31 Temmuz 2010 Cumartesi

./..

foto: umayumay

..sonra..
Bir terminalde denk geldim sana. Yaprak kıpırdamıyordu, sen kıpırdamıyordun. Kıpırdadım sonra, gittim. Biletimde “zorla bindirildi. gözleri arkada kaldı, bagaja koyduk.” yazılıydı. Öyleydi. İlk mola yerinde sesini gördüm, kıpırdamıyordu. Tuşlarına basıyordum sadece, yere bilmem kaç yıl önce döşenmiş karo taşlarının.. Adını yazıyordum ayaklarımla. Sen yine, kıpırdamıyordun. Bir solukta söylediğim onca cümle geldi aklıma, şimdi tek kelime için yetemeyecek nefesimden utandım. Gülümsedim, “neden güldün?” dedin. “hiç” dedim. Geriye dönüp baktığımda yerinde yeller esiyordu. “yaşasın!” dedim, “burada kaldım - İki şehir arasında, ne orda ne burda..ortada kaldım.” En alışık olduğum yerdi ortada kalmak, o veya bu şekilde hep ortada kaldım. Her şeyden uzaklaştırıldım, kendimden bile. İtiraf edilememiş onca şeyin birçoğu bana dairse halâ arayışım kendimedir bunu biliyorum.
İtelediler. “devam edeceksin!” dediler. Kıpırdamıyordum, ama kıpırdayan birşeyin içindeydim. Sürekli uzaklaştırılıyordum sende ve kendi kelimelerimden.. “ Yürüyüp gideceksin, arkana bakmayacaksın.” diye bağırdı arkadaki. Kıpırdamayışımın uğultusundan rahatsız olmuştu belli ki. “Yok” dedim “benim gözlerim arkada.”.Cebinden bir avuç şeker çıkarttı, bana uzattı. Badem şekeri, en sevdiklerimden.. tam alayım derken avucunu kapatıp geri çekti, “biliyor musun, benim de gözlerim arkada aslında.” dedi. Sonra uyandım. bir sürü kısa mesaj vardı kaburgalarımın arasında. “Tüm iletileri sil” dedim, silindi. Şehrime gittim, doğduğum yere. Hiç ısınmayan denizi olan şehre. Kimsecikler yoktu. Ne omzuna dişlerimi geçirip ağlayacak, ne bu yalnızlığın hesabını soracak. Hiç kimse.. tavanarasında dedemin körüklü fotoğraf makinesi vardı, anneannemin gazocağı. Hepsine ağladım. Hepsine dişlerimi geçirdim, kendime dişlerimi geçirdim. Bavul omuzumda iz yapmıştı. Boğazıma astım, boğazımda iz yaptı, düğüm düğüm oldu. Yutkundum bavulu..
Sen uzaktaydın, kendi bilinmezliklerinin içinde.. kendi çözümsüzlüklerinin içinde. Ve kıpırdamıyordun. Nereye gitsen ne söylesen hepsi 'sana' doğruydu. Sen kıpırdamıyordun- ben kıpırdamıyordum. Kıpırdamıyorduk / k ı m ı l d a mıyorduk..

Arka planda: Ne isterseniz onu dinleyin.

29 Temmuz 2010 Perşembe

( ! )

foto: umayumay

..dananın kuyruğu - geldi gelecek- dananın kuyruğu - indi inecek - dananın kuyruğu - sustu susacak - dananın kuyruğu - kalktı kalkacak - dananın kuyruğu - bildi bilecek - dananın kuyruğu - gördü görecek - dananın kuyruğu - sevdi sevecek - dananın kuyruğu - gitti gidecek - dananın kuyruğu - oldu olacak - dananın kuyruğu - kaldı kalacak - dananın kuyruğu - koptu kopacak...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

elleri öpülesi e.c.

foto: umayumay
Evlerin saat beş olma hali
Ben yorgunum anlamaktan
Bir duvar, bir tebeşir gibi yazmaktan yazılmaktan.

Ve akşam
Alanların caddelerin bana biraz fazla geldiği
Üstümü başımı bilmediğim bir akşam
Ne yapsam
Alkollere gitsem. Giderim alkollere bir mektup gibi
Alkollerden gelirim bir mektup gibi
Bellidir sırtımdaki kan ve puldan.

Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur
Islanırım ıslanırım anlamam
Sanki nedir bir yağmurun güzel olması
Sahi bir yağmurun güzel olması
Yağarken kendine severek bakmasından.


E. Cansever

foto: umayumay


..zaman diye bir şey yok. Zaman hep aynı. Aynadaki ben de, bendeki sen de; hep aynı aynanın aynılığından sıkılıp çıktık birimiz dışarı o kadar.

m o n o

foto: umayumay

Seviştik... Yarısı insan yarısı at gibi. Bir yanım güney yarı kürede.. yazdı - yandı. Bir yanım kuzey yarım kürede.. buzdu - dondu.

Müziştik... Kırk tas nota ile ruhumuzu kırkladık. Birinci sesten gelen sıcak, ikinci sesten gelen soğukla kurnaları ılıştırdık. Şarkıların göbektaşında aklandık. Yattığımız göbekler taş oldu, kendi kuyruğumuz etrafında dolandık bir süre. Gençliğimizin sıvılarını harcadık gazyağı kuyruklarında. İnsanlığımız atık su vergisi halinde fatura edildi.

Gitarların tınısı yaralarımıza kabuk bağlattı. Acıyan bacak aralarımıza sol anahtarları ile pan-sol-man yaptık. Herkes kendi kuyruğunu kıstırdı bacak aralarına. Kuyu gibi gözler birbiri içinde karanlıkta kayboldu ve kimse kimseyle göz göze gelmedi, ölmek için kuyruğa girdiğimizde.

Boşanma sonrtası flörtü başladı sesler arasında. İkinci ses boynuna doladı kollarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, yatağa itti ikinci sesi. İkinci ses hareketsiz kalamadı. ...maldı.

Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş sancısı (gibi) yardı karnımızı. Ağır bir anestezi altında sezaryenle alındı üstüste boşalmalarımız.

İkinci ses boynuna doladı bacaklarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, kendini itti içeri. İkinci ses inledi, hareketsiz kalamadı. Boşaldı.

Boş bir banyoya koştuğumuzda stereo yıkadık stereo atkı-çözgü işlenmiş bedenlerimizi. O andan itibaren hiç bu kadar temiz olmayacaktık. Döktüğümüz şampuan kezzaplı sudan ibaret alıp götürmüştü derimizi. Üzerinde boş (alınmadık) yer kalmayan derimiz bir müzede sergilenmek üzere yetkililere teslim edildi.

Şarkılar bitti. Acıdan doğduk yeniden; sarmaş dolaş ayrılıklarımız, kan revan içindeki dostluklarımız, yüzümüzdeki uykulu başarısız intihar girişimcileri bakışı.

Gençliğimiz ve insanlığımız gözyaşları içinde geri dönüşümsüz atık su tesislerine aktı gitti.

Artık tüm vergilerden muaftık...

23 Temmuz 2010 Cuma

@muroyulo ucrubat

foto: umayumay

Gece / Psikiyatri Kliniği / 59045632 no'lu oda / iç
-------------------------------------------------------------------

Hastane, hiçlik demek. Bol floresan ışık, refakatçi kanepesi, yapışkan tebessümleri ilk azarda dağılmaya müsait damar bulma beceriksizi hemşireler, kateter, serum fizyolojik, hemşire çağırma butonu, kötü haber dolu televizyon kanalları, teneke tabldot tepsisi, çarşaftan müteşekkil üniformalar, koridordan gelen çığlıklar, kilitlenemeyen kapılar, yaşam bedenden mi ibaret, olağan karşılama uzmanları ve onların daima kesip almaya, semptom yok etmeye yönelik şırıngaları ve neşterleriyle burası, hiçliğin var edildiği yer. Poker suratlı doktorlar, buradan çıkar çıkmaz it gibi sarhoş olacak, hiçleştirme uzmanları. Bu zalim nihilizmle ancak birbirleriyle çeşitli ihanetlere bulaşarak başa çıkmaya çabalıyorlar. Seks nasıl varoluşu merkezleyip taçlandırıp arttırıyorsa, âna dair eksiksiz bir inançla hayata bağlıyorsa, burası onun zıttı. İnsanın milyonlarca benzeri olan bir vakaya indirgendiği yer.

Buradan çıktığım gibi, dünyanın her yerindeki floresanlı, sessiz sabo adımlı hastanelerde, sus işareti yapan yalancı hemşirenin karşı duvarına asmak üzere, “çıkarın beni burdan” feryatlı fotoğrafa poz vereceğim. Dünyanın bütün hastaları, taburcu olalım. Dünyanın bütün dirayetli refakatçileri, çıkaralım benizleri giderek solan mâşuklarımızı burdan. Sevişmenin olmadığı yerde yaşam ne arar?

Gidelim burdan. Çubuklu pijamalarımız, terliklerimiz, kirli çarşaflarımız, isim ve numaralarımızın yazdığı plastik bileklikler kalsınlar. Onları batı tıbbının aciz neferlerine bırakalım. Bırakalım şu hayatta biraz daha kalabilmek için her türlü utanca razı çark farelerinin dilendiği ömrü bahşederek (...) taklidi yapsınlar. İşte buraya yazıyorum; bana hastanede ölüm yok ve biz ki daha ölmedik.

Hem; 'gece geçen gemiler'i arka fon yapıp, gündüz fotoğraf çektireceğiz daha..

21 Temmuz 2010 Çarşamba

@amuko netsret anuşob çih

umayumfoto: ay
Gece / Psikiyatri Kliniği / 75609' no'lu oda / iç
--------------------------------------------------------------

Gecenin bir yarısı hastabakıcı geldi yine. Elinde katlanmış bir kağıt parçası. Bu size geldi, acilmiş! (dedi) telaşla çıktı odadan.

Güzel bir elyazısı ile o kadar küçük yazılmış ki, yakın gözlüğümü taktım, merakla okumaya başladım.
....

“Özlemek hatta acı çekmeyi özlemek..Yaşamayı hissetmek mi, mazoşistçe, varoluştan tad almak acıyla da olsa. Umulan çoğu zaman acıyla , özlemle yandaş olan sarhoş edici kanatlanma duygusu mu; oysa ve esas, ayakların yerden kesilmesi mi yere çakılma pahasına? Bunu yaratabildiğimizi yapabildiğimizi keşfetmenin bağımlılığı mı döne döne denenen? Nedir bu ? Saçmalık mı? Huzursuzluğu aramak ama hemen ve öte yandan huzur için yalvarmak mı boşluğa..Yazın lütfen, yazmayı denemeye devam edin, yakaladığınız çizgi sıradışı ve cesaretli".
....

İmza yoktu notta, hastabakıcıyı çağırıp notu kimin ilettiğini sordum. Bu kez elinde tuttuğu ikinci notu verdi ve gitti.
....
" Gündelik telaşlar içinde; online check-in işlemleri havalanan umutlarin kanadı kırık olarak emeregency landing işlemleri bu sefer başkaldırmış bir şehrin gözalabildiğine güzel insanları sizin güzelliğinizden nasiplenmek için daha kaç kurbağa öpmem gerekecek.
Aklım hiç yerli yerince çalışmıyor, sözlük için yapılan çalışmalarda ön saflardayım ve sayfaları okumadan geçiştirip sonraki gelsin derken hiç sızlamıyor vicdanım.
Fiyaskoyu teğet geçtim kimsenin google ın bile “earth” üzerinde nerede olduğumu bilmediği bu gecede uyurken üzerimi örtün diyorum."
...

Öylece kalakaldım. İçki yasak olduğu için balkona çıkıp salkım, salkım üzüm yedim, gece geçen gemileri izledim.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

@k

foto: umayumay
Gece / Psikiyatri Kliniği / 473890 no'lu oda / iç
----------------------------------------------------------------
Yine aynı ziyaretçim geldi, hem de gecenin bir yarısı , 'kızılcık şerbeti' getirmiş. Hastabakıcı görmeden sakladım.
'Ceplerimi karıştırıyorum sen çıkıyorsun hep’ dedim. Cevap bile vermedi. Oysa eskiden konuşurdu, daha doğrusu fırsat bulduğunda konuşurdu. ‘Erik turşusu geldi aklıma’ dedim. ‘Saçmalama’ dedi. Yolda kalmış bir tren kompartımanında, sabaha karşı plastik bardaklarda iyice sulandırılmış rakı ve naylon bir poşet içersinde yeşil erik turşusu..‘Hiç denedin mi’ dedim. ‘Ayakkabılarımdan gözünü alamıyorsun bir saattir’ dedi
”parvum pes, barathrum grande”. Cevap veremedim. ‘Takvim yapraklarını gün bitmeden kopartmayalım’ dedim. Yine ‘saçmalama’ dedi. Siyah file çorap diyecektim; beni kışkırtma... dedi ve gitti.
.......
Sabah ter içinde uyandım. Yataktan kalktım. En son yaptırdığım tahlillerde sevgisizlik oranım normal değerlerin altında çıkmıştı. Doktor size k aşısı yapalım dedi. Aşı-k yapın dedim. Yaptılar ama, sanırım miyadı dolmuş ya da buzdolabına konması unutulmuştu. Yaptıkları yerde morluk oluştu.
Anlaşılan bir süre daha burdayım.

15 Temmuz 2010 Perşembe

@+18

foto: umayumay
Gece / Psikiyatri Kliniği / 769045 no'lu oda / iç
-----------------------------------------------
Ziyaretçiniz size bir not gönderdi dedi hastabakıcı.Telaşla açtım.
..........
".. ne yasak, ne değil?. Ne helal, ne haram?. Neyin, nereye, ne kadar gireceğinin ölçütü kıstası endazesi var mı?. Kim, kiminle, nerde, ne yapacak, buna karar verecek mekanizma kim?. Benimkine ben karar veririm, karardan sonra dönmem - dönemem. Ben kendi içimde yolculuğa çıkıyorum. Biletim cam kenarı şoför arkası. Aslında kendim kullanmak isterdim ama yollar çok virajlı. Gel seni de içimde bir yolculuğa davet ediyorum, ben baştan sona ilerleyeyim. En sondan başa gel, ortada buluşalım. Evet, ortada. Tüm dünyanın birleştiği noktada. Herşeyin doğduğu ve öldüğü. Herşeyi alabilecek kadar büyük ama hiçbirşeyi almaması için binbir yasakla bezenmiş noktada."

Noktalı yerleri doldurmaya çalışırken ter içinde uyandım. İlaç saatimin geldiğini hatırlattı hastabakıcı. Pencereden baktığımda 'gece geçen gemiler' geçmekteydi yine sessizce. Başucumdaki fotoğrafta; küçük kızın çoktan büyümüş olduğunu gördüm.

13 Temmuz 2010 Salı

@İ.B.

foto: umayumay

Gece / Psikiyatri Kliniği / 548097 no'lu oda / iç
----------------------------------------------------------------
“Kadınlarla dostluk daha kolaydır. İçtenlik belirgindir (böyle düşünmek istiyorum), hiç bir şey talep edilmez (umuyorum), sadakat kırılgan değildir (sanıyorum). Önyargısız sezgiler, açık duygular vardır, sözkonusu edilen prestij değildir. Ortaya çıkan çatışmalar doğal kabul edilir., bulaşıcı değildir. Birlikte akla gelebilecek her türlü dansı, her figürü yaptık: İhtiras, şevkat, tutku, budalalık, ihanet, öfke, komedi, can sıkıntısı, sevgi, yalanlar, sevinç, doğumlar, yıldırım çarpmaları, ay ışığı, mobilya, ev aletleri, kıskançlık, büyük yataklar, dar yataklar, evlilik dışı ilişkiler, sınırları zorlama, iyiniyet. Daha bitmedi: Gözyaşları, erotizm, yalnızca erotizm, felaketler, zaferler, dertler, utanmazlıklar, kavga dövüşler, kaygı, gene kaygı, çaresizlik, yumurta, sperm, aylık kanmalar, ayrılıklar. Gene bitmedi – çığırından çıkmadan bitirmek en iyisi: İktidarsızlık, iğrençlik, dehşet, ölümün yakınlığı, ölüm, kara geceler, uykusuz geceler, beyaz geceler, müzik, sabah kahvaltıları, göğüsler, dudaklar, resimler, kameraya doğru dönüp ellerime bak, ten, köpek, ritüeller, ördek kızartması, balina bifteği, bozulmuş istiridyeler, kandırmalar, sinirlenmeler, ırza geçmeler, şık giysiler, mücevherler, temaslar, öpücükler, omuzlar, kalçalar, garip ışıklar, sokaklar, kentler, rakipler, baştan çıkaranlar, tarakta saçlar, uzun mektuplar, tüm o kahkahalar, yaşlılık, ağrılar, gözlükler, eller, eller, eller. Aryanın sonu geliyor: Gölgeler, yumuşaklık, sana yardım edeyim, kumsal, deniz.
Artık sessizlik. Babamın camı çatlak altın saati masanın üzerinde tıkırdayıp duruyor. Onikiye yedi var.”

Elimde kitap ter içinde uyandım. Başucumda hasta bakıcı vardı. Size bu kitapları okumayın demedik mi (dedi ). Oysa zararsız bir kitaptı hastane koşulları içinde, yazarı İngmar Bergman' dı.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

3 7 2 1

foto: umayumay
"Savaş öncesinde, gezgin satıcılar ülkenin dört bir yanında dolaşıp bir şeyler satmaya çalışırlarken, özellikle yanık ve kesikleri iyileştirdiği sanılan iksiri elde etmek için geleneksel bir yöntem kullanırlardı. Dört tane ön, altı tane de arka ayağı olan bir kurbağa, dört tarafı ayna ile kaplı bir kutuya konurdu. Değişik açılardan görüntüsünü izleyen kurbağa hayretler içinde kalarak yağlı bir sıvı salgılardı. Bu sıvı toplanır, 3721 gün sonra bir söğüt dalı ile karıştırılarak yavaş yavaş kaynatılırdı. Sonuç, işte bu harika iksirdi.
Kendimle ilgili bir şeyler yazmak düşüncesi aynalı kutudaki kurbağayı anımsattı bana. Görüntüme uzun yıllar boyu değişik açılardan bakıp beğendiklerimi ve beğenmediklerimi ayırmalıydım. On ayaklı bir kurbağa olmayabilirim ancak, aynada gördüklerim sanırım kurbağa gibi yağlı sıvıya benzer bir şeyler salgılatacak bana."
Akira Kurosawa

10 Temmuz 2010 Cumartesi

@5


fotoğraf: umayumay

Gece / Psikaytri Kliniği / 6780986 no'lu oda / iç
-----------------------------------------------------------------
Şöyle oldu:
Bir zamanlar taş gibi iradem vardı. Yıllar ve yıllar boyunca, defalarca denedim, kıramadım. Telefon kablolarInı kopardım, eşyaları yerle bir ettim, olmadı. Böyle sevemedim ben, sevdiğimi söyleyemedim ,çatlayacağım dedim, çatlasam da ne varsa dökülse hepsi. Taş oldum, boynum tutuldu sırtım tutuldu, çenem, kasıklarım (en çok ) sorma işte kımıldayamaz haldeydim ben. Bilsen ne kadar çok çektim. Ben taşlaştıkça, etrafımdaki gürültü arttı. Zaman fokurdayan tencere zamanı, gürültü ve kalabalıkla çevrili olmak büyük başarıydı. Annemin kehaneti (yalnız kalacaksın!) gerçekleşmedi. Sessizlikle boşalmak mümkün - sessizlik ancak yalnızlıkla. Peki yalnızlık ne zaman?
Elim tanıdık bir dehşetle telefona gidiyor. Karşı taraf kalıcı servis dışı olduğunu söylüyor. Ben inanmıyorum. Pencereden baktığımda yine ' gece geçen gemiler' i görüyorum. Sessiz...“ sessizlikte insann zihinsel halleri büyüyüp korkunçlaşır, ama ardından gelen o dipteki, ürkütücü zamanlara değer"..

Biliyor muydun:
Burada hiç ayna yok. Burada hiç lamba yok. Burada hiç perde yok. Burada hiç anne yok.
İyi geceler ( dedim).

Tam hastabakıcıyı çağıracaktım ki; başucumda olduğunu farkettim.Okaliptus banyosu saatiniz geldi ( dedi ) .
Ama, daha 5 çayımı içmedim ki ?( dedim).

@bizet

foto: umayumay


Gece / Psikaytri Kliniği / 7649803 no'lu oda / iç
------------------------------------------------

Şöyle oldu:

Kendimi ç i z m e ye başladığım kağıdın gerisinde bir yerlerde beliren karanlığı yakalamak istediğimde kalemimle; ortada, yaşlı - görmüş geçirmiş yaşlı bir çınarın kalın, ağlayan gövdesi belirmeye başladı. Pencereden baktığımda 'gece geçen gemiler'i gördüm yine. Kırılgan, sessiz ve karanlık.Hemen arkasında başımın; gözlerim dalgın, omuzlarım düşmüş biraz, bedenim şaşkın, göğüs hizamda sıralanmış bir takım numaralar, hiç görmediğim fotoğrafı sabıka kaydımın, bir çığlık duydum da - başladım ç i z m e ye - kendimi.

Ter içinde uyandım. Ç i z m e ler ayağımdaydı. Hastabakıcıya kağıt ve kalem getirmesini söyledim.

9 Temmuz 2010 Cuma

@s

foto: umayumay


61- Suzan'ın evi / iç / akşamüstü

---------------------------------

Suzan çay getirirken Ozan ve İdil camdan bakarlar.

Ozan
- Bak! Rus gemisi geçiyor. Ne kadar büyük.

İdil
- Kocaman bir balinaya benziyor.

Ozan
- Kapkara bir balina. Ama bu balinadan büyük di mi?

İdil
( yüzü yavaşça değişir )
- Büyük..gemiler balinalardan büyük olur.

( ellerini yüzüne kapatır )
Ozan
- Ama su fışkırtmazlar.
...

Suzan
- Çay hazır. Gelin.

Sis / Zülfü Livaneli / 1989

@h

foto: umayuamay

Gece / Psikiyatri Kliniği / 7895643 no'lu oda / iç
------------------------------------------------------------------
Şöyle oldu :
Tersine döndü her şey. Sütlü Nuriye tatlısı gibi erkenden biten tepsilerden biri sanki. Uzun ve yorucu yolculuktan sonra tam güneşi ve denizi düşlerken aniden bastıran yağmur. Antep fıstığının bir türlü açılmaz kabuğu. Patlamış mısır tenceresinde patlamayan mısır taneleri. Kat otoparklarında dönüp dönüp bir türlü bulunamayan boş alan. Kitapların sırtlarındaki bir aşağıdan yukarı, bir yukarıdan aşağı değişen isimler. Rahatsız etmeyin işaretine rağmen sabahın köründe temizlik için kapı tıklatan kat görevlisi. Çalmayan çalar saat. Tersine döndü, tersine..( dedim).…
.......
Günümüzde zenginliğin sözünü etmek saçma bir şey. Zengin adam kalmadı artık. Zengin olmayı kafasına koymuş birisine rastlarsam, hemen şu öğüdü vermek isterim ona: Parayla ilgilenme. Kendini işine ver. Bir sanatçı eserini yaratırken o eserin kaç para getireceğini nasıl düşünmezse, sen de öyle yap, yalnız işini düşün diyeceğim. Ben fabrikalarımı (!) birer sanat eseri olarak görürüm. Getirdikleri para hiç önemli değildir. Önemli olan şey yaratabilmektir. Kalıcı bir şey..Hayat ancak yarattığın şeylerle var olur ( dedim ).

- Yaz (dedim) küçük kıza - yaz, yazmalısın. Hiç kimse okumasa da benim için yazmalısın.

- Doğru söylüyorsun-uz ama herkes de kalıcı bir şey yaratamaz ki ( dedi ).…düğmeye bastım, hastabakıcıyı çağırdım.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

@a

foto: umayumay

Herkes kendince bir yoruma varıyor: “ Devrimci dediğin sevda ateşine mi yanarmış !” diyor-lar. Demek ki bu da benim eksik yönüm. Bir türlü yenemediğim engelim. “ Soluk almadan yaşa !” denir mi hiç insana? Sevmek soluk almak gibi bir şey benim için…Aşık olmayan, bir bok olamaz. Sevdiğim, saydığım bütün büyük insanlar aşık oldular. Aşıktılar. Öyle halk aşığı değil, soyut anlamda veya genel olarak vs. vs. falan değil. Etiyle, kemiğiyle, ruhuyla gerçekten bir k a d ı n a aşıktılar. Üstadlarıma, hiç olmazsa bu hususta benzediğim için kendimle övünüyorum. Böyle başıboş dolaşırken daha çok inandım sevdanın gücüne. Bu koşullarda güçlü kalmak kolay değil. Koklamak yasak, yazdığım mektubun zarfını kapatmak yasak. Zarfı yırtılmamış mektup almak yasak. Sevmek, düşünmek, anlamak…yasak. Daha da nice yasaklar sıralanır sayarsak !


Yani özetle aşık olmak zor zenaat ! Olsun varsın !


"ben bir insan..."

6 Temmuz 2010 Salı

@a

foto: umayumay


Benim yaldızlı dizelerim yok. Diz çökünce acıyan dizlerim var. Kimse önümde diz çökmedi bugüne kadar. Kimse bana o kadar değer vermedi. Cebimdeki sümüklü mendiller bile daha çok merhamet gördü benden. En azından ucundan tutulup çöpe atıldılar.Beni kimse çöpe de atmadı. Kıyamadığından değil. Layık görmedi, yokmuşum gibi davranmak işlerine geldi. Yokmuşum gibi olmak benim de işime geldi o zamanlar. Yokken yaşamazsın, yokken yürümezsin, yokken düşünmezsin, yokken düşmezsin. Düştüm ben. Beynimin üstüne geldim. Atladığım katta kadınlar hamamı vardı. Herkes çıplaktı. O zaman atladım işte; yoktan var olmuştum ama ne yapmak için?
İçim rahat etmedi.

Ben de gittim... söküklerimi diktim?

4 Temmuz 2010 Pazar

f o l

f o l / 0431 / tual üzerine akrilik / 70x70 cm. / 2010 / s.taytak

"hangi kapıdan girsek bir üçgen kuruyoruz seninle ikimiz sığamıyoruz bu odaya, bir f o l düşlemek gerekiyor kesintisiz ötekine. Uzaktaki bir dost, yakındaki bir eşya, içimdeki kangren yaklaştırıyor kafandaki duvarı kafamdaki duvara: ne yapsak toplanıyor, benden çıkartıyoruz bağrımızdaki seni. Le rouge et le noir: aradaki romans farkı bu. Üşenmesek yakmaya sobayı, bir çay demleyebilsek uzun kıvrak geceye, huysuz uykusuz sevinebilsek ikimizde azalan kırbaçsı yalnızlığa... şimdi kar yağsa, üşüyorum desem, eldivenim atkım olur musun?"


E.Batur'dan

@v

foto: umayumay

Kapı ardına kadar açık (mıydı) tı. Yosun tutmuş nemli duvarları ve merdivenleri kovalayarak çıktık (mı). Viyolonselin sesi daha da yükseldi(mi). Posta kutusu bile olmayan bu fenerin içinde ışık olduk, aydınlandık (mı). Dalgalar susana kadar - dalgalar susana kadar - dalgalar susana kadar. Fenerin ışığı sabah söner de, dalgalar susar mı hiç?..

Ne dersin? .

2 Temmuz 2010 Cuma

s

foto: umayumay

- Sana bu öyküleri anlattıktan sonra tamamen boşalmış hissediyorum kendimi. Bu öyküler benim sırrım, anlıyor musun ?

- Ne olmuş yani ?

- Yapma Lütfen ; ' Bunu başkalarına anlatma…' demek istemiyorum.

- Tamam. Ancak, senin sırların şimdi benim de oldu; benden bir parça – ve diğer sırlarıma nasıl yaklaşıyorsam, onun için de aynı şey geçerli. Gerektiğinde tasarruf hakkımı kullanırım. Ve o zaman bir başkasının sırrı olur.

- Haklısın. Sırlar dolaşmalı

y a n

Can' larımız yandı. Hepimiz yandık !
02 / Temmuz /1993