini göllerin suskun sürgününde bulmuştu. Bilmeden ya da umursamadan, yürümeyi sürdürdük, yine de o göllerin kıyısında oyalanıyor gibiydik. Birçoğumuz onların içinde kaldı, oraya yerleşti onlar tarafından sembolize edildi ve derine çekildi.
........
Garip, korkunç bir rüya. Hem ürktüm, hem sevindim; dehşetli sahneler gözümün önünde, çırpınmada kalbim.

.

r o s e b u d



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 45634452 no'lu oda
-------------------------------------------------------------------
Yine yazdı yazacağını, sordu soracağını. İndirdi duvardan.
" Tanıştırmak için ayna gerekli, diğerleri teferruat, sebep değil. Aynayı kırmak gerekli. Beni görmen için, seni görmem için. Aramızdaki ayna bizi birbirimize körleştirir. Onu çek aramızdan, aynayı soyun beni giyin. Benimle yüzleş - yüzümü al - açlığımı al - kalbimi al - aklımı al. Oradan başlanabilir. Hiçbir şeyi olmayan birinin soracağı tek bir soru var yine de, hiçbir şeye değil de tek bir cevaba sahip olmanın zenginliğini istiyorum: benden ne istersen eğer, onu gerçekten benden istemiş olursun? Benden ne istersen eğer, senden hiçbir şey istemem (iki soru, ama tek cevabı var?)."
.....
Ah anya, o pürüzsüz sırtını kaplamış kara sır, kumsallarını kokundan tanıyan bir cam ustasının ölümsüz aşkıdır.. ah anya, üzme kendini, o kadar yakınsınız ki; ne sen onu görebilirsin, ne de o seni.
.

12 Kasım 2011 Cumartesi

a m o r s

fotograf: almanah


Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 4587865 no'lu oda
-----------------------------------------------------------------
Gün aşırı uygulanan 'uzak' enjektabl'ından sonra bir de; gelememenin, gitmemenin acısı.

Gelirsen, gidersen varlığınla acıtacağını bildiğin kalbi, gitmeyerek, gelmeyerek acıtmanın kalıcı acısı. Ne yaparsan yap varlığınla acıtıyorsan onu, dönüp bakmaya başlıyorsun, kim avlayacak beni? Nerede o mahir avcılar? İşte uzandım yatıyorum ormanda. Besleyici bir hikayem var. Hadi almıyor musunuz kanımın kokusunu?

Şimdi buradayım. burası neresi? orman. Burada olmanın anlamı burada değilken ben buradayım. Gidemiyorum da. Ayaklarımı fotoğraf makinesiyle benden koparıp buraya koydular. İyi niyetliydi bunu yapanlar, kuşkum yok. Kovabilirsiniz beni ; sürünerek gitmem için tekmeleyebilirsiniz, ama sürünürken acıyan canımla sizi de acıtabilirim. Biraz daha zaman verin, birkaç asır, çok sürmez bu sefer gelecek avcılar.

........
Ter içinde kavrıyorum, ben: iki uyumsuz aşığın bırakamadıkları iz... hiç kimseye bahşedilmeyen bir şey.
Işığı kapattım, gece geçen gemiler'in sessiz/ sesiyle doldurdum çubuklu pijamamın ceplerini.
.

10 Kasım 2011 Perşembe

Curriculum Vitae

fotograf: Birol Üzmez
Özgeçmişimi yazmak istedim.
Geçmişim izin vermedi.
Geçmemiş olmasını dilerim
(dedi).
...

4 Kasım 2011 Cuma

t r i p o d



Buluşacaklar. Bir türlü gelmiyor, gelemiyor. Mesaj gönderiyor “ hadi artık !” diye. Cevap yok. Masada iki dilim peynir, birkaç yaprak roka ve rakı var. Rakıdan birkaç yudum alıyor, peynirden de bir parça. İki dilim peynirden birini o'na bırakıyor. Ama tabaktaki duruşunu beğenmiyor. Çatal, bıçağıyla düzeltmeye çalışırken üçgen kesilmiş peynir diliminin ucu kırılıyor ve dilimden ayrılıyor. Canı sıkılıyor adamın. Yese olmaz, yemese ayrık duruyor tabakta, ayrıca o parça heyecanla beklediğinin. Bir süre bakınıyor tabağa, peynire, kopan parçaya… Karton ya da kağıt olsa yapıştıracak özenle ilk halini alması için, ama yok!. O bir beyaz peynir dilimi. Sert ve yağlı, hatta orta sert, gözenekleri büyük. Ama kopan ve ayrık duran o parça bütün resmi bozuyor tabakta. Alıyor eline çatal ve bıçağı; bir heykeltıraş estetiği, bir plastik ve rekonstrüktif cerrah ciddiyetiyle, (yan masadan sarkan meraklı bir çift göze aldırmadan) kopan peynir parçasını tamlıyor küçük parçayı ana parçaya. Roka yapraklarına hiç dokunmuyor bile. Üzerine de birkaç küçük rötüş atıyor bıçağın yan yüzeyiyle, hünerli parmaklarını kullanarak. Peynir dilimi ilk kesilmiş görünümünü alıyor. Bir önceki halini ondan başkasının farketmesi olanaksız. Peki 'o' anlayacak mı peynir diliminin koptuğunu, onu tekrar üçgen haline getirmek için adamın sabırla çaba gösterdiğini? Anlaması da gerekmez ya?

Merak edilen aslında şu; adam tabaktaki peynirin hangi parçası?.

- Üçgen dilimin büyük parçası mı?

- Kopan küçük parçası mı?

- Parçalanmadan önceki bütün üçgen parçası mı?

- Parçalandıktan sonra, önceki haline getirdiği şimdiki peynir parçası mı?

Kimbilir?..

.