31 Mayıs 2011 Salı

i s l i m



Gözün kamaştığı an yoksun . Pusula bozuk , dümen kırık .

Hangi deniz bu... hangi fener?
.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

d i j i t a l m a n i p ü l a s y o n


fotoğraf: umayumay


Uzun süredir uykuda olan piksel zengini telefonumun ekranına, bilinmeyen bir numaradan bilinmeyen bir not düştü.
' bana aşkı tek kelimede anlat..'. ' Cezmi dururken neden ben..' diyecek oldum ikinci mesaj düştü ekrana. '.. sevgili başak !'. ' Yanlış numaraya yönderilmişsiniz' diye yanıtlamaya hazırlanırken başak karakter özellikleri hareket geçti. Görev, sorumluluk, yardımlaşma, nezaket explorer dosyaları birbiri ardına açıldı. İçimdeki kullanılmayan masaüstü ögeleri tazelendi, küsmüş geri dönüşüm kutusunun gönlü alındı. Eh.. ben de nereye gideceği belli günahı da göndererek parmaklarımı hareketlendirdim, o bilinmeyen numaranın eşgaline; önce ' aşk bir ruh disiplini ' diyecek oldum, kekremsi geldi. ' Hummalı hissi aşkının sönmedi, silinmedi. Sadece; katı, köşeli durumlara dayanamayan kalbim, yuvarlak bir yalnızlığa bürüdü beni. Yoo yakınmıyorum artık. İçimde kuş ve çırpıntıdan çok, gökyüzü ve toprağı barındıran sonsuz bir ağaç var çünkü' diye yazmaya karar verdim, içimdeki huysuz adam itiraz ett. ' Şöyle yaz !' diye buyurdu. İtirazsız kabul ettim:

" Neredeyse ufuk çizgisine koşut tırmanan, gittikçe incelerek silikleşen, bir türlü tepeye varamayan, etrafını kuru otlar bürümüş, hiç yolcusu olmayan, yer yer de kesişen patikalara bakıp aşk’ı düşündüm bu sabah, tuhaf…"

28 Mayıs 2011 Cumartesi

i n t i m

fotoğraf: umayumay


" ..ah, hep şu aç gözlerimizden içimize akan kan - arzularin imgeleri - iştahimizi kabartan - aşk'ın en aç halinde aşırı iştahımızın köpek dişleridir saplanan etimize - kör olsaydim tenim mi üstlenecekti şehvetimin kırbacı rolünü - gözlerimin yerine? - .. ah açlığımın dineceği o talihsiz an - ın beni iliklerime kadar yutmasiyla gelecek tatmin! "
.

27 Mayıs 2011 Cuma

. / . .



Rot balansım kaydı, sana çekiyorum... Bu şehir nerde biter, ötekisi nerde başlar.

B e n n e r d e b i t e r i m , s e n n e r d e b a ş l a r s ı n ? . .
.

26 Mayıs 2011 Perşembe

d i p

fotoğraf: umayumay

Merhaba, soğuk akşam güneşinin Karadeniz 'le cilveleşmesine aldanıp başını güneşe doğru uzatan balık. Niyetin, belki küçük bir kaçamaktı bu defalık. Ama çok geç, misinanın ucundasın artık...

Yıldızların altında, İstanbul'dan merhaba ve elveda anason kokulu masum balık...



25 Mayıs 2011 Çarşamba

r e p e t e t i f

fotoğraf: umayumay



" ... denizi hiç ısınmayan şehrimde çocukken; karşılıklı iki duvara asılmış iki aynanın ortasında durmuştum bilmiyorum ne kadar süre. Seni deneyimlerken, sen de beni deneyimliyorsun... ben senin beni deneyimlemeni ve benim seni deneyimlememin sendeki yansımasını deneyimliyorum ve bu böyle sonsuza kadar gidiyor o aynalar gibi... önce ve sonra öyle çok şey var ki.

“ Olmamız gereken” birşey varsa o öyle uzak, “olmaktan korktuklarımız” ise o kadar heryerde ki.

Nereye açılacağı belirsiz derinliğinden gelen ışığı takip eder miyim ben? Ona yetişsem ve hatta dokunsam döner… teslim olur mu? teslim olabilir miyim? hikayeler hangi koşullar altında devam eder, ne zaman biterler? Bu görüntüyü dondurabilir, saatlerce bakıp kendimi kaybedebilirim. Ama dokunulmazdır.. içeri girer... an gider. Şimdi mi; şimdi sus lütfen."

16 Mayıs 2011 Pazartesi

1 1 0

fotoğraf: umayumay


" ya... harflere tapıyoruz çünkü biz hangi sözüz ki bedinimiz alev alev noktası sudur bu gidişin ya bedenim sönecek ya kelimelerim buhar ne güzeldir ki kişinin bilişin ve neticenin izidir yaşamak yaşamın izi yaş ama ak kağıtlar üzredir eriyen bedenimle yazmak daha ne olsun ne olsun ya yaşamak.."

12 Mayıs 2011 Perşembe

t u t

fotoğraf: umaumay




" T u t k i; yine yorgun sirenlerin susacağı bir gece olacaktır, insanlık hayra yoracaktır ve artık ellerinde un izi kalmış tek uygarlık doyacaktır aşka.. aşkı, pişmiş en taze mayasız hamuruna katık edip umudunu, yeni baştan yakacaktır. Kim bilir bir daha ne zaman işitecek kulaklar çığlıklarını sirenlerin.. deniz sustu, dağ kurudu, döküldü pul pul gökyüzü tırnak aralarında sıkıntılı bir bekleyişin kanamalı tortusu.. ağlamak mı gülmek mi bu histerik delikanlılık homurtusu kaldırın reddedip sizi yoran perdeleri, kapıları, duvarları sincapların koşusu sürsün bu mezarlıktaki servinin uzayan gövdesinde toprak ekşi, toprak acı, ölüm arkasında bırakarak bu tadı, bildirecek uzaklaşan ambulansların stop lambaları her gece, tek tek tek tek ve şimdi de sen, bu ten böyle parlak, susmak büyümek, susmak susmak işte beklemek sırı saklar gibi, öfkeyi salar gibi, kaldır başını, bak.. perdeleri, kapıları, duvarları sen uyurken açıksa yüreğinin ben girerim, belki sen gelirsin, bulur yolunu yatağını aşk, Aşk.. aşk bilir, ses etmez, beklemez, bırakır ve o olur ne ise suyun buharlaşması, yağmur, buzullar, ne çöl, ne çarşaftaki bir leke, bir desen, çiçek, dal, gövde, bacak, dur, sarıl, uzan, artık böylesi kalmadı, şaşkınlığını midesinden kusan akıl ah, akıl, al ve yerin yedi kat uzağına yüzükoyun uzan toprak ağzına, sessizlik kulaklarına ve gözlerine sığsın kapkarası adının sarıldığım an o çınar titrer, ben biterim köklerinde kan, köklerimde hayrat biter, akarım, akarım ah karnımda yeni baştan suyun kokusunu bilen bir siren öter yüzyıllarca yağacak kar yüzleri bir bir örter yani şimdi, şu an denilen, göz kapaklarımın, tenimin, bir nefes ile ürpermesi, tut elimi göster bu hangi zamanların viranesi. T u t / m a ."




11 Mayıs 2011 Çarşamba

t u ş





Sana ulaşmanın 053. ... .. .. yolu vardı, ulaşmamanın bir ya da iki. Kolumuzu kaldırıp, elimizi uzatıp da tek bir parmağımızın, hassasiyeti ayarlanmış dokunuşuyla karşımızdakinin gözüne kaçmış kirpiğini, gözünün akını çizmeden ustalıkla alıverebilmemizde saklı olan sır; engellediğimiz, kaynağı bir ve akraba, sonsuza duran sayıdaki tüm olası durumlar ağının ördüğü, su götürmez, hava sızdırmaz perdesinin akıl almaz bir köşeciğinde kasten yaratılmış atomik boşluktan serbest kalıp sızan biricik ve nihai davranışımızda saklı.

Hiçeşliliğin ütopik erotizmi... doyumu gereksiz kılan sonsuzluk zevki... %100 teslimiyet ve asla elde edilememe garantili arzu nesnesi - parmaklar- düşünceler olmadan parmaklar oynamaz-mış.

Öyleyse; sana bu defa, beni bulduğun yollardan gelmeyi denemeli...Hazır tuş takımları, parmakları beklerken.



...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

p e t e t e



70’ li yılların sonları. Küçük ve sakin bir kıyı kasabasında görev yapan genç bir edebiyat öğretmeni. İstanbul’da yaşayan ailesiyle konuşmak üzere, düzenli olarak her hafta sonu şehirlerarası telefon kaydı veriyor. Özellikle, tarife daha ucuza gelsin diye de geceyi tercih ediyor. İki odalı mütevazı öğretmen odasındaki tek konforu, küçük pilli radyosu ve telefonu. Kayıt verdikten saatlerce sonra telefon bağlanıyor. 4 yıl, bu böylece sürüp gidiyor. Tüm kayıtları alan da, telefonu bağlayan da hep aynı ses. Yıllarla birlikte; her ikisinin de yüzlerini hiç görmedikleri, ama seslerini duydukları tek ortak şey, telefon ahizeleri.
Günlerden bir gün, öğretmenin tayini çıkıyor, kendi memleketi İstanbul’a. Yine arıyor şehirlerarası bilmem kaçı.


Karşısında yine aynı ses:

- Aynı numara kaydı değil mi efendim ( diyor ).

Bizim ki:

- Hayır ( diyor ) bu kez telefon bağlatmak için kayıt vermeyeceğim.

- Nasıl yani ? ( diyor operatör )

- Ben yarın ayrılıyorum buradan.

- ……………..

- Teşekkür etmek için aradım sadece. Bugüne kadar tüm telefonlarımı siz bağlamıştınız. Sesinizi tanıyorum, sanırım sizden başka da nöbetçi yoktu ?

- Evet, yıllardır nöbetçi hep ben kaldım. Özellikle ve isteyerek…Hem geceleri…

- Her neyse, tekrar teşekkürler, hoşçakalın.

- Sahiden gidiyor musunuz?

- Evet.

- …………………..! ( kesik hat sesi )
.