Güzel bir Eylül günü öğleden sonrası... Kadıköy-Beşiktaş vapurunda üst güvertedeyim.Sabah ve akşam işlerine gidip dönen yolcu profilinden farklı bir yolcu ağırlıkta vapurda. Telaşsız, sakin..Biraz da yazdan kalan güzel bir bahar gününün keyfini çıkartıyorlar. Maşallah herkesin elinde son model cep telefonları, gerekli gereksiz şakır şakır çalışmakta. Yoğun bir telekomünikasyon eylemi var çevremizde. Çalan her telefonun ayrı bir melodisi karnaval hissi uyandırıyor adeta..Kurtlar Vadisi’nden, Hababam Sınıfı’na, Bebek Ağlaması’ndan, Polis Sireni’ne kadar yayılan geniş bir yelpazede çalıyor telefonlar. Açmakta özellikle de ağır davranıyor karşımdaki delikanlı..Hem dinleme arzusu hem de etrafındakilere dinletme arzusu yüzündeki ifadeden okunuyor. Rahmetli Melih Kibar bile bestelerini yapar ve dinlerken o genç kadar haz duyamazdı herhalde. Üzerinde çakma Fenerbahçe forması olan delikanlının çalan telefonu’ nun müziğini tahmin etmek hiç de kolay olmasa gerek diye düşündüğüm anda ( bir Fenerbahçe marşı ) herkesi şaşırtan bir şey oluyor ve güçlü bir inek mooo’laması yayıyor etrafa telefonu. Herkeste önce şaşkınlık, sonra da bıyık altından gülümseme başlıyor. Yükses sesle konuşanlar çoğunlukta. Telefon modelleri ve konuşanların şiveleri farklı olsa da, hangi yaş düzeyi ve insan profili olursa olsun tek bir ortak buluşma noktaları var. Özellikle dikkat ediyorum, bütün telefon konuşmalarının sonu; - Hadi bay bay ! diye bitiyor. Düşünüyorum ve içimden soruyorum, hatta hecelemeye başlıyorum.Acaba kısa diye mi, yok yok sanmam, TV dizileri mi, kültür erozyonu mu ?..
Ha-di-bay-bay 4 hece. İ-yi-gün-ler de 4 hece.. Hoş-ça-kal demek daha da kısa,3 hece. Hatta ey-val-lah bile 3 hece. Peki neden, yaşlısı genci telefonu kapatırken hadi bay bay diye veda ediyor ?( Feyza Hepçilinger’in kulakları çınlasın )
Çayım bitmek,vapur da iskeleye yanaşmak üzere. Ben sizi daha fazla tutmak istemem.. Hepinize, ama hepinize; HADİ BAY BAY (!)
Jean-Paul Sartre diyor ki; " O kitabı masanın üzerine bırakmakta sonuna kadar özgürsün. Ama kitabı açacak olursan, bunun sorumluluğunu da yükleniyorsun demektir."
Ben açtım bile..Hayatın başladığı yere.
Tanrıların iki eli varmış. Biri hep vermiş, diğeri amansız bir hırsızmış.
En güzel günlerimiz: Henüz yaşamadıklarımız.
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey. Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir ( Atatürk )
TÜRKLER BELGESELİ Yazan-Yorumlayan : Mehmet Atay / Müzik: Can Atilla / Yönetmen: Semih Taytak
dört koldan oynanıp biten domino taşları gibidir arasta
Ustam: Ocağı söndür dedi. ( A. Çuhacı )
son ocak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
3. Ankara Film Festivali Kısa Film ( 16 mm. ) Büyük Ödülü
Hadi kapını kilitledin.Bir sokağı, bir kenti kilitle de görelim bakalım...
2. Ulusal Kısa Film Yarışması ( 16 mm.) Büyük Ödülü
Sivil toplumun bütün unsurlarını gerçekleşmesi zorunluluğunu ve bunun önemli bir boyutu olarak Belgesel Sinema’ nın önemini ve vazgeçilmezliğini özveriyle savunur..
Toplumsal bellek boşluklarının doldurulmasını, kültürel sürekliliğin sağlanmasını ve doğaya sahip çıkılmasını varoluşun temel gerekçelerinden sayar.
...
Tüm zamanlara tanıklığın, yaşama bilgi ve yaratıcılıkla müdahale etmenin beraberinde geleceğin tasarımını oluşturacağına, bunun da Belgesel Sinema’nın kurumsallaşmasıyla ivme kazanacağına inanır.
...
İnsan ve yaşama özne olarak bakar, bütün evrensel değerlerin, insanlığın ortak mirası olduğunu kabul eder ve bu mirasa sahip olmanın toplumların iç hesaplaşmalarıyla kendilerini tanımalarından geçtiğini ileri sürerek Belgesel Sinema’nın ayrıcalığını savunur.
...
Her alanda önce estetik kaygısını güderek, bütün yüzleri ile gerçeği tanımlamayı ve yine de düş kurmaktan korkmamayı, düş dünyasını olabildiğince ve alabildiğince büyük tutmayı önerir.
...
Toplumsal kimlik ve gelişmişlik adına kendi etiğini yaşamanın önemine inanan, kendi özgürlük alanını tanımlamış; düşünme, yaratma, ifade etme ve özünde üretme gibi kavramlara sahip çıkan, yaşamı kendi sözcükleriyle açıklamaya çalışan yürekli beyinlerin önleri açıldıkça, dünyanın daha yaşanılır olacağını bilir.<
Yunus gibi de olmuyor ! Budha gibi de olmuyor ! Sokrates gibi de olmuyor ! Robenson gibi de olmuyor ! ... Yaptıklarımı topluyorum hiç çıkıyor Yapamadıklarımı topluyorum çok çıkıyor. ... Diyelim, kaçıyorum kendimden Gölgem bırakmıyor. ... Ayna da, cam da kumdan yapılır Ayna, bencildir, kendini gösterir Cam, kendinden başka herkesi gösterir. ... Ne çok yırttım Ne çok yapıştırdım seni - Acıdı mı bir yerlerin ?
(“Üç Renk: Mavi” hakkında) “Aslında sevgi ve özgürlük birbirine aykırı anlamlar içeriyor. Eğer birisi severse, birinin özgürlüğünü kısıtlar. Bir kadını severseniz, hayatınızı yaşar ve bilmediğiniz yönlerinizi sevdiğiniz kadının gözünden öğrenirsiniz. Özgürlüğü kısıtlayan birçok örnek var: bir köpek, bir araba, bir televizyon… filozofi yapmak istemiyorum ancak bu örneklerle insanlar özgürlük fikrini düşünmeye başlayabilirler. İşte bizim yapmak istediğimiz şeyin hikayesi de bu.”
“Sinema hiçbir şeyi değiştiremez; ama insanların birçok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder