12 Ekim 2011 Çarşamba

o l a s ı l ı k s ı z l ı k l a

fotograf: umayumay

Psikiyatri Kliniği / Gece / İç / 63882 no' lu oda

---------------------------------------------------------------
Birdenbire; “neden böyle üzülüyorsun? söylesene!” diye bağırdım. Anneme cevap verdiğimi duydum rüyamda ağlayarak. Şaşırdım. Konunun bununla hiç alakası yoktu. Ne ayrı, ne barışık, bir tarafta kalabilmek için kafamızı kaç kere duvara çarpmalıydık?... ama konu tabii ki tamamen bununla alakalıydı. Sevgisini esirgeyerek sevebilen birinin sevgisini almaya çabalamakla… bir sabah bütün vücudumu kaplayan kızarıklıklarla uyanınca anladım. Sen anlamadın. Bazıları onlar için ne kadar üzülürsek o kadar sevildiklerini düşünüyorlar. Üzülme kapasitem geniş, üzülüyorum; sabaha varmayan saniyeler, üçyüz yıllık ağacın ağrısı, kolumu yardığımda artık acımayıncaya kadar… çok üzülüyorum. Sevmek öyle güzel ki; severken üzülürüm de ne var? Üzüntü; sabunlar, tazeler bazı zamanlar, insan kendi gücünü anlar. Üzülüyorum ve üzülürken başka üzüntülerin üstesinden de geliyorum.

Üzülmek bireysel bir faaliyet, pet şişede gözyaşına kavramsal sanat diye bile bakmazlar ve nihayetinde de üzüntüyle sevmek arasında bir tahteravalli var. İnsan kıçı kırmamak için tam ineceği anı nasıl biliyorsa, öyle hassas ve hayati bir nokta, tepede kalmış üşümüş sıkılmış, “aman be üzüntü be, uzattın” diyor kalp.

Kendi ruhum ve tenimle sınırlı olduğumun bilinci: “ memeden ayrılma vakti yavrum, bak artık büyüdün sen, üzüntü büyüttü seni…”

Hadi. Hava kararıyor, oyun bitti.
............
Başucumdaki pilli radyoda çalan arya bitti. Hastabakıcıma, bitti (dedim). Dinlediğiniz için bitti (dedi) anlamsızca. Haklı; dinlemesem bitmez/di.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder