30 Haziran 2011 Perşembe

m u a m m a l ı / h u m m a l ı

fotograf: umayumay


" Bir insanı tanımaktır... iki söz etsen az - on kitap yazsan olmaz - bin resim yapsan zor" (dedi).

Baş döndüren dipdiri bir yıllanmışlığın, küçücük bir mantarın poleninde yaşayan dev kraliçesi.

...

" Müziğini dinle/yeme/dim... bir kulağa fısıldar gibi - defalarca okudum bu sözleri - bu müzik yetti bana" (dedim).
.

23 Haziran 2011 Perşembe

m a s a l m a s a l m a t a t a r

fotograf: umayumay


...ooo.. o kadar uzun zamandır, o kadar sıkı tutunmuşum ki hayatım olmayan şeye, uyanınca bana sadece bir büyük kara bulut kalır diye dehşete kapıldım. Solgun, belirsiz bir sabahla karşı karşıya, önümde duran yumurtaya bakar ve öyle kalırım. aynalardan müteşekkil bir odada yaşamaya bu kadar alışmışken, tek yönlü bir hayatın içinde, olmayan bir şeyin karanlığını dağıtacak kuvveti nereden bulacaktım?
Öyle olmadı. uyandığımda bir hastalıktan kalkar gibi hafiflemiş, takatsiz ve unutkandım. Her şey tıpkı oldukları halde karşıma çıktılar. Bütün diğer ihtimallerden arınmış, tek, tastamam. Doğruluğu için bence bu yeterli kanıttır. Bütün diğer hayatlara beni içlerinden geçirdikleri için teşekkür ederim. Artık bir hikayenin kahramanı olamam belki ama figüranı olabilirim. İnsanlar ve zamanlarla ilgili güzel ve yanlış bir hikayenin…
Elveda sarhoşluk gibi kaypak suretlerimiz. Günaydın.

.

v ( b ) ı r a k k !



" ... her neyse ben kurbağa değilim.

Aslında kurbağayım. Kabul ettim on-lar-dan ayrılıp kendimle bir süre baş başa kalıp hesaplaştıktan sonra. Evet ben vırak vırak bir kurbağayım. Bataklıkta çamurda yaşarım. Sinek yer siğil atarım. Vıcık vıcıkım. Bunca öpülmüş olmasaydım prens düşlerimi sürdürebilirdim.

Ama öpüldüm öpüldüm hala kurbağa kaldım. Demek ki ben gerçekten, su götürmez bir şekilde kurbağayım. Bir ara birileri prens sandı ama çabuk aydı. Çünkü iki oda bir salon, penceresi göğe değil, tıpkısının aynısı başka saraylara açılan sarayımıza vardığımızda, beyaz atımdan inip, tahtıma kuruldum ama birden vırakladım. Bu bir kereye mahsus olsa neyse. Epeyce sürdü böyle. Ben her seferinde bataklığıma fırlatılıp atıldım. Sonra birileri yine geldi. Yine öptü. Yine sandı. Yine saraylara varıldı. Yine vırakladım. Bir değil, on değil. Ehh ömrü de yarıladım artık. Sağolsun Duygu hazretleri. Yoksa insan olduğuma dair bir yanılsama içinde ömrümün diğer yarısını da; niye anlaşılamıyorum diye kaygılı ve kırgın denemelerle, ve her seferinde daha gür vıraklamalarla harcayacaktım."
.

20 Haziran 2011 Pazartesi

e t ü d



Şöyle/mi oldu/mu:

Zayıf düşmüştüm. Güçsüz. Sence sevilmek, bence zedelenmekten. Parçalarımın kime faydası dokunabilir? Kendimden başka şey olmak zorunda bırakmayan kuvvetli birinin yanından ayrıldığımda, yığılmak üzere olduğumu fark ediyordum. Oksijeni kısıtlı herkes gibi, asgari nefes ve hareketle yapabileceğimin en fazlası, hayatta kalmaktı. Halbuki pek çok ihtimal bana hazırdı: her şeyi yerli yerinde bir yaşam, bonus olarak sevilmelerden hangisini seçersem o, istersem üçü bir arada. Ne istediğini bilen biri, daha ne isteyebilir? Tek yapmam gereken ayakta kalmak, bir tebessüm ‘evet’ manasında, yumruğumu sıkmayı bırakmak, hepsi bu kadarcık. Ben kendi zorluğuma dayanamazken, ‘bak zorluğu sevenler de varmış’ diye gülümsüyordu güçlü-kuvvetli insanlar. Bu çılgın kalabalıkta, bu oburlukta. Bak herkes nasıl paralıyor kendilerini, böyle sabırla bakılmak inan ki ikramiyedir. Ama ben yığılmak üzereydim.

Gözlerimi yumdum ama uyumadım. Sabaha karşı çiğ(l)le kaplanmıştı üzerim,üşüyordum. Nasıl düştüysem öyle, ama bir şey değişmişti sanki.Yüz kaplan gücündeyim. Yeryüzü ve gökyüzü dinleyin; istesem uçabilirim. hızla, çok yükseklere. Yapraklar ve omuzlar ve gece ışıklarına bu mucizeyi söyler, herkesi iyileştiririm. Bütün ihtimaller geride kaldı. Etrafta ne görüyorsan bunun için oldular. İçimden ılık bir şey akıyor. Yeryüzü ve gökyüzü anlatın: insanlar mucizeye inansınlar. Islak, serin, uzak ve hüzünbaz bir deniz fenerinde kımıltısızım.

............

- Çok parlağım, çok açım müteşekkirim ( dedim ).

- Şaraptandır (dedi)

- .....

.

18 Haziran 2011 Cumartesi

b a



Öğleden sonra / Bir çalışma ofisinde büyük toplantı masası
--------------------------------------------------------------------------------

Bizimki ve birkaç kişi hararetli bir toplantının ortasındayken masadaki dahili telefon çalar.

- Efendim.

- Kim ? Nerden ? Peki bağla bakalım. Afedersiniz beyler. ...

- Efendim. Evet benim, evet…ne…ne zaman?.. Evet babamdı. Ne zaman defnettiniz?.. Peki siz neyi oluyorsunuz?.

........

Aynı gün/ Akşamüzeri / Deniz kenarı

-------------------------------------------

Çakıl taşları sesleriyle arkadan yaklaşan garson çocuk. Elindeki tepside rakı dolu kadeh, yeşil erik tabağı. Rölantide çalışan Toros araba, kapısı açık. Adama ürkerek:


- Bu üçüncü efendim… Siz gerçekten iyi misiniz? Arabanız hala çalışıyor ve kapısı da açık.



- Ha ?. Ne kadar oldu buraya geleli ?


- Yaklaşık iki saat.


- Yalnız mı geldim ?

- Elbette. ( Garson şaşkın ayrılırken, adam kontağı kapatması için işaret eder.)

........


Çok zaman sonra bir sabah / Çengelköy / Çınaraltı kahvesi

---------------------------------------------------------------------

Adam, annesi, simit, çay, kaşar peyniri, gazeteler.

- Biliyor musun oğlum her yer, her şey değişmiş bu fırının simitleri hiç değişmemiş.

- Nerden biliyorsun anne?

- Çok ilginç. Tam burada ya da yan sokaklardan birindeydi evimiz. Ve sen bu çakıltaşlarıyla dolu sahilde üç tekerlekli bisikletini sürmeye çalışırdındüşe kalka. Fotoğrafın bile vardı ama kimbilir ne oldu?

- …..!

- Yıllar sonra; sen kalk gel Çengelköy’e taşın ve ben seni görmeye geleyim ve sen de beni buraya getir.

- Nedir peki bu anne?

- Bilmem ki oğlum..bilsem?

..........

Gündüz / Fatih Mezarlıklar Müdürlüğü

---------------------------------------------

Soğuk, kasvetli odalardan biri. Arşiv klasörlerinin ardından başı örtülü bir memure:

- Hangi mezarlığa defnedilmişti merhum?

- …………..!

- Tam ölüm tarihini söyleyebilir misiniz?

- ……………!

( Sinirlenerek )

- Mezarını aradığınız kişi gerçekten sizin babanız mı?

- ……………….!

Odadaki diğer çalışanlar işlerini bırakıp adama yoğunlaşırlar. Bizimki hızla çıkar odadan.. binadan. Yeni başlayan yağmur daha da şiddetlenir. Arabada yanındakiyle hiç konuşmadan yoğun trafiğe karışır.

Şehrin bütün reklam panolarında ; ‘ B a b a l a r G ü n ü ‘ için ışıltılı reklam sloganları vardır. .
.

17 Haziran 2011 Cuma

MR

" Hiçbirşeyi yenmeye ihtiyacımız yok belki. Nerden çıktı bu mucadele, ilk kim başlattı. Bedenim, beni bana gosteriyor tekrar tekrar. Ben; bedenimden öte aslında, ama bedenimin içinde. Görmek istemeyince irileşiyor, ağrıyor, kist oluyor her soru."

Yazı, sadece birşeyleri birleştiriyor..Yoksa; 'vajinismusla evlenen tecavüzcü' ye düğününde çeyrek altın takmıyor..

.

16 Haziran 2011 Perşembe

ç i l



" Sevinç özlem ve kahkaha kâh sevginin özü kâh ince bir çizgide bekleyiş aldan aka giden bir yolda kızıla uğrayanların evi alev tutsağı bir al yürek rüyasında gördüğü yoka kayarken otun odla seviştiği külün kanla buluştuğu etin canla kolay kanma kurumuş otların anımsadığı uzun yeşil sızlayan beynimin ucundan sızan acı kan usumda tutuşan bağın ucundaki kor tutsan uçuşan bir an dokunsan tozdan dokunmuş bir halı en kızıl hâli kâh tatlı kâh buruk bir şarap boğazında öfkenin düğümleri kütüğü kayıp bir soy seninkisi yangından arda kalan kalemle yaz sen korkma yaz kömür kalsın izi olsun bulaşsın sular aksın dudakların bulsun aşksın dudaklarının aralandığı anki beyazsın birsin renklerin dirildiği bu döngüde kâh özlem kâh sevinç..."

.. çok çok çok.. art art art.. art ki; ölem.
.

14 Haziran 2011 Salı

parvum pes barathrum grande



fotoğraf: umayumay

" Alkolü bir geçe ayakkabısı ayağından çıktı. Camdan olanları giymemişti.
Belli bir saatten sonra canını acıtıyordu. Meyhanedeki kurbağaların hiçbiri prens çıkmadı, hepsini öptü..Masama geldi, ben de teselli olarak k a b a k tatlısı ısmarladım."
.

masumiyetmüzesigecebekçisinotlarından

...dünya’ya gelinmesi son seçenek olmalı hayatlarda. Başka bir ortam, belki sessiz. İçinde bulunduğun sıvı dolu balonda kalmayı tercih edebilmeli yenidoğacak yenidoğan olmadan önce. O kısa, bacaklarımızı karnımıza çekerek yaşadığımız ve sıvı soluduğumuz süre ömrümüz ve hava solumaya başladığımız an da cehennem azabımızın başlangıcı. Sonra sen büyürsün azap büyür, herkes kendi acısıyla başbaşadır aslında. Taziyeler, anlıyorumlar da, yalan. ' Kimse kimseyle bedenini, aşkını, sümüğünü, ekmeğini paylaşmasın, herkesin sıvıları kendinde kalsın yasası' çıkarılsa; ne gerek var aşk meşk çığlıkları atarak çoğalmaya. Çoğalınca, kopan yerin kendini tamir etmez.
...
- Sen benim yüreğimsin. Bir daha asla çarpmıyor diye şüphe etmeyeceğim.. ..çünkü, yürek; bir yangın ormanıdır.

- Bunu sana kim dedi?

- K

- K, kim?

- Kim' in K' sı.

- ...

13 Haziran 2011 Pazartesi

a / s e n k r o n



Görüntünün arkasına gizlendiği saatlerde, düşleri küçük film kareleri gibi oluşuyordu aslında. Ve o, gecesinin üstüne örtüsünü çekti acımasızca. Bir çalar saat sesi son duraktı. Hangisi önce gelmişti dünyaya ? Düşleri mi ovulmuştu ? Bir ayyaş misali o muydu bir tekmeyle kendini üç boyutlu görüntülerde bulan. Nesnesinin ihanetini hiç affetmedi. Onu da alıp gittiği düşler ülkesinde, her rastladığına çalar saatinin ihanetini anlattı durdu ..................)
.

s a n / d ı k

fotoğraf: umayumay



Alkolümüzü, fizik, kimya ve matematiğimizi, kolesterolümüzü, açlık kan şekerimizi, zekamızı ölçme ve değerlendirmeye tabi tutabilirsiniz. Seçme ve seçilme sonuçlarımızı, daha tüm sandıkların açılması bitmeden yüzde doksan dokuz doğrulukla bildirebilirsiniz.

Nasıl kurbağa deneyimlemeyi size bıraktıksa, siz de; sevme ve sevilme sonuçlarını bize bırakınız.. ama biliyoruz ki ne söylesek dinlemeyeceksiniz.

hıh ?..
.

12 Haziran 2011 Pazar

h e t e r o

fotoğraf: umayumay


Seviştik... Yarısı insan yarısı at gibi. Bir yanım güney yarı kürede.. yazdı - yandı. Bir yanım kuzey yarım kürede.. buzdu - dondu.

Müziştik... Kırk tas nota ile ruhumuzu kırkladık. Birinci sesten gelen sıcak, ikinci sesten gelen soğukla kurnaları ılıştırdık. Şarkıların göbektaşında aklandık. Yattığımız göbekler taş oldu, kendi kuyruğumuz etrafında dolandık bir süre. Gençliğimizin sıvılarını harcadık gazyağı kuyruklarında. İnsanlığımız atık su vergisi halinde fatura edildi.

Gitarların tınısı yaralarımıza kabuk bağlattı. Acıyan bacak aralarımıza sol anahtarları ile pan-sol-man yaptık. Herkes kendi kuyruğunu kıstırdı bacak aralarına. Kuyu gibi gözler birbiri içinde karanlıkta kayboldu ve kimse kimseyle göz göze gelmedi, ölmek için kuyruğa girdiğimizde.
Boşanma sonrası flörtü başladı sesler arasında. İkinci ses boynuna doladı kollarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, yatağa itti ikinci sesi. İkinci ses hareketsiz kalamadı. ...maldı.
Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş sancısı (gibi) yardı karnımızı. Ağır bir anestezi altında sezaryenle alındı üstüste boşalmalarımız.
İkinci ses boynuna doladı bacaklarını birinci sesin. Birinci ses dayanamadı, kendini itti içeri. İkinci ses inledi, hareketsiz kalamadı. Boşaldı.
Boş bir banyoya koştuğumuzda stereo yıkadık stereo atkı-çözgü işlenmiş bedenlerimizi. O andan itibaren hiç bu kadar temiz olmayacaktık. Döktüğümüz şampuan kezzaplı sudan ibaret alıp götürmüştü derimizi. Üzerinde boş (alınmadık) yer kalmayan derimiz bir müzede sergilenmek üzere yetkililere teslim edildi.

Şarkılar bitti. Acıdan doğduk yeniden; sarmaş dolaş ayrılıklarımız, kan revan içindeki dostluklarımız, yüzümüzdeki uykulu başarısız intihar girişimcileri bakışı.
Gençliğimiz ve insanlığımız gözyaşları içinde geri dönüşümsüz atık su tesislerine aktı gitti.

Artık tüm vergilerden muaftık...

2 Haziran 2011 Perşembe

a n i m a l s y m b o l i c u m

fotoğraf: umayumay




" ... ne demezsen de. Bir anlam jeneratörü olarak hayata inanmıyorum. Hafızamı yenmenin tek bir yolu var, varoluş ıstırabına yegane deva. Bugün benim teslimiyet günüm. Cesaret ve yemin. Arızalı egomun ayarıyla uğraşmaktansa, önündeki koca tomruğa bakan marangoz kadar hırs ve ağırbaşlılık içinde, en iyi yapabildiğimi yapacağım. Sözcükler birleştiler mi ilk defa ve masum, onlar her şeyi halledecekler. Bugün, bilmem kaç Mayıs 2031, darmadağınık bir odada, p’ leri basmayan toplaptopla savaşım başlıyor. Karnımda beni gebertmek için kımıldanan canavarlarla, mediokritenin sinsi kemirgenleriyle, gündelik yaşamın atik neferleriyle kahramanca dövüşeceğim. Kan kusup “bütün gün ne yapıyorsun?” diye soranlara “kızılcık şerbeti” diye cevap vereceğim. Hikayenin hayata karşı zafer bayrağını dikene kadar pes etmeyeceğim, asla vasata teslim olmayacağım. Bu arada; yakamda erekte bir kırmızı karanfil olacak... karşılaşırsak el sallarım. Söz."