11 Mart 2010 Perşembe

Köprüden Önce

Şöyle oldu:
Zayıf düşmüştüm. Güçsüz. Sence sevilmek, bence zedelenmekten. Parçalarımın kime faydası dokunabilir? Kendimden başka şey olmak zorunda bırakmayan kuvvetli birinin yanından ayrıldığımda, yığılmak üzere olduğumu fark ediyordum. Oksijeni kısıtlı herkes gibi, asgari nefes ve hareketle yapabileceğimin en fazlası, hayatta kalmaktı.
Halbuki pek çok ihtimal bana hazırdı: her şeyi yerli yerinde bir yaşam, bonus olarak sevilmelerden hangisini seçersem o, istersem üçü bir arada. Ne istediğini bilen biri, daha ne isteyebilir? Tek yapmam gereken ayakta kalmak, bir tebessüm ‘evet’ manasında, yumruğumu sıkmayı bırakmak, hepsi bu kadarcık. Ben kendi zorluğuma dayanamazken, ‘bak zorluğu sevenler de varmış’ diye gülümsüyordu güçlü-kuvvetli insanlar. Bu çılgın kalabalıkta, bu oburlukta. Bak herkes nasıl paralıyor kendilerini, böyle sabırla bakılmak inan ki ikramiyedir.
Ama ben yığılmak üzereydim.


Düştüm ve düşerken oh dedim, veya ah. Zemin yakaladı sırtımı. Dedim ki: işte buraya kadar. ama biri gelir de elini uzatırsa, yeryüzünden aldığım bu güçle onu gebertirim. Eğer düştüysen düşenin ne beklediğini bilirsin, toprakta, yerdeki küçük otlar, böceklerle yan yana, büyük gökyüzüne karşı. böyle denedim, senin aşk, benim yamyamlık dediğim şeyi. Gözlerimi yumdum. Dizlerimden itibaren hissetmeyerek, ’al’ dedim.
Gözlerimi yumdum ama uyumadım. Sabaha karşı çiğle kaplanmıştı üzerim,üşüyordum. Nasıl düştüysem öyle, ama bir şey değişmişti sanki. Alemin kökünden gelen, çok önemli. Yüz kaplan gücündeyim. Yeryüzü ve gökyüzü dinleyin; istesem uçabilirim. hızla, çok yükseklere. Yapraklar ve omuzlar ve gece ışıklarına bu mucizeyi söyler, herkesi iyileştiririm. Bütün ihtimaller geride kaldı. Etrafta ne görüyorsan bunun için oldular. İçimden ılık bir şey akıyor. Yeryüzü ve gökyüzü anlatın: insanlar mucizeye inansınlar. Islak, serin, korkunç bir deniz fenerinde kımıltısızım. Çok parlağım, çok açığım, müteşekkirim.
Dedi...
Ben de: Şaraptandır (dedim).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder