30 Aralık 2011 Cuma

' o n i k i y e ' o n k a l a




Haklısın / haklıyım / haklılar... Hayatta bir sürü acılar çektik. Ne istediğimizi bilemedik. Bildiğimizde söyleyemedik. Söylediğimizde istemedik. Dengesiz büyükerimiz oldu, manyak öğretmenlerimiz, bir türlü en iyi arkadaşları olamadığımız en iyi arkadaşlarımız, maalesef uyum sağlayamadığımız ve maalesef mükemmel uyum sağladığımız sevgililerimiz ve telaffuzu ölümden beter eski sevgililerimiz oldu, çekilmez yöneticilerimiz ve dayanılmaz elemanlarımız oldu, ne çok insanla, olayla, düşünceyle uğraşmak zorunda kaldık. Ne çok yalan dinlemek ve söylemek zorunda kaldık. Kaybetmekten korktuk, kazanmaktan korktuk, geçmişten korktuk, gelecekten korktuk, yalnızlıktan korktuk, bağlanmaktan korktuk, sevişmekten korkuk, gitmekten korktuk, kalmaktan korktuk, unutmaktan korktuk, unutamamaktan korktuk, uçmaktan korktuk, inmekten korktuk, başkalarından korktuk, kendimizden korktuk. “ Korkma ben varım! ” demedi kimse.
Haklısın; para yok, aşk yok, değişiklik yok, rahat yok, anlamı yok. Hüzün güzel bir şarkı, ıstırabın yıkıcı hazzından vazgeçmek zor ve özlemek insana hala ölmemiş olduğunu hatırlatıyor. Ama artık bavulu toplayıp gitmek lazım yeni bir yıla / yola. İstikamet yeni bir kargaşa.
...böyleyken böyle. Bazen sadece memnun olmak lazım. Bugün, bir dilek hakkımı tuttum ve bıraktım. Sen sakın bırakma.Ben; biriken harflerimi uçan balona doldurup Keşan semalarına yolladım. 'Noel Şahsı'ndan ne dilek dileyeceğimi biliyorum artık.


Arzederim.

S.T.





j e n e r a s y o n



Düş görüyorum ve kendimi kaybediyorum. Ağır bir yorgunluk ve beni yutan kara bir ateş...

Bana baskı yapan sahte yaşam, hareketsiz devasa bir endişe...
Düş-lerini düş-lemezsem; düş-ersin, düş-erim.
(...)

29 Aralık 2011 Perşembe

k e r e m p e

fotograf: paradiso

Orada uzanmak ve hiç açmamak göz kapaklarımı; denizin tuzu, taşların arasından eserken ıslık çalan rüzgâr, adına gece dediğimiz yapış yapış bu vaktin kadim adı karanlık. Orada uzanmak ve beklemek; kabul görmenin göz yaşartan iyiliği; mutluluktan uzak, huzursuzluğa yakın. Orada uzanmak, bir resme konu olmak; romanlarda hiç geçmemiş bir kapanış cümlesinin özlemiyle başlangıcı unutmak.

28 Aralık 2011 Çarşamba

1 1 0

fotograf: umayumay

En son kalbimin ucu yandı tutuştu, bir sigara kağıdı edasıyla hiç sönmeyen retinamın en kuytularıydı yanan...

yanan bir ipte yürümek değil miydi yaşamak,
en son kalbimin ucu biliyorum yanacak.
(...)

% 1 0 0



Aynalarla dolu bir oda. Öyle ki; artık odayı aynadan, aynayı suretten, sureti özneden, özneyi arzudan ayırt etmeyi beceremezsin. O orada, kedi orada,
kendi yok.
(...)

26 Aralık 2011 Pazartesi

a n a t o m i



Gel ve dinle; her gördüğünden, bir portrenin/öykünün izini sürmeye hevesli acemi sanatkar:
…bir plazma beden olarak, var edildiğinden beri bekleyen vaatlerin, çiçeğini unutmuş, kabuğunu kurutmuş, ısırığını özlemiş bir meyvenin, davetkâr ve fakat unutkan efendinin o bildik izini sürdüm; eti toprağa çürüyen, suyu havaya buhar, bir hayalden ibaret yaşam medresesi; şehvetin neticesi, aşkların binicisi, arzunun eğitmen bedenini gördüm; damarlarından bu kocamış ağacın, bu körpe dallarına, köhne köklerden emip de zorla, isimlerini verip, cisimlerini bildirdim tek tek; bu bir mevsimlik geleceğin kozasını daracık dehlizlerden, geçmişten, esrik eziyetlerle taşıyıp, önüme yığan zamanın ruhu; yazıklanma, sen de dene, en karanlık gecelerde, kayıp ormanların kuytusunun birinde, anlam yüklü ağulu çiçeklerin bir anlığına açıverip sana göz kırpıvermesinin bir gün şahidi olabilmek için, bir belkinin peşinden gitmeye değer; değer bir günlük kelebeklerin kölesi olmaya; o vadi var olduğundan beri seni ister; bak, mavinin neşesi, alevin efendisi, örümceğin emeceği ilk kanla çökecek uykunun beklentisinden yükselen özlemin titrettiği aşk evinin ateşi, sayıklamaların terli gecesi, böceğin zehiri, umudun yangını doğuracak yarınları; yumurta, kozalak, yumru ve tohum; solgun, kuru ve suyu kaçmış, dolaşımları karışmış ilişkilerin şişmiş uru, şaşkın plasentası; ne zaman ki iki mumun aşkına bir üçüncü izin verir, onlar erir; aşk, maddenin beşinci hali…

25 Aralık 2011 Pazar

m a j i s k ü l



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 209198 no'lu oda
---------------------------------------------------------------

(not defterime)
" Poligamik aşısı vurulmuşken kısık ateşte pişiyor insan ne de olsa, hatta bazen kısık da olmuyor ateş, kavruluyorsun...bu döner sahne ikimize yeter mi acaba, yoksa dar mi gelir bize... sen öğrenebildin mi kadın beyninin kasada saklı şifresini, gizemli suların en derine akması için gerekli kombinasyonlar elinde mi...Vasatlığa katlanmak zor. Çok kesin, miniskül ayrıntılar. Dışarıdan ya çok besleniyorum ya da tamamen aç kalıyorum....renkler, dokuklar, kokular, sesler, sözler ve bütün bunların binlerce kombinasyonla bir araya gelişi. Geri dönüşü yok. Buna mecburum. Sadece ucu kımızıya boyanan harfler değil, bir de senin onlardan birini okumuş olma ihtimalin var. Bu yüzden tek tek anlattırmak isterdim kaç kere...gözlerinle görebilmek isterdim., Hepsini ayrı ayrı olabilecek bütün ihtimalleriyle canlandırdım, tekrar tekrar, defalarca. Gereksiz bilgi, hayal gücünün mamüllerine nazaran hafif, ama gene de gereksiz, boşveer.
Dedim ya benimki karmaşık kombinasyonlarla ilgili. Bu yüzden o kadar güzeldi ki çok şey. Kal ! "
(yazmıştım)
....
Yazdıklarımı okuduktan sonra panikleyen hastabakıcı acil servis butonuna bastı!. Oda; konsültasyon ekibiyle doldu.

.

23 Aralık 2011 Cuma

r a m p a

fotograf: umayumay


Psikiyatri Kliniği / Gündüz / İç / 39014 no'lu oda
----------------------------------------------------------------
" Biliyorum uyanığım, ve hala uyuduğumu da. Yaşamanın bitkinliğiyle hurdahaş olmuş eskil gövdem, vaktin hala çok erken olduğunu anlatıyor bana. Kendimi bastırıyorum. Bilmiyorum niye...
Boğucu biçimde tinsel, şeffaf bir tembellik içinde, uyku ile uyanıklık arasında, bir düşün yalnızca gölgesi olan bir düşün içinde sönüyorum. Algılarım iki dünya arasında sallanıyor ve bir göğün enginliğiyle aynı anda bir okyanusun enginliğini körlemeden görüyor; o derinlikler içiçe geçiyor, karışıyor ve artık ne kim olduğumu ne de ne düşlediğimi bilmiyorum.
Gölgelerden gebe bir rüzgar, cansız tasarılarımın külünü uyanık tarafımın üstüne savuruyor. Meçhul gökkubbeden aşağı, bunaltıdan ılınmış bir çiy düşüyor. Süreduran yoğun bir endişe içerden ruhumu yönetiyor ve rüzgarın, ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, şaşırtıcı biçimde beni değiştiriyor.
Hastalıklı ve ılık odamda, dışarıdaki göndoğumunun müjdecisi yarı aydınlık ve yarı karanlık titerişyor. Baştan aşağı durgun şaşkınlığım. Gün neden doğmalı? Günün doğacağını bilmek bana acı veriyor, ağarmak için benim çabalamam gerekecekmiş sanki.
Şaşkın bir yavaşlıkla kendimi yatıştırıyorum. Havada süzülüyorum, yarı uyanık, yarı uykulu, ve içimin ortasında bir başka gerçeklik cisimleşiyor, hiçbir yerden dışarı fırlıyor...
Geliyor -ama en yakındakini, o ılık odayı kaldırmadan- geliyor, o tuhaf orman. Algılarımın, dikkatimin açıldığı durumda, iki gerçeklik aynı anda oluşuyor, birbirine karşan iki duman sorgucu.."
.......
BuS gibi ürpererek uyandım. Pikseli yüksek telefonumun sms marifetini kullandım: Bak (dedim), derinlik beni başka derinliklerle yüzleştirir, pencerem açılır; uçsuz bucaksız ürperirirm. Birden o an, herşey hız alır: imgelem, bellek makaraları vs..
Saat kaç / masın ?

.

m ü b a l a ğ a

fol / 90x90 / tuval üzerine akrilik / s.t. / 2010


Yoktu. Yalnız kayıptı, yalnız kalmamıştı, tezgahta tedavülden kalktı dediler, uyan/a/maz artık (dedi) uzaktan bir ses.. artık aydınlık 'yalnız' dediler… Karanlığa ne olmuştu peki? Cesareti eline geçirip esareti yenmiş ve zafer naralarıyla beslenen bir nefes mi oluvermişti ? … Sezgilerimi yokladım. Onlar da; yalnızlığı-n, yalnız olduğunu ama yok olduğunu fısıldadılar. Kayıptı, aramak gereksizdi..
'Resimli' ilan vermeliydi; 'yalnızlığımı kaybettim'... bulan ?

21 Aralık 2011 Çarşamba

m ü n a z a r a

tuval üzerine akrilik / 30x30 cm. / 2010 / s.t.
http://www.sanatgezgini.com/artistdetay-1322311279-semihtaytak-1.html


Diyorum ki, böyle kalsak. Tuvaldeki gibi. Kucakkucağa, yüzyüze, kaburgakaburgaya, kenetlenmiş…

İki parçalı ve sadece ikisi böyle birleştiklerinde ifade bulan puzzle olarak.

Türkçesi yap-boz. Biz bozmasak; bulunmuş bir bulmaca olsak, böyle kalsak?

(...)

20 Aralık 2011 Salı

p u d r a



Ne zaman, nereye açılacağı belirsiz derinliğinden gelen ışığı takip eder miyim ben? Ona yetişsem ve hatta dokunsam döner… teslim olur mu? Teslim olabilir mi-yim? Hikayeler hangi koşullar altında devam eder, ne zaman biterler? Bu görüntüyü dondurabilir, saatlerce bakıp kendimi kaybedebilirim. Ama dokunulmazdır. İçeri girer. An gider.
Arzu gerçeklikte bir yara ve nasıl arzu edeceğimizi fena halde öğrendik (ya) filmlerden. Şimdi ne olacak dersin? şimdi sus lütfen.

19 Aralık 2011 Pazartesi

b i l d i r - i






Bildir-me:

Ergen için beden, en tanıdık olan yabancıdır. (…) Emin bir yuva mıdır beden? Güvenilir midir? Farklı birtakım bağlılıkları var mıdır bedenin? Neleri vaat eder ve neden bazı şeyleri reddeder?


Bildir-meme:
O halde bir beden; içine kapatılmış, hapsedilmiş gibi duran bir mahremiyetin belirtisi ise, bu bedenin ten olmasındadır (…) Ten, ağırlık taşımaktan ve kımıldatmaktan başka, bir şeyler anlatır, “ anlatım “ dır.

18 Aralık 2011 Pazar

i z



Bazen bir köşede, siyah beyaz bir fotoğraf bulursun.
Bir saniye bakarsın, otuz yıl geçer. Zaten otuz yıl, bir saniyede geçmiştir.

(...)

17 Aralık 2011 Cumartesi

k o z



Söylesene; nasıl böyle his felci olduk biz?. Eskiden kalbini teslim edenin bu 'yarışta galip geldiğini', zaten yolda düşüp kalacak olsak bile başka türlüsünün mümkün olmadığını biliyorduk.

Kördük de gözlerimiz mi açıldı dersin, yoksa kalben emekli mi olduk?.

(...)

16 Aralık 2011 Cuma

r u t i n

fotograf: iv


...kapılar, bacakların gibi ardına kadar açıktılar... kuytu bir köşedeki bir mağaranın hazırlıksız ev sahipliği, yosun tutmuş, nemli duvarları ve eşiğinden, bir adım gerisinde davetsiz bir misafir...
posta kutusu bile olmayan bu mabetin önünde, uzun uzun içeriden gelen buğulu kokusunda durup bekledim...
koyu bir muhabbete iştahın olmadığından...kaybettiğin mektuplarını bırakıp gittim…

r e p l i k a

fotograf: antoni georgiev

Psikiyatri Kliniği / Gce / Gündüz / İç / 890897 no'lu oda
--------------------------------------------------------------------------
Bir kurbağa mıyım (yoksa) diye sordum/soruyordum kendime.
Aslında kurbağayım. Kabul ettim on-lar-dan ayrılıp kendimle bir süre baş başa kalıp hesaplaştıktan sonra. Evet ben 'vırak vırak' bir kurbağayım. Bataklıkta çamurda yaşarım. Sinek yer siğil atarım. Vıcık vıcıkım. Bunca öpülmüş olmasaydım prens düşlerimi sürdürebilirdim. Ama, öpüldüm öpüldüm hala kurbağa kaldım. Demek ki ben gerçekten, su götürmez bir şekilde kurbağayım. Bir ara birileri prens sandı ama çabuk aydı. Çünkü iki oda bir salon, penceresi göğe değil, tıpkısının aynısı başka saraylara açılan sarayımıza vardığımızda, beyaz atımdan inip, tahtıma kuruldum ama birden vırakladım. Bu bir kereye mahsus olsa neyse. Epeyce sürdü böyle. Ben her seferinde bataklığıma fırlatılıp atıldım. Sonra birileri yine geldi. Yine öptü. Yine sandı. Yine saraylara varıldı. Yine vırakladım. Bir değil, on değil. Ehh ömrüde yarıladım artık. Sağolsun 'duygu hazretleri'. Yoksa insan olduğuma dair bir yanılsama içinde ömrümün diğer yarısını da niye anlaşılamıyorum diye kaygılı ve kırgın denemelerle, ve her seferinde daha gür vıraklamalarla harcayacaktım.
........
Su içinde uyandım. Fosfor yeşili keten önlüklü hastabakıcım başucumda: - Anlaşılan uzun bir süre daha burdasınız (dedi).
Vırak!! (dedim içimden)

.

15 Aralık 2011 Perşembe

p a r a n t e z



Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 674563 no'lu oda
---------------------------------------------------------------
Şöyle/mi - oldu/mu:
Zayıf düşmüştüm. Güçsüz. Sence sevilmek, bence zedelenmekten. Parçalarımın kime faydası dokunabilir? Kendimden başka şey olmak zorunda bırakmayan kuvvetli birinin yanından ayrıldığımda, yığılmak üzere olduğumu fark ediyordum. Oksijeni kısıtlı herkes gibi, asgari nefes ve hareketle yapabileceğimin en fazlası, hayatta kalmaktı. Halbuki pek çok ihtimal bana hazırdı: her şeyi yerli yerinde bir yaşam, bonus olarak sevilmelerden hangisini seçersem o, istersem üçü bir arada. Ne istediğini bilen biri, daha ne isteyebilir? Tek yapmam gereken ayakta kalmak, bir tebessüm ‘evet’ manasında, yumruğumu sıkmayı bırakmak, hepsi bu kadarcık. Ben kendi zorluğuma dayanamazken, ‘bak zorluğu sevenler de varmış’ diye gülümsüyordu güçlü-kuvvetli insanlar. Bu çılgın kalabalıkta, bu oburlukta. Bak herkes nasıl paralıyor kendilerini, böyle sabırla bakılmak inan ki ikramiyedir. Ama ben yığılmak üzereydim.

Gözlerimi yumdum ama uyumadım. Sabaha karşı çiyle kaplanmıştı üzerim, üşüyordum. Nasıl düştüysem öyle, ama bir şey değişmişti sanki. Yüz kaplan gücündeyim. İstesem uçabilirim. hızla, çok yükseklere. Yapraklar ve omuzlar ve gece ışıklarına bu mucizeyi söyler, herkesi iyileştiririm. Bütün ihtimaller geride kaldı. Etrafta ne görüyorsan bunun için oldular. İçimden ılık bir şey akıyor. Yeryüzü ve gökyüzü anlatın: insanlar mucizeye inansınlar. Islak, serin, uzak ve hüzünbaz bir deniz fenerinde kımıltısızım.
.........
Çok parlağım, çok açığım, müteşekkirim (dedim ).
- Şaraptandır (dedi)

- (...)

.

12 Aralık 2011 Pazartesi

3 . 1 4

mihrimah / 90x90 / tuval üzerine akrilik / 2010 / s.t.

Ben sana pervaneyim. Aynadan baktığında göremediğin tek göz benim.

Ayın etrafında döndüğü dünya, dünyanın etrafında döndüğü güneş benim.

Yuvarlağın hiç ulaşamadığı merkez noktası, merkezde sonsuz sayıda kesişerek yuvarlağı oluşturan her çap benim.

Pi sayısı kadarım. Sınırsızım, hiçim. İhtirasım, tuğlalarım.

Sevincim, kiremitim.

Hiçbir zamam bitiril-e-memiş 'r e s i m l e r'deki siyahlar, ya da renklerim.

.

10 Aralık 2011 Cumartesi

p u s u



Ey, tenin yenilgilerinden esas çıkar sağlayan 'ruh'. Tenin sırtından zenginleşen de, teni talan eden de, acılarına sevinen de, haydutlukla geçinen de sensin. Hiçbir dilde 'sen'den daha müstehcen kelime yok-tur.

Geldiysen üç defa kapıya vur!

(...)

9 Aralık 2011 Cuma

p e n t i m e n to







Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 895643 no'lu oda


---------------------------------------------------------------


Uzun süredir uykuda olan piksel zengini telefonumun ekranına, bilinmeyen bir numaradan bilinmeyen bir not düştü.
' bana aşkı tek kelimede anlat..'. Haydaaa! kaba kaçacağını düşünerek haydiii! demişim farkında olmadan.' Cezmi (Ersöz) dururken neden ben..' diyecek oldum ikinci mesaj düştü ekrana. '..lütfen sevgili başak'.... Yanlış numaraya yönderilmişsiniz diye yanıtlamaya hazırlanırken 'başak' karakter özellikleri hareket geçti. Görev, sorumluluk, yardımlaşma, nezaket dosyaları birbiri ardına açıldı. İçimdeki kullanılmayan masaüstü ögeleri tazelendi, küsmüş geri dönüşüm kutusunun gönlü alındı. Eh.. ben de nereye gideceği belli günahı da göndererek parmaklarımı hareketlendirdim, o bilinmeyen numaranın eşgaline; önce ' aşk bir ruh disiplini ' diyecek oldum, kekremsi geldi. ' Hummalı hissi aşkının sönmedi, silinmedi. Sadece; katı, köşeli durumlara dayanamayan kalbim, yuvarlak bir yalnızlığa bürüdü beni. Yoo yakınmıyorum artık. İçimde kuş ve çırpıntıdan çok, gökyüzü ve toprağı barındıran sonsuz bir ağaç var çünkü' diye yazmaya karar verdim, içimdeki huysuz adam itiraz ett. ' Şöyle yaz !' diye buyurdu. İtirazsız kabul ettim.:
" Neredeyse ufuk çizgisine koşut tırmanan, gittikçe incelerek silikleşen, bir türlü tepeye varamayan, etrafını kuru otlar bürümüş, hiç yolcusu olmayan, yer yer de kesişen patikalara bakıp aşk’ı düşündüm bu sabah, tuhaf…"

..........

Başucumdaki lambayı söndürdüm sönmedi. Tuhaf.

.

5 Aralık 2011 Pazartesi

c. v.



Özgeçmişimi yazmak istedim.

Geçmişim izin vermedi; 'geçmemiş olmasını dilerim' dedi.

(...)

3 Aralık 2011 Cumartesi

. . d i .



..eskiden hepsi başkaydı. Sadece kendimizden ibarettik, sadece bulunduğumuz yerdeydik.Paralel evrenlerin olmadığı; yekzamanlı, yekkimlikli, yekmeşgaleli, yekaşklı bir zamandan bahsediyorum. Biri telefon ettiğinde erişilebilmenin tek yolu evde oturmaktı. bazen sırf eve dönüp de “beni arayan oldu mu?” sorusunun cevabını dinlemeninki akşam çıkmayıp, çıkmamanın esas nedeninin beklenen telefon olduğu bilgisiyle boş boş durmanın azabını aştığı için evde oturur ve gene de telefona yetişemezdim. Zaten iki türlü de pek bir şey fark etmezdi, evde kalmışsam daima başkaları arardı, inatla dışarı çıktıysam telesekreterde 5 tane sessiz mesaj bulur, ya da evdekiler ismi yanlış hatırlardı, bazen de ben yanlış hatırlardım. Telefonlarda “meşgul” ya da “sessiz” tuşu yoktu. alternatif sayısı daima olması gerektiği gibiydi: 2. kimin aradığını gördükten sonra karar alma kaypaklığına alan yoktu, telefonu açar mertçe sesini duyurur ya da açmaz ve açmadığın telefonun kimden geldiğini asla bilmezdin. Bir randevu verdin mi mutlaka giderdin ve mutlaka vaktinde giderdin çünkü yoldan iptal edip, gecikeceğini söyleyip sıyrıldığına inanma şansın yoktu. bu yüzden onu orda gördüğünde gerçekten sevinirdin. İlişkiler kesin ve netti, çünkü çok efor gerektirirdi. Şimdi kaypak bir çağdayız, bu yüzden elediğim una, astığım eleğe bakıp ekmek yapma makinesinin düğmesine basıyorum.
Çünkü inanmıyorum. kopya çekmenin, saklanmanın, ifşa etmenin, kaşarlığın, sahteciliğin bu kadar kolay olduğu bir zamanın insanlarına ve davranışlarına hiç inanmıyorum. artık benim için sözlerin ve davranışların anlamı yok. ben artık sadece imal edileni ve feda edileni önemsiyorum. benim için hala sadece 2 alternatif var, tam olması gerektiği gibi. ya herru, ya merru… yoksa bu arafta, bu B planlı dünyada nefes almayı dahi beceremem.

.

1 Aralık 2011 Perşembe

f a s i l i t e



Psikiyatri Kliniği / Gece / 1678345 no'lu oda
-------------------------------------------------------------
Akşam kızıllığının odama kazandırdığı bu beklenmedik görünüm ve çağrıştırabileceklerinini peşine belki de bu yüzden takılıyorum... açık görünüşüm ve bunun yarattığı spekülatif karakter tahlilleri, gizli yeteneklerim ve bariz yeteneksizliklerim ve bunun yarattığı 10 üzerinden notlanma zinciri, bütün hepsi, salak bir dünyanın eski moda kapanları! Peynir yemeyen bir fare olacaktım ben, labirentin dışına doğru koşacaktım. Ne hakla; beni değerlendirmeye kalkan konsültasyon ekibinin (!) hayatlarını zindan ederken tereddüt etmeyecek, şişesi önümde açılmayan su içmeyecektim.
Güzellikle savaşım böyle başladı.

Sondan başlangıça herşey anlamsız... Giderken başlangıca doğru deli dana misali bilinçsizlikte, geçici hevesler geçici nefisler geçici yalanlar ne çabukta zamanı harcadılar.
........
Ben bir kez bir Aziz yitirdim, o günden beri hep Aziz kazandım. Bol bol yaşıyorum. Ne yapayım?
.